Sosyal Devlet Ve Sosyal Güvenlik
Sosyal devlet; yurttaşların sosyal durumları ile ilgilenen,onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı ödev bilen devlet şeklinde tanımlanabilir.Sosyal devlet anlayışı 1961 Anayasası ile Anayasa hukukumuza girmiş ve cumhuriyetin nitelikleri arasında yer almıştır.1982 Anayasası da bu ilkeyi cumhuriyetin değiştirilemeyecek olan nitelikleri arasında saymıştır.Yani sosyal devlet anlayışı bekçi veya jandarma devlet anlayışından farklı bir yaklaşımı temsil etmektedir.
Bugün sosyal devlet anlayışı ağır sorunlar yaşamakta ve kendi kendini finansa edememektedir.Çünkü ortalama insan ömrü artmakta buna bağlı olarak da yaşlı nüfus sürekli artış göstermektedir ve yine çalışanların nüfus içinde sürekli azalması ciddi güçlükler yaratmaktadır.Tabiki bu sosyal devlet anlayışının bittiğini göstermez;aksine sosyal politikanın ileride daha çok önem kazanması gerektiğini gösterir.
Sosyal devlet insanlara,onuruna yakışacak yaşam düzeyi sağlamalıdır.Sosyal devlet olmanın en temel şartı ülkede yaşayan herkesin,en gencinden en yaşlısına varıncaya kadar,kendini güvencede hissetmesidir.Tabiki de bunun temelinde insan haklarına saygılı,demokratik,laik devlet yatmaktadır.Devlet herkesin insan haklarını koruyabilmeli ve herkese eşit mesafede olmalıdır.Haklar eşit ve gereksinime göre dağıtılmalıdır.Bu temelde,sosyal adaleti de ancak bu şekilde sağlayabiliriz.
Devletin asıl amacı insanların dara düşmesini önlemektir.Hastalık,işsizlik gibi.Bu amaçla devlet;çalışanların hayat seviyesini yükseltmek,çalışma hayatını geliştirmek,çalışanları korumak çalışanları desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için tedbirler alır.Zaten devlet mevcut risklerin önüne geçebildiği sürece sosyaldir.
Çalışma ilişkilerinde tarihsel sürece bakacak olursak;bir zamanlar çalışanların yararına hiçbir koruyucu yasa yoktu.Geleneksel dayanışma,sosyal korumanın temel dayanaklarını oluşturuyordu.İş güvenceleri ve sosyal güvenlikleri yoktu.Ama çalışanlar örgütlendi,mücadele etti ve birçok hak kazandılar.Sosyal güvenlik hakkını elde ettiler.
Sosyal güvenlik toplumsal yaşamın en önemli unsurlarından biridir ve bir gün herkese gerekebilecek bir haktır.Bireylerin karşı karşıya kaldıkları risklerde birbirine destek olabilme olanağı bulabilmeleridir.Sosyal güvenlik sistemi özünde bu dayanışma gereksiniminin ülke ölçeğinde kurumsallaşması olarak tanımlanabilir.Sistem içinde,sosyal yardımı ve sosyal sigortaları içerir.
Ancak son ekonomik krizden sonra sosyal güvenlik sisteminin getirdiği ağırlığı kaldırılamadığından şikayet edilmeye başlanmıştır.Diğer Avrupa ülkeleri zaten epeyce uzun bir süredir yan çizmeye başlamıştı.Gün geçtikçe sosyal devletin bir uygulaması daha budanmaktadır.Böyle giderse hiçbir koruma faktörü kalmayacağı açıktır,oysaki insan olmak bu koruma faktörlerinden yararlanmak için yeterli olmadır.İşte tamda bu noktada sosyal devlet gereksinimi ortaya çıkmaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminin sorunları Türkiye ile sınırlı değildir.Diğer ülkelerde de bu tür sorunlarla karşılaşılmaktadır.Türkiye’deki sorunlara bakarsak şu başlıklar altında toplayabiliriz.
- Sosyal güvenlik sistemimizde önemli derecede yönetim bozuklukları görülmektedir.
- Kaynak yetersizliği vardır.Gelişmiş ülkelerde sosyal güvenliğe ayrılan pay Türkiye’den 3-4 kat daha fazladır
- Bu yılın ilk 3 ayında üç kurumun açığı(SSK,Bağ-Kur,Emekli Sandığı)yüzde 29 artışla 5.8 katrilyona ulaşmıştır.
- Tüm bunlara karşın sistemi gereksiz yere meşgul eden kişiler de vardır.Yani kötüye kullanımla da karşı karşıyayız.Aynayı biraz da kendimize çevirmeliyiz.
- Nüfusun artması uzun yıllardır işsizliği de beraberinde getirmektedir.İş yaratmanın yavaşlığı nedeniyle de Türkiye’de işçiler önemli derecede güvensizlik içindedir.İşgücünün %52 si sosyal güvenlik kurumuna bağlı değildir.Yine başka bir acı rakam da Bağ-Kur primlerini ödeyenlerin yüzdesi 9.5 tir.
- Aslında düştüğümüz yanlışlardan biri de toplumu güvenceli-güvencesiz olarak ayrıştırmamızdır.Tüm bu sorunlara çözüm, toplumu kapsayacak bir sistemi oluşturmaktır.
Tüm bunlardan,bunalımın asıl nedeninin sosyal devletin yok olması olduğunu görebiliriz.
Sosyal güvenlik sistemi evrim geçiriyor.Sosyal güvenlik sisteminin unsurlarından biri olan sağlık sektörüne;özelleştirme furyasına paralel olarak,ciddi bir sermaye akışı vardır.Ciddi rahatsızlıklarda insanların bu kliniklerden yararlanması adeta imkansız hale gelmiştir.Bu sektör adeta digitürk sistemine benzemiştir.Sosyal güvenlik reformunun gerisinde parasal odaklar vardır.Nasıl sistemin içine sokarız kaygısını görmekteyiz.Burada küreselleşme boyutunda bir amaç saptırması vardır.Yine kamu reformunda tüm sosyal devlet unsurları yerel yönetimlere devredilirken sosyal güvenlik,merkezi yapılanma içerisinde kalmaktadır.Buradan da önemli derecede parasal getirisi olanların merkezde kaldığını görmekteyiz.
Bu konudaki görüşlerinden yararlanmak için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. A.Gürhan FİŞEK ile görüştük.
Sosyal güvenlik reformunun Türkiye’ye getirisi neler olacaktır? Yada genel anlamda bir getirisi olacak mıdır?
Bunu önce reformun ne amaçla yapıldığını düşünerek yanıtlamak gerekmektedir. Böyle bir reform çabasına girişilirken, ana söylem, sosyal güvenlik sistemindeki kara deliklerdi. Sosyal sigortalar sistemlerinin verdikleri açıklar ve devlet üzerinde artan baskısı, olumsuz bazı uygulamalara yol açtı: Bunlardan ilki SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devriydi. Burada bir devir sözkonusuydu; ortak proje, dayanışma değil. İkinci olumsuz uygulama, sigortalıların, hastalandıklarında, SSK hizmetlerinden yararlanabilmesi için, yıl içerisinde 120 gün prim ödeme koşulunun getirilmesidir. Örnekler arttırılabilir; ama görülen o ki, burada niyet bozuktur. Emekten yana bir uygulamadan sözedilemez.
Hizmet sunumunda bazı aksaklıklar olmasına karşın, SSK hastaneleri sistem içerisinde gelir-gider açısından dengenin korunmasını sağlıyordu. SSK İlaç Fabrikası’nın varlığı, ilaç harcamalarının ve fiyatlarının belirli bir düzeyde tutulmasını sağlıyabiliyordu. Bugün bu gider azaltıcı etkiler de ortadan kalkmıştır. Kara deliklerden yakınanlar, uygulamaları ile kara deliklerin artmasına yol açmışlardır; giderek SSK’yı soktukları çıkmaz derinleşecektir.
Kanımca sosyal güvenlik kuruluşlarını bir çatı altında toplama çabalarının yoğunlaşmasının altında, bu çıkmazı ört bas etme çabası vardır. Bu kuruluşların tek bir çatı altında toplanması, özünde, doğru bir düşüncedir. Ama niyete bakmak lazım. Niyet bozuksa, özünde doğru düşüncelerin de emekten yana sonuç vermesi beklenemez.
İşsizliğin artması sosyal güvenlik şemsiyesinin daraldığını mı gösterir?
Hem evet, hem de hayır.
Daraldığını göstermesi gerekir; çünkü sosyal güvenlik sistemimizin gövdesini, primli sistem oluşturur. Primli sistem de, çalışma eksenli bir sistemdir. Yani çalışırsan bu sistemin içinde yer alırsın. İşsizlik arttıkça bu olanak ortadan kalkar.
Ama sistemden yararlanmanın bir yolu daha var. Çalışan bir kişinin “bakmakla yükümlü olduğu kişi”si olmanız. Bu kapsam içine, eşi, çocukları, ana-babası girer. Kayıt dışı çalışmaları ya da işsiz olmaları durumunda, sigortalı kişi aracılığıyla sistemden rahatça yararlanabilirler. Dolayısıyla işsizlik artsa da, sosyal güvenlik şemsiyesi genişleyebilir.
İşsizlik bir toplumda, tüketici konumda olanları arttırır; sosyal güvenlik sistemlerine prim ödeyenlerin sayısını düşürür. Böylece sosyal güvenlik sistemi, darboğaza girdikçe, sundukları hizmetlerde de daralma ve yetersizleşme ortaya çıkar.
Öte yandan artan işsizlik, işsizlik sigortası fonlarının tüketilmesi yoluyla da sosyal güvenlik sistemi üzerinde olumsuz etkiler yapar.
Tüm bu gelişmelerin topluma yansımaları nelerdir?
Yansımalar günü yaşayanlar içini farklı, öngörü sahibi olanlar için farklı anlamlar taşıyabilir. Günübirlik bir değerlendirme ile, sosyal sigortalar sağlık sistemindeki son gelişmeler, yurttaş tarafından olumlu değerlendirilebilir. Çünkü üniversite hastaneleri dışında tüm hastanelerden yararlanma olanağı doğmuştur; özel eczanelerden de ilaç alıhabilmektedir; dolayısıyla kuyruklar kalkmıştır. Bu yurtaş için hizmeti elde etmekte bir kolaylık sağlamıştır. Ama ne pahasına? Bu sorunun yanıtını arayanlar da öngörü sahibi olanlardır. Bu reform, sosyal sigortaların giderlerini ve kötüye kullanmaları olağanüstü boyutlara çıkarmıştır. Bu nasıl karşılanacaktır? Ya hizmet kalemlerinde sınırlamalara gidilecektir; ya prim oranları arttırılacaktır; ya sisteme devlet katkısı eklenecektir; ya da SSK bir süre sonra iflas edecektir.
Günübirlik değerlendirmelerle yaşamını sürdürenler, ancak ellerindekini yitirdiklerinde, neler olduğunu farkedebilirler. O zaman da çok geç olur.
Kanımca, prim ödeyenlerin kendi kurumlarına sahip çıkmaları için zaman geldi geçiyor. “Sosyal” olan ortadan kalktıktan sonra, geriye sadece bireysel çıkarlar, dayanışmasız topluluklar ve “güçlünün güçsüzü yediği acımasız ortam” kalır.
Küreselleşen dünya mı sosyal devleti eritiyor?
Dünya zaten bir küredir. Küreselleşme (globalleşme) denilen, kapitalizmin son aşaması, zenginliklerin dünyanın bir yerinde, yoksulluğun ve yoksunluğun da geri kalan bölümünde toplanmasını amaçlamaktadır. Bunda “beyin gücü” de çok büyük ve yaşamsal bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla, morfolojik olarak değil ama ekonomik ve sosyal olarak dünya küreselleşmemekte, yamuklaşmaktadır.
Hem ekonomik zenginliklerin ve hem de beyin gücünün dünyanın belirli bir merkezinde toplanması, sosyal harcamaların da bir yük olarak görülmesi, madalyonun iki yüzüdür. Onun için küreselleşme dediğimiz kapitalizmin içinde bulunduğumuz aşaması, sosyal devleti eritiyor. Sosyal devlet eritilirdi, sosyal güvenlik eski parlak günlerini yaşayabilir mi, o da eritiliyor. Kendi güvencesini sağlayan varlığını sürdürecek; büyük çoğunluk ise geleceğine, bugününe olduğu gibi kaygıyla bakacak. Ya da eğitimin, medyanın ve tek kutuplu siyasallaşmanın etkisiyle, düşünmeyi bir yana bırakıp, günübirlik yaşayacak. Böylece de hiçbir şeyin farkında olmayacak.
Bize düşen ne? Israrla, dayanışmayı, insan haklarını ve gereksindiği ölçüde zenginliklerden herkesin pay almasını sağlamaya çalışacağız. Sosyal güvenlik hakkı da bu haklardan biri. Sağlık gibi, çalışma hakkı gibi, insan gelir elde etme hakkı gibi, eğitim hakkı gibi, hak arama ve örgütlenme özgürlüğü gibi…
Sonuç
Aslında devlet bir bütün olarak küçülmüyor.Devletin sosyal tarafı gidiyor.Yani halk tarafı küçülüyor. Sosyal devletin eridiği,yok olmaya yüz tuttuğu bir ülkede sosyal güvenlikten söz etmek de oldukça güç görünüyor…Tam da bu noktada toplumun bilinçlendirilmesi ve etkin kılınması önem kazanıyor.