Sn. Zeynel Karadağ’ın Dikkatine.
SORU: Dünya’da ve Türkiye’de sorun olmaya devam eden işsizliğin insan sağlığına olan olumsuz etkileri nelerdir? Bunun topluma yansıması ne olur?
YANIT: İşsizliğin insan sağlığı üzerindeki birincil ve en önemli etkisi onun temel gereksinmelerinin karşılanamamasından doğan sağlığının bozulmasıdır. Acıkan ve açlığını gideremeyen insanın, doku ve organlarının beslenmesi de düşecektir. Bu işlev bozukluklarını ve hastalıklara daha duyarlı oluşu getirecektir.
Temel gereksinmelerin karşılanması çabası, kişiyi ne koşullarda olursa olsun iş aramaya itecektir. Aynı güçsüzlük (ve çaresizlik) eşinde ve çocuklarında da olacaktır. Böylece bir yandan yetişkinler (erkek ve kadın), bir yandan çocuklar korumasız ve kötü koşullarda çalışmaya razı olabileceklerdir.
Öte yandan, atölye ve fabrikaların önünde işsiz ordularının birikmesi, çalışanların, daha sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma uğraşını da olumsuz yönde etkileyecektir. Kısaca “hak arama” çabaları, karşısında, işten atılma tehditleri ve yerini daha ucuz (ve çaresiz) emek ögelerinin alma baskıları ile karşılaşacaktır.
İşsizlik, diğer bir bakışla “temel gereksinmelerin karşılanamaması”, kişilerin, düşünme ve yaratma eylemlerini ve coşkularını da törpüleyecektir. Onları sıradanlaştıracak ve robotlaştıracaktır (köleleştirecektir).
SORU : İşsizlik, Türkiye’de iş güvencesinin olmaması, uygulanan özelleştirme politikası sonucu giderek artıyor. Devlet bile bile uyguladığı politikalarla insanların sağlığı ile mi oynuyor?
YANIT : Anayasa’mız “çalışma hakkı”nı kabul etmiştir. Ohalde devlet politikasının, işsizliğin ve güvencesizliğin destekçisi olması, sözkonusu bile edilemez. Çalışma hakkını tehdit eden her adım, hükümetin “anayasaya aykırı” bir eylemidir.
Özelleştirme, bir yanıyla toplumun geniş kesimlerinin yıllarca süren bir alınteri birikimine el koymaktadır. Öte yanıyla da, özelleştirme, işten atılmayı, çaresizliği; ucuza, sigortasız ve sağlıksız koşullarda çalıştırmayı özendirmektir.
Bu noktada, Anayasa’nın öngördüğü sosyal devlet politikası ile hükümetin öngördüğü liberal politika ve uygulama çatışmaktadır. Özelikle, 24 Ocak 1980 sonrası hükümetlerin pervasız politikaları, insanlarımız için yoksulluk, sağlıksızlık, örgütsüzlük ve “hak mahrumiyeti” getirmiştir ve getirmektedir.
On yıllardır emek ve alınterimizle biriktirdiğimiz kamu kaynaklarının, yalnızca sosyal devlet işlevleri için kullanılmasını istemeliyiz. Yine işçilerin kanıyla canıyla yarattığı kamu girişimlerinin, sosyal devlet politikalarının uygulanmasında araç olarak kullanılmasının geliştirilerek sürdürülmesini istemeliyiz.
Hem de örgütlenerek istemeliyiz.
SORU : Türkiye’de saptanan ne kadar meslek hastalığı var? Saptananların sınırlı olması ve birbirine benzemesi neden kaynaklanıyor? Yürütülen sağlık politikalarının etkisi var mı?
YANIT : 1994 SSK İstatistik Yıllığı’na bakarsanız, Türkiye’de 1993 yılında 1075 meslek hastalığı saptanmış. Bu Yıllık, bize görülen meslek hastalıklarının çeşitleri konusunda bilgi vermiyor. Çünkü SSK, bu verileri sergilemekten vazgeçmiş. Biz de 1990 SSK Yıllığı’na bakalım: 4 hastalık, tüm meslek hastalıklarının % 79 ‘unu oluşturuyor. Bunlar sırasıyla:
- Akciğer toz hastalıkları ve verem
- Kurşun ve kurşun tuzlarının neden olduğu hastalıklar
- Civa ve bileşiklerinin neden olduğu hastalıklar
- Krom ve bileşiklerinin neden olduğu hastalıklar.
Ülkemizdeki sanayi yapısını bilenler, çok çeşitli işlerin yapıldığını ve dolayısıyla işçilerin çalışırken bir çok meslek hastalığı etmeniyle karşılaştığını bilirler. Yine ülkemizin sanayi işyerlerine “işçi sağlığı iş güvenliği yönünden” bakanlar, çalışma ortamlarının mükemmel olmadığını bilirler. Bu ortamdan meslek hastalığı çıkmamasına olanak yok.
126 küçük ölçekli işyerinde yaptığımız ve çalışma koşullarını değerlendirdiğimiz araştırmamızda, işyeri işçi sağlığı iş güvenliği göstergesi ortalama 5 üzerinden 2,5 bulunmuştur. Bu puan, işyeri büyüklüğü arttıkça, çocuk çalıştırmaktan uzaklaşıldıkça ve yapılan iş çeşidi daha yüksek yatırım gerektiren – uzun erimli hedefleri gerektiren bir yapı kazandıkça yükselmektedir.
Meslek hastalıkları neden bulunamıyor? Çünkü bulunmak istenmiyor.
SSK kendisini yalnızca zararları tazmin etmekle görevli sayıyor. O zaman meslek hastalıklarının önlenmesi gibi bir hedefi yok. Sanki zarar etmek için kurulmuş gibi.
Bu sözümü açıklayayım. İşçiler için, iş kazalarıyla meslek hastalıklarına karşı prim topluyorsunuz. Eğer kimse kazaya uğramaz meslek hastalığına yakalanmazsa, ne mutlu, siz de kurum olarak kazançlısınız. Hedefiniz bu olmalı. Bu hedefe ulaşabilmek için SSK olarak yasasının 124.maddesinde öngörüldüğü gibi koruyucu uygulamalara girişmeli, çalışma ortamlarının iyileşmesi için yasal olanaklarını seferber etmeli… Ne yazıkki bu yapılmıyor.
Bir soru daha… Meslek hastalıklarının bulunmaması durumunda Kurum daha kazançlı değil mi? Bir şey ödemesi de gerekmiyor.
Hayır. Kurum daha zararlı. Çünkü, işçiler hasta… Ama adı “meslek hastalığı” değil, “herhangi bir hastalık”… Yani teşhis yanlış… Yanlış teşhis hastalığın ilerlemesine, hem işçinin hem SSK’nın kaybetmesine neden oluyor. Burada bir tek kazançlı var, önlem almayan işveren…
Bir noktanın daha altını çizmeliyim. Yasal önlemlere uyan, işyerini olumlu kılmaya çalışan işveren de zararlı. Çünkü onun işçileri meslek hastalığına yakalanmıyor ve iş kazasına uğramıyor. Ama, tedbirsiz işveren onun yatırdığı primleri de yutuyor; onu zarara sokuyor. Primlerini yutmakla kalmıyor; rekabet eşitsizliği yaratarak onun iş alma olanaklarını da tehdit ediyor.
Burada yalnızca SSK’yı, yalnızca tedbirsiz işvereni suçlamakla iş bitmez. Yanlış teşhis koyan doktora da bir şeyler söylenmesi gerek. Hastasına yeterli süreyi ayırmayan hekimlerin de, ona gerekli olanakları sunmayan hastahane yönetimlerinin de suçlanması gerek. Hekimleri, meslek hastalıklarını tanımadan yetiştiren tıp eğitimine de dil uzatmak gerek. Bu süreçleri etkileyemeyen tabip odalarına, böylesi bir etkiye olanak vermeyen uygulayıcı kamu kurumlarına da bir çift söz etmek gerek. Elbette işçi-işveren kuruluşlarıyla, sanayi odalarının da bu süreçte önemli eksikleri var.
Görüyorsunuz bunu tek başına sağlık politikasıyla, çalışma politikasıyla açıklamaya olanak yok. Ama sosyal devletin elinin kolunun bağlanmasıyla, bunun bir ekonomik politika seçimiyle ilgili olduğunu vurgulamak zorundayız.
SORU : Meslek hastalıkları, çalışanları nasıl etkiliyor ve hangi sonuçlara yol açıyor?
YANIT : Meslek hastalıkları, çalışma koşullarının etkisiyle ortaya çıkan, önlenebilir nitelikte hastalıklardır. O zaman gördüğümüz her meslek hastalığını, bir ihmalin göstergesi olarak değerlendirmeliyiz. Örnekler üzerinde konuşalım. Bir işyerinde, çeşitli zararlı kimyasallarla çalışılıyor. Bunların bir bölümü buharlaşarak havaya karışıyor; bir bölümü yakındaki ırmağa atılıyor: bir bölümü de ürünün içinde yeralıyor.
Bugünkü bilgilerimizle, bu zararlı kimyasalların buharlaşarak havaya karışması da, ırmağa atılarak değil de daha değişik yöntemlerle işyerinden uzaklaştırılması olası. Ama bu yapılmıyor. Meslek hastalığı da bu nedenle ortaya çıkıyor.
Havaya karışan kimyasallar, işçiler ve çevre halkınca solunum yoluyla alınıyor. Akciğerlerden geçerek kana karışıyor; kimyasal maddenin özelliğine göre, çeşitli organları etkiliyor, hastalandırıyor. Hem işçi, hem de çevre halkı, geri-dönülmez zararlara ve acılara uğruyorlar. Öyle kimyasallar var ki, anasının karnındaki yavruyu da etkiliyor, düşüklere neden oluyor.
Suya karışan kimyasallar da yine, yakın uzak çevre halkını etkiliyor. Yalnızca halkı değil, yaşayan tüm canlıları, hatta toplumun geleceğini etkiliyor.
Artık meslek hastalıkları, eskiden olduğu gibi yalnızca işçileri etkileyen hastalıklar olmaktan çıktı. Diğer bir deyimle belirli mesleği yapan insanları yakalamıyor; tüm çevre halkını yakalıyor. Demekki yakında onu başka bir adla anacağız: Çevresel hastalık diyeceğiz.
SORU: Meslek hastalıklarına en çok hangi sektörlerde rastlanıyor? Neden?
YANIT : Meslek hastalığına rastlanmayan sektör yok. Önceliklerden sözedebilirsiniz; hastalıkların ağırlığından, yaptıkları işgöremezlik sürelerinin uzun ya da kısa olduğundan sözedebilirsiniz. Ama yapılan her işte sağlık üzerinde bazı etkiler bulabilirsiniz. En sık görülen yakınmalar arasında bel ağrıları var. Oturma pozisyonlarındaki bozukluklar, buna yol açar. Öte yandan, aşırı stres yükünün sağlığı nasıl olumsuz etkilediğini anımsayalım. Bilgisayar karşısında çalışmanın getirdiği olumsuzluklar konuşuluyor, araştırılıyor. Demekki, en zararsız görünen büro işlerinde bile bir tehlike var.
Ama hiç kuşkusuz, bir maden ocağında, gürültülü tezgahların ortasında, tabanca boyacılığında, kumlama işinde, akü fabrikalarında, çeşitli kimyasal işlemlerde, hayvan bakıcılığında, hastahanelerde yapılan çalışmalarda, meslek hastalığına yakalanma riski daha yüksektir.
SORU : Meslek hastalıklarına karşı alınması gereken önlemler nelerdir? Türkiye’de bu önlemler yeterince alınıyor mu?
YANIT : Meslek hastalıklarına karşı alınması gereken önlemler, yasa ve tüzüklerimizde ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan şanslıyız. Taa 1940 yıllarından beri şanslıyız. Ama şanssızlığımız, bu yasaları uygulama kararlılığında bir yapıyla karşı karşıya olmamamız. Çalışma yaşamının özelliği üçlü bir yapı göstermesi: işçi, işveren, devlet. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün de, iş hukuku tüzemizin de altını çizdiği bu… Her işi üçlü görüş alışverişiyle çözeceksiniz.
Bizde ilk çözülmesi gereken düğüm bu. Üçlü katılımla oluşan kurulların çalışması gerek: Çalışma Meclisi, Ulusal Düzeyde İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurulu ve çeşitli danışma kurulları.
İkinci çözülmesi gereken düğüm, teknik niteliği ağır basan bu hizmete uzman katılımının sağlanması. Yasalar, tüzükler bunun yollarını da çizmiş; yükümlüleri de göstermiş.
- 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, işverenlerin, işyeri hekimi tutma yükümlülüğü var. Koruyucu hekimlik işlevi ile donatılmış hekimlere, bir çok ödevler verilmiş. En çok bilinenleri, işe girerken ve aralıklı olarak -hasta olmalarını beklemeden- işçilerin muayeneden geçirilmesi.
- Parlayıcı, patlayıcı, tehlikeli, zararlı işlerin yapıldığı işyerlerinde, düzenli hava ölçümleri yaparak, bu maddelerin insan sağlığına zarar verecek sınırı aşmamalarına özen göstermek (Bu sınırı aşmışsa, hemen önlemini almak). Bunun için yükümlü olan işveren, incelemeleri yapacak da ya işverene bağlı olarak çalışan ya da dışarıdan hizmet sunan iş hijyeni mühendisleri.
- Gürültülü işyerlerinde, gürültü düzeyinin ölçülmesi (gürültü haritası), işçinin gürültüden etkilenme düzeyinin ölçülmesi (odyometri).
- İşyerlerinde, yangına karşı önlemlerin alınması ve ilk anda müdahale edecek ekibin yetiştirilmesi.
- İşyerlerinde, yaralanmalar karşısında ilk anda müdahale edecek ilk yardım-kurtarma işçilerinin yetiştirilmesi ve sağlık örgütleriyle bağlarının kurulması.
- İşçileri, hakları ve yükümlülükleri konusunda aydınlatmak ve önlemleri adım adım izlemelerini sağlamak.
Demekki, önce düğümleri çözeceğiz. Ondan sonra da çalışma ortamını olumlu kılacak çalışmaların içine girişeceğiz. Örgütsüz hiç bir çözüm gelmez. Örgüt demek, dayanışma içinde iş kotarmak demek ve güç dengelerinin kendisini göstermesi demek. İşte üçlü yapının önemi yine karşımıza çıktı.
SORU : Sendikalar meslek hastalıkları konusunda yeterli duyarlılığı gösterebiliyorlar mı?
YANIT : Sendikaların meslek hastalıkları konusunda yeterli duyarlılığı gösterip göstermediklerini nasıl anlayabiliriz? Bir kez, toplu iş sözleşmelerine bakabiliriz. Ne yazıkki, bu belgelerin incelenmesi, sendikaların çoklukla, meslek hastalıklarından geçtik, işçi sağlığı iş güvenliği konusuna da yeterince değinmediklerini ortaya çıkarmaktadır.
Öte yandan, SSK’nın istatistiklerinde hiç bir değişiklik yok. Yıllardır meslek hastalıkları sayısı da aynı iş kazalarının sayısı da… Sendikaların duyarlılığı yeterli bir düzeyde olsa, iş kazalarıyla meslek hastalıkları istatistiklerinde bir düşüş görmemiz gerekiyor.
İşçilere yönelik olarak yürütülen bazı çalışmalarda, işçilere soruyoruz: “İşinden ötürü hasta olacağını bilsen, çalışmanı sürdürür müsün?” Yanıt çok açık: “Hayır”. O zaman, meslek hastalıkları ya işçilere yeterince tanıtılamıyor; ya da etkilerini gözlerinde canlandıramıyorlar.
Yine de, sendikaların bu alana ilgileri her geçen gün biraz daha artıyor. Yalnızca ücret artışı için yapılan mücadeleyle bir yere varılamayacağı artık biliniyor. İşçiyi doğrudan etkileyen önde gelen etmen de sağlığı ve güvenliği… Sendikalar eninde sonunda, bu alanda daha duyarlı bir görünüm sergileyecekler…