Yeni Sosyal Güvenlik Düzeni Hayali ve Kadınlar
“Yeni …. Düzen” sözcüklerinin arasındaki boşluğu doldurmanız istenseydi ilk aklınıza gelen ne olurdu? Benim aklıma ilk gelen “Yeni Dünya Düzeni” oluyor; “neo-liberalizm” ya da “yeni sömürgecilik” oluyor.
Aslında Türkiye’de uygulamaya konulmaya çalışılan yeni sosyal güvenlik düzeni de okundukça, yeni dünya düzeni ile yoğun çağrışımlar yaptıran bir düzen… Özellikle sosyal alandaki fotoğraflara, bir de toplumsal cinsiyet gözlüğü ile baktığınız zaman, fotoğrafın çok daha netleştiğini ve utanç verici aykırılıkların ortaya çıktığını görmekteyiz.
Özellikle 12 Eylülü izleyen ve Türkiye’yi küreselleşme düzeni ile bütünleştirmeyi hedefleyen politikalar izlenmeye başlandığından beri, gizli saklı yürütülen bir “yeni hukuk düzeni” kurma çabası var. Bu çabanın ana özellikleri,
- Birbirinden kopukçasına yürütülmesi,
- Taslakların kamuoyuna sunulduktan sonra çok sık değiştirilerek izlenmesinin zorlaştırılması,
- Çıkarılmak istenen yasaların, mutlaka kazanılmış haklara dokunan ya da Cumhuriyetin kazanımlarını zedeleyen özellikler taşıması,
- Aynı anda bir çok farklı alanda “yeni düzen (reform)” kurma çabasıyla uzmanları bombardıman altında tutması,
- Uzmanlar ne söylerse söylesin iktidarın bildiğini okuması.
“Yeni hukuk düzeni”ni kurmak isteyenlerin kafalarında bir çok düşünce var. Sistem onların kafalarında bütünlük göstermiş olmakla birlikte bize sunuluşundaki bölük pörçüklük ve asıl niyeti izleme, bir çok veriyi birleştirerek sonuca varmayı gerektiriyor.
Son “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası”nın kadınlar için getirdiklerine bakıldığında, hemen göze çarpan özellik, çalışan ve çalışmayan kadınların haklarında bir gerileme olduğudur. Ama bunun nedenini anlamak için üç olayla bunun bağlantısını kurmak gereklidir :
- Kadınların çalışmasının ahlaka aykırı olduğunu (“Çalışan kadınlar nefislerine hakim olamazlar ve kocalarını aldatırlar”) söyleyen sözcünün sözleri,
- Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ailelere en az üç çocuk doğurmaları tavsiyesinde bulunması,
- Yeni istihdam paketinde çocuk işçi çalıştıran işverenlere konulmuş olan cezaların dokuz kat düşürülmesi.
Bu olgulara bakarak, yazımıza şöyle bir başlık atabiliriz : “Çalışma Yaşamında Çocuklar İçeri, Kadınlar Dışarı”. Buna karşın yıllar önce yine bu dergide çıkan bir yazıda tam tersini başlık olarak kullanmıştık (Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 17 Kasım – Aralık 1994 )
Bundan beş yıl önce “sosyal güvenliğin cinsiyeti”ni irdelediğimiz bir yazıda(1), “kadınların önce babalarının sonra kocalarının ve eşlerinden ayrılırlarsa tekrar babalarının” üzerinden sigortadan yararlanabildiklerini belirtmiş; durumu eleştirmiştik. Buradaki eleştirimiz, erkeklerden farklı bir pozitif ayırımcılık uygulanmış olmasından değil; kadınların sosyal güvenlik kurumuna yük olmasında ötürü de değildi. Temel eleştirimizin dayanağı, kadının, bir birey olarak görülmemesi ve hep bağımlı-kişilik olarak tanımlanmasıydı. Bunun kaynağında sosyo-kültürel etmenler ile sosyal güvenliğin çalışma eksenli olarak tanımlanması yatmaktaydı. Kaldı ki, sosyal güvenlikte bakılan çalışma “kayıtlı” çalışmaydı; buna karşın, kadınların çok büyük bir bölümü kayıt-dışı kesimde çalışmakta olup, “düzen” tarafından yok sayılmaktaydı.
TBMM’ye sunulma aşamasına getirilen yeni taslak, sorunlara o denli yalınkat yaklaşmıştır ki, kız ve erkek çocuklarının babalarının sigortasından yararlanmasını 18-25 yaş ile sınırlamıştır. Böylece babalar, kızlarını bir kez everdikten sonra, devreden çıkmaktadır. Artık kadının sosyal güvenlik düzeni içerisinde kalmasının tek yolu, kocasından ayrılmamak olmaktadır. Kaldı ki, evli kalsalar bile, sağlık karnelerini ellerinde tutan kocaların, eşlerine baskı uyguladığı örnekler bilinmektedir. Sosyo-kültürel yapıyı destekleyen iktidarın uygulamalarına bakıldığında, bu konudaki yaklaşımının, aslında “kadını kocasının boyunduruğu altına daha çok sokmak amacı”nı ele vermektedir.
2926 sayılı Tarımda Bağ-Kur olarak adlandırılan yasada, ailede kimin sigortalı, kimlerin onun bakmakla yükümlü oldukları olacağını tanımlamaktaydı. Buna göre, 22 yaşını bitirmiş ve aile reisi erkekler, sigortalı olacaklardı; kadının sigortalı olmasının tek koşulu ailede 22 yaşını bitirmiş erkek bulunmamasıydı. Yeni Medeni Kanun ile “aile reisi” konumunun kaldırılmış olmasına karşın, bu adaletsiz yaklaşım, ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 17 Nisan 2007 tarihinde verdiği bir kararla sona erdirilebilmişti. Ama Yasa Taslağını hazırlayanlar, sanki köylüyü cezalandırırcasına, 18 yaşını geçen herkesin sigortalı olmasını öngörmüş ve hepsinden ayrı ayrı prim toplamayı hedeflemiştir. Eski adaletsiz yaklaşımın aşılmasında, sosyo-kültürel yapıyı aynı tutmak, varolan adaletsizliğin daha da derinleşmesine yol açacaktır. Bu koşullar altında, kadının ayrı bir geliri olmadığı için, primini ödemesi söz konusu olmayacak; bağımsız çalışanlara uygulanan düzen nedeniyle, primini ödemediği sürece, sağlık hizmetlerinden de yararlanamayacaktır. Sosyo-kültürel yapıyı destekleyen iktidar uygulamaları, bu konudaki yaklaşımının “erkeklerin elinden aile reisliği rütbesini alan kadını cezalandırma amacı”nı ele vermektedir.
Bütün bu engellere karşın emeklilik yaşına yaklaşan kadınların bu kez, eşitlik adına erkekle emeklilik yaşları eşitlenmektedir. Yaşam boyunca, ev sorumlulukları ile iş sorumlulukları arasında mekik dokuyan ve bu arada kocasının da yüklenmediği bir takım sorumlulukları yüklenen kadınların tükettiği emek, erkeklerin emeği ile bir tutulmaktadır. Erkeğin günlük yaşam grafiği ile kadının günlük yaşam grafiğinin eşitlendiği gün, bu uygulama haklı olabilecektir. Ama burada bir eşitlik çabasından çok, “eşitlik” isteyenlere gözdağı sözkonusudur. Sosyo-kültürel yapıyı destekleyen iktidar uygulamalarına bakarak, yasa taslağının, bu konudaki yaklaşımının “çalışmış olmasını hazmedemediğini ve kadını cezalandırma amacı”nı ele vermektedir.
Doğum izni ve emzirme izni üzerinde de “geri” adım sürmektedir. Doğum izinleri emeklilikten kesilmekte; ücretli emzirme izni altı aydan bir aya indirilmektedir. Çocuk sahibi olan kadınlar için, “eve dönüş” yolu aydınlatılmakta; çalışma yaşamında yerleri olmadığı anlatılmaya çalışılmaktadır. Sosyo-kültürel yapıyı destekleyen iktidar, daha çok çocuk sahibi olmalarını isteyerek, adeta kayıtlı kadın çalışmasını olanaksızlaştırmaktadır. Böylece kadınlar esnek üretimin ve ev eksenli çalışmanın nesnesi olarak, hem daha çok sömürülecekler; hem de ev halkıyla birlikte kapı dışarı çıkmadan çalışacaklardır.
Dikkat edilirse, tutucu iktidar, kadınları ikiye ayırmaktadır: Benden olanlar ve olmayanlar. Tutucu iktidarın “kendisinden saydığı kadınlar”, çalışmayan evde üçten fazla çocuk doğuran, kocasına kayıtsız koşulsuz uyan, evinin kadınlarıdır. Ekonomik bağımsızlığını kazanan, toplumda saygın bir mesleksel konuma gelen, bakabileceği kadar çocuk yapan çalışan kadınlar, bu tutucu iktidarın gözünde cezalandırılması gereken nesnelerdir.
506 sayılı yasanın sigortalı sayılmayanlar başlıklı maddesinde, ilk sırayı, “işverenin ücretsiz çalışan eşi (ve kızı)” almaktadır. Ev işlerini, çocuk bakımını vb ücretsiz yapması yetmiyormuş gibi; işveren eşinin, üretime ilişkin çalışmalarının da ücretlendirilmemesini öngörmektedir. Çalışma eksenli bir sistemde, çalışan kadın yine de güvencesiz kalmaktadır. İşverenlerin büyük çoğunlğunun erkek oluşu, tutucu iktidarlara bu maddeyi koruma gücü vermektedir. O zaman “reform” bunun neresinde? Diye sormak gerekir. Ama gitgide artan sayıda işveren-kadın, kocalarını ücretsiz çalıştırmaya başladıklarında, tutucular ne düşünecekler ve ne yapacaklar?”
Tutucu iktidarın program ve uygulamaları ile “yeni dünya düzeni”nin sosyal güvenlik reformu, her noktada birbiriyle çakışmaktadır. Kadının (ve erkeğin) çalışarak toplumda saygın bir konum yakalamaması için, onursuz ve hep başı eğik kalması için ve seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması (parasızlıktan kent merkezine bile gidememektedirler) adına “açlıkla” terbiye edilmeye çalışmaktadır. Türkiye 2001 yılından beri hızla artan sosyal yardımlarla, hem iktidara (ve onun sosyal yardımlarına) bağımlı bir kitle yaratmış; hem de insan onurunu (ve sosyal güvenlik hakkını) derinden yaralamıştır.
Bu “bozuk … düzen”in yerine önerdiğimiz sosyal güvenlik sistemi (2), her yurttaşı gören ve onu güvence altına alan, sorunları çıktıktan sonra değil, sorunlar çıkmadan devreye giren bir düzen olmalıdır. Tam istihdam hedefi ile birlikte kadınların çalışma yaşamına nitelikli emek ögeleri olarak girdiği, ama çocuklarının asla çalışmadığı (eğitimde tutulduğu) bir düzen kurulmalıdır. Bu düzen, “kara leke”lerden kurtulduğu oranda, “kara delikler”den de kurtulacaktır.
İlk Yayın :“Yenİ Sosyal Güvenlik Düzeni Hayali ve Kadınlar”, Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim Eylem Merkezi Vakfı Yayını, Mart Nisan 2008, Sayı 97.