Anayasa

AKP seçim beyannamesinde, sosyal politika ile ilişkilendirilebilecek dört başlık göze çarpmaktadır. Bunlar,

  1. Yeni Anayasa
  2. İnsan
  3. Sivil toplum
  4. Sosyal Yapının Güçlendirilmesidir.

1. Yeni Anayasa :
Beyanname, sivil bir uzlaşma anayasasından söz etmektedir. Mutabakat aranacağını vurgulamakta (s.15), en geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması gerektiğini belirtmektedir.

Ancak “söz” ile “eylem” birbirini tutmamaktadır. 16 Ekim 2007 tarihinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), Mülkiyeliler Birliği ve SBF Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından “Anayasa” konulu panele davet edilen, “sivil anayasa” mimarlarının gelmemesi; buna karşın, birkaç gün sonra bir panel düzenleyerek, kendi aralarında konuyu konuşmalarını yukarıdaki “söylem” ile bağdaştırmaya olanak yoktur.

Aynı ikilem (sözler ile eylemlerin, hayallerle gerçekler), on yıl önce Refahyol hükumetinin programında da tarafımızdan saptanmıştı (Fişek A.G., 1997).

Yine aynı başlık altında, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”, “bireylerin haklarının en etkili şekilde korunması” üzerinde durulmaktadır. “Temsili demokrasiden”, “katılımcı demokrasiye” geçilmesi amacı dile getirilmektedir.

Yukarıda değindiğimiz keyfi yönetim isteği, burada da kavramları keyfi kullanımını karşımıza çıkarmaktadır. Dünya Bankası raporlarında, sıklıkla gördüğümüz gibi, burada da, kavramların içinin boşaltılması ve sonra da keyfi olarak doldurulması olgusu ile karşı karşıya gelmekteyiz. Sözgelimi, temsili demokrasi aslında katılımcı bir demokrasi değil midir? STK’ların çeşitli danışma kurullarında uzunca bir süredir yer alıyor olması dışında, hangi mekanizma getirilebilecektir? Seçilmiş muhtarların, atanmışlara bağımlı olmaktan çıkarılmasına ilişkin bir tasarı var mıdır? Bu sorularının hiçbirinin yanıtı “katılımcı demokrasi” kavramının tamamlayıcısı olarak sunulmamıştır.

Yeni Anayasa, başlığı altında işlenen konulardan biri de, “yasama, yürütme, yargı erkleri arasındaki ilişkiler parlamenter sistem esas alınarak belirlenmelidir” söylemidir. Bu AKP kurmaylarının, erkler ayrılığı ilkesinden rahatsız olduğunun ve tüm devletin seçilmişlere bağımlı kılınmasını düşündüklerini ortaya koymuştur.

2 Ağustos 2007 günü Başbakan’a sunulan, “sivil(!) anayasa” önerisini incelediğimizde, özellikle, ekonomik ve sosyal haklar alanında, 1980 sonrası Milli Güvenlik Konseyi’nce hazırlanan Anayasa’nın da daha gerisine düşüldüğünü görmekteyiz.

“Yeni (!)” ve “sivil(!)” anayasa çıkarma girişimi, AKP’nin sosyal politikaya “iki hörgüçlü” yaklaşımının açık kanıtlarını taşımakta ve sosyal politikada çok dikkat çekici geri gidişler içermektedir. Bunlar dört başlık altında toplanabilir :

  1. Çevreye Yönelik Olanlar
  2. Çalışma Yaşamına İlişkin Olanlar
  3. Eğitime İlişkin Olanlar
  4. Ananın ve Aile Planlamasının Korunması.

1. Çevreye İlişkin Olanlar :
1982 yılında ilk kez çevre konusu Anayasa’da yer aldığında, bunu övgüyle karşılanmış ve Dünya’da bu konuda sayılı ülkeler arasında Türkiye’nin de yer aldığından söz edilmişti. Bu kez Anayasa metninden çevreyi korumayı içeren tüm maddeler çıkarılmıştır.

1982 Anayasa’sının 56.maddesinde sağlık, çevre ve konut başlığı altında, “ dengeli bir çevrede yaşama hakkı”ndan söz edilmiş; “çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” denilmişti. AKP Anayasa’sında bunların hiçbiri yoktur.

Kıyıların ve toprağın korunması da, 1982 Anayasa’sında ayrı birer madde olarak ele alınmışken, bu kez, Anayasa taslağında bulunmamaktadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinin, devletin hüküm ve tasarrufu altında olması ve yararlanmada kamu yararı önceliği, böylece anayasal temelini yitirmiştir.

Kaldı ki, su konusunun küreselleşmenin kıskacında olduğu, özelleştirilmek ve yabancıların yönetimine verilmek istendiği bir dönemde böylesi bir “yok sayma” daha büyük önem kazanmaktadır.

Yine ithal reçetelerden birini uygulama pahasına, “devletin toprağın verimli işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla tedbirler alması” da Anayasa’dan çıkarılmıştır. Yurdun sahiplenilmesi, toprağın sahiplenilmesi demektir. Ancak, AKP Anayasa’sı “yok saydığı” hükümlerle her iki konudaki niyetini de açıkça ortaya koymaktadır.

1982 Anayasa’sı 45.maddesiyle “tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması”nı da Anayasal güvence altına almıştı. “Tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasının ve tahribinin önlenmesi; tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırma” ve “bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için tedbirler alınması” ödevi Devlet’e verilmişti. Yeni Anayasa Taslağı’nda bunlar da yoktur. Anlaşılan, AKP, ülkemizde çiftçi bırakmak istememektedir. Bırakın tarımsal üretimdeki gerilememizi ve dışa bağımlılığımızın artmasını; işsiz ya “işe aramaktan vazgeçen”lerin büyük miktara ulaştığı ülkemizde, bu yara, gangrene döndürülmek üzeredir.

Burada AKP Seçim Beyannamesi’nde ve 60.hükumet programında söz edilen “insan odaklı” yaklaşımın sözde kaldığı, “para-küre odaklı” yaklaşımın öne çıktığı görülmektedir.

Ancak “su” ve “besin” kaynakları üzerindeki kontrolunu yitiren, bir ülkenin nasıl ayakta duracağına ilişkin bir çözümleme, ne AKP Anayasa’sında, ne AKP Seçim Beyannamesi’nde ne de AKP Hükumet Programı’nda bulunmamaktadır.

2. Çalışma Yaşamına İlişkin Olanlar :
1982 Anayasa’sının 48.maddesinde değinilen “Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti”, yeni Anayasa Taslağı’nda, “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünden alınarak “Kişinin Hakları ve Hürriyetleri” bölümüne alınmıştır. Bu aktarma bile başlı başına 18.yüzyıla dönmeyle eş-anlamlıdır. Yeni Taslak, var olan Anayasa’nın da gerisine düşerek, bu hakkın nasıl sınırlanabileceğini sıralamaya başlamıştır. 1982 Anayasa’sında bulunan ama AKP Taslağı’nda bulunmayan tek sınırlama, özel teşebbüs için getirilen “milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesi”nin sağlanmasıdır. Böylece Devlet, yatırımların sosyal amaçlı yönlendirilmesi konusundaki Anayasal yetkisini de yitirmiş olmaktadır.

AKP’nin kurmak istediği anayasal düzende, çalışma bir hak ve görev olmaktan da çıkarılmaktadır. 1982 Anayasa’sı üzerinde AKP kurmayları o denli dikkatli çalışmış ve hükümleri ayıklamışlardır ki, yanlış anlaşılabileceği kaygısı ile “devletin … çalışmayı desteklemek … için gerekli tedbirleri alması”nı bile sakıncalı bulmuşlardır.

AKP Anayasa’sı, sendika kavramının da içini boşaltmaktadır. 1982 Anayasa’sı sendika kavramına “üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek” çerçevesini getirirken, AKP Anayasa’sı bunu yasaya bırakmaktadır.

3. Eğitime İlişkin Olanlar :
“Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasa’ya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.” hükmü, kaldırılmıştır. Aynı sadakatsizlik ya da umursamazlık, “Atatürk ilkeleri ve inkılapları” ve “Cumhuriyetin temel nitelikleri” konusunda da yaşanmaktadır. Tüm bu vurgular, Anayasa’dan çıkarılmak istenmektedir. Varolan Anayasa’nın tersine, a) AKP Taslağı’nın 45/2.maddesinde, Devletin gözetim ve denetim ilkeleri açıklanırken, varolan Anayasa’nın tersine, “Atatürk ilke ve inkılapları”na gönderme yapılmamıştır. b) AKP Taslağının 47/2.maddesinde sendikalar ve üst kuruluşların, yönetim ve işleyişlerinin Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı olamayacağı hükmü çıkarılmıştır.

Yine art niyet taşıdığı kuşku götürmez bir başka ekleme de, Taslağın 45/1.maddesinde yer alan “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz” hükmüdür. Kişinin hak ve hürriyetlerine, çalışma yaşamına, sendika kurmaya vb. kısıtlılıklar koyan bir yaklaşımın, böyle bir hükme kayıtsız koşulsuz yer vermesi “kucaklayıcı” bir yaklaşımdan çok “taraflı” bir yaklaşım olduğunu ortaya koymaktadır.

Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esasların, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun” olması gerektiğinden de AKP Anayasasında vazgeçilmiştir. Bu Anayasal İlke, eğitim-öğretim birliğinin en önemli araçlarından biriydi. Açık bırakılan bu kapıdan ülkenin nasıl bir uçuruma sürüklenebileceğini tahmin etmek zor değildir.

1982 Anayasa’sı bütün eksiklik ve yetmezliklerine karşın, “maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapmak”, “durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri almak” yükümlülüğünü Devlet’e vermişti. AKP Anayasa’sı Devlet’in bu yükümlülüğünü de ortadan kaldırmıştır. Olanaksızlıkların ve özel eğitime gereksinme duyanların, ne kadar geniş bir nüfus kesimini kavradığı düşünülürse, bu “sosyal” sorumluluğun devlet yerine “hayır”severlerce karşılanmaya çalışılmasının ne kadar yetersiz ve ne kadar dengesiz olabileceği ve nasıl inasn onuruna aykırı kullanılabileceği ortaya çıkar.

Yine Anayasa’dan çıkarılmak istenen ve çok önemli sonuçlara yol açabilecek bir başka maddede “eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ilgili faaliyetlerin yürütülmesi ve bu faaliyetlerin ne suretle olursa olsun engellenemeyeceği”ni dile getirilmektedir. Bu bir yanıyla okullarda başka faaliyetler tasarlandığını ele verirken; zaten düşürülmekte olan araştırma-inceleme bütçelerinin tümüyle ortadan kaldırılabileceğinin işaretini vermektedir. “Küreselleşmenin yakıtı” (Fişek A.G., 2004) olarak nitelediğimiz beyin göçü, böylece daha da kuvvetli bir itici güç kazanacaktır.

4. Ananın ve Aile Planlamasının Korunması :
1982 Anayasa’sının 41.Maddesi ile AKP Anayasa Taslağının 43.Maddesi, “ailenin korunması”nı düzenlemektedir. Ama iki düzenleme arasında dikkat çekici bir fark bulunmaktadır. Yeni Taslakta “ananın korunması … aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlanması” konusunda gerekli önlemleri almak ve örgütlenmeyi sağlamak bir devlet görevi olmaktan çıkarılmıştır.

Aile planlaması kavramı büyük ölçüde ananın korunması amaçlıdır. 1965 yılında büyük mücadelelerden sonra çıkarılan “Nüfus Planlaması Kanunu”, konuyu “ananın korunması” kadar “toplumun korunması” boyutlarıyla ele alıyordu. Dolayısıyla 1965’lerde konunun sosyal tabanı çok daha genişti. Ama bugün, yanlızca “ana”nın korunması boyutuna bile AKP kurmayları tahammül edememektedir. Nüfus Planlaması Kanunu’nun çıkarılmasına gerekçe oluşturan sosyal gerçeklerin 42 yıllık bir uygulamayla hafifletilmiş olması bile, bu “kinci” ve “a-sosyal” yaklaşımı terk etmelerine yetmemiştir.

Demek ki, AKP Seçim Beyannamesi, “insan odaklı” olmakla “boş”una övünmüştür. Aslında bu beyannamenin perde gerisinde çıkar odaklı, taraflı ve ithal malı bir yaklaşım bulunmaktadır.

AKP’nin, Anayasa’yı kendisine benzetme girişimi, Seçim Beyannamesi ile 60.Hükumet Programı’nda gizli kalmış emelleri (hedefleri) daha açık bir biçimde ortaya koymakta ve “kara”dan daha da koyu bir renk olabileceğini düşündürmektedir.