SSK’ da Doğru Yanlış

HEDEF

Doğru ve yanlışıyla Türkiye’de işçilere sigorta uygulamasının ellinci yılı yaklaşıyor. 1946 yılında İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası” ile uygulama başlamıştı. İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve çalışma ortamının analık üzerindeki etkileri, işçilere özgü sorunlardır. Bu bakımdan, işçilere özel böylesi bir uygulama toplum tarafından da yadırganmamıştı. Bu ilk doğruydu. Meslek hastalıkları hasta-haneleri kuruldu.

işçiler, ilk kez, “benim” diyebilecekleri bir “eser”e kavuşuyorlardı. SSK’nın, katılımlı kurullara sahip olması da, işçilere sistemi denetleme olanağı veriyordu. Bu da SSK’nın, bugün etkisi azaltılmış bile olsa, korunan doğrularından bindir. Bugün de, özellikle sendika yönetimlerinde, “SSK’ya benim deme” biçimindeki, psikolojik etki sürmektedir. “Kuzguna yavrusu güzel görünür” örneğinde olduğu gibi, SSK’daki temel yanlış görülmemekte, bunun gerektirdiği köklü adım atılma-maktadır. O zaman, İşçiler ve sendikalarındaki, “benim” duygusu, olumlu bir duygu olmaktan çıkmakta ve maraz bir duyguya dönüşmektedir.

Cumhuriyetin sağlık politikası, koruyucu hizmetleri baş tacı eden ve bulaşıcı hastalıklara karşı dikey (her hastalığa özgü mücadele örgütü, örneğin Verem Savaş, Sıtma Savaş vb) örgütlenme içine girmiştir. 1950’lere yaklaşıldığında, tedavi hizmetlerini de “herkese” götürecek modeller üzerinde çalışılmaya başlanmıştı.

Bu ortamda 1950 yılında Hastalık Sigortası Yasasının çıkarılması büyük bir yanlış olmuştur. Çünkü, tüm toplumun sorunu olan bir konuda, işçilere, salt maaşlarından prim kesilebildiği için bir ayrıcalık tanınmıştı:

Hastalananlara tedavi olma olanağı. Tüm toplum, daha önce elde edilen koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanma kazanımına, bir de tedavi hizmetlerinden yararlanma hakkını eklemeye çalışırken, işçiler tarafından yalnız bırakılmıştı, işçiler kendi başlarının çaresine bakmışlardı, Bu yanlıştır.

İktidar tarafından, hizmetin parasını ödeyebilecek olanlara kur yapma, bugün olduğu gibi o gün de vardı. Sağlıktan para kazanmak isteyenler, ancak hastanın sırtından para kazanılabileceğini çok iyi biliyorlardı. Onların düzenli gelir elde edebilmeleri için de, sigorta gibi bir “aracı” kuruma gereksinme vardı. Gerçekten de, ilaç firmaları için tatlı kazanç dönemi başlamıştı. 1953 yılında çıkarılan Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası’ndan en çok ilaç firmaları yararlandı. Bu düzenli gelir ve olanaklarla serpildiler, geliştiler.

Yapılan araştırmalar, sigorta vb. sistemlerde, ilaç tüketiminin pompalandığını ortaya koymaktadır.

Özellikle 1980 sonrası dönemde de, tıbbi araç-gereç ithalatçıları ve gelişmiş tıbbi donanımla incelemelernyapan özel kuruluşlar SSK’nın havale ettiği hastalarla varlıklarını sürdürdüler ve geliştiler. SSK kaynaklarından yararlananlar yalnızca onlar değildi. Gelirin %25’ini devlet tahvillerine yatırma zorunluluğu, prim gelirlerini en düşük faizle bankalarda tutma zorunluluğu, devlet kaynaklarından beslenenler ile banka kesimini geliştirdi.

SSK bunu hep yapıyor. İşçinin parası ile birilerini zengin ediyor. Yine Hastalık Sigortası Yasasının getirdiği hastalanan işçilere, istirahatte kaldıkları 2. günden sonraki dönem için iş göremezlik ödentisi verilmesi uygulaması bu yasadaki doğru yandır. Çünkü işçilere özgü olan bu olguda, işçi, çalışmadığı dönemlerin parasını işverenden isteyemeyeceği için, gelir kaybının karşılanması anlamlıydı.

1961’lere gelindiğinde, 27 Mayıs hareketinin topluma getirdiği demokratik açılım, sağlık alanında da kendisini gösterdi. Toplumun her bireyine sağlığı ulaştırabilmek için dev adımlar atıldı. Bu noktada, işçiler yine de hastalık sigortası primini ödemeyi sürdürdüler. Bu yanlıştı. Çünkü ortada, ülkenin tümüne verilen hizmetlerle bütünleştirilmesi gereken bir yapı vardı, işçilerse, ayrıcalıklı ve izole konumlarını sürdürmekte direndiler.

Paraları ile elde ettikleri ayrıcalıklı konumu yitireceklerini sanıyorlardı (Halbuki SSK’yı korumakla büyük kayıplara uğradılar). Toplumun en örgütlü kesimi olan, ilerici atılımlarda motor görevi görmesi beklenen işçi sınıfı ve örgütlerinin, bu tavrı, 27 Mayıs’ın sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti atılımının başarısını sınırladı ve budanmasına yol açtı. Bu yanlıştı.

Bu uygulamanın getirdiği bir diğer yanlış, uygulamadaki temel yanlış ve aksaklıklardan ders almayan Sağlık Bakanlığı çevrelerine, sigorta uygulamasının ülke çapına yaygınlaştırılması için esin kaynağı oluşturmasıdır.

Bugün de yasalara göre varolan sosyalleştirilmiş sağlık hizmetini kaldırmaya hiç bir iktidarın gücü yetmedi, ama içine soktuğu özel sektör ve çıkar çevrelen ile içeriğini ve etkinliğini bozdu. Bir anlamda, KiT’ler gibi, özel sektörü besleyen mekanizmaya dönüştürdü.

Buna karşın, 1961 yılında sağlık hizmetleri sosyalleştirildiğinde, ŞSK’dan beklenen adım, örgütsel düzeyde yakın bir ilişki ağı (hatta bütünleşme) sağlamak; buna karşın, Sağlık Bakanlığı’nca, ödenmeyen ilaç harcamalarının sigorta yoluyla ödenmesini sağlamaktı. Doğru olan buydu.

1964 yılında çıkarılan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, tüm işçi sigortalarını bir çatı bir yasa altında topladı. Eskiden de olan “öz savunma mekanizmalarını da korudu ve geliştirdi.

Neydi bu “öz savunma mekanizmaları?”

  • Madde 26: iş kazası ya da meslek hastalığı meydana geldiğinde, önlem almayarak buna yol açan işverenlere, tüm Kurum zararlarının yansıtılması… işçiye gerekli ödemeler hemen yapılarak onun kayba uğramasının önüne geçiliyor (sigortanın I sosyal yönü); sorumlular ile sonradan hesaplaşılıyor.SSK bu hesaplaşmayı çok ender yapmıştır. Böylece, hem Kurumu zarara uğratmış, hem haksız biçimde
    artan oranlarda prim toplamayı sürdürmüştür. Hem de olumsuz koşullarda | işçi çalıştıran işverenler üzerinde caydırıcı etki yapma olanağını kaçırmıştır.

    Dolayısıyla hem işyerlerinde işçi sağlığı iş güvenliğini sağlama uğraşını desteksiz bırakmış, hem de önlem almayanlarla aynı primi ödeyen işçi-iş-verenler için haksızlık kaynağını oluşturmuştur. Bu önemli bir yanlıştır.

  • Madde 41: işçilerin işe başlarken yapılması gereken sağlık muayeneleri, her sigorta kuruluşunda üzerinde titizlikle durulan konulardandır. SSK, bu uygulamaya dört elle sarılıp, aynı uygulamayı sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişilere de yaygınlaştırmalıydı. Hiçbiri yapılmamıştır.Böylece henüz sigorta kapsamına girmeden önce hasta olan işçi ya da yakınları, bazen de salt tedavi olabilmek kaygısı ile sigortalı olmuşlardır.

    Bu kaçak, aynı zamanda, toplumun, sosyal güvenlik kapsamı dışında kalan kesimleri için de önlemler alınmasını ertelemiştir. Bu da sağlık-sosyal politikalar düzeyinde sonuçları olan bir başka yanlıştır.

  • Madde 124: SSK’nın, koruyucu hekimlik bakımından gerekli her türlü koruyucu tedbirleri de alabileceğini öngörmüştür. Bu madde, sigortaya sosyal niteliğini veren ögelerden biridir. Ancak ne yazık ki, bu madde, 1964 yılından bu yana adeta unutulmuştur.Önlenebilir hastalıkların hiç ortaya çıkmaması ya da hastalıklara erken tanı konulması, sağlıklı koşullarda yaşama başta olmak üzere SSK bir çok sosyal hekimlik alanında, sigortalılara yardımcı olabilirdi. Bu yolla, hem sigortalılarını hastalıklardan korurdu, hem de Kurum olarak yersiz ödemelere düşmekten kurtulurdu. Bilinçli olarak uygulanan bu politika da yanlıştı.
  • Madde 130: “Sigorta müfettişleri “nin işyerlerinde inceleme yapmalarını öngören bu madde, yıllar içerisinde hep kısıtlayıcı değişikliklere konu olmuştur. “Kurumun teftişe yetkili memurları” ifadesi değiştirilerek, “sigorta müfettişi” nitelemesi ile sınırlanmıştır. Yasa maddesinde önceden bulunan/işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili olarak aykırılıklar saptandığında, gerekli işlemleri yapılmasını vurgulayan, anlatım, tamamen yasadan çıkarılmıştır. Bütün bunlar, işyerlerinde, henüz kaza ve hastalıklar ortaya çıkmadan alınacak önlemlerle, sigortalıların ve Kurumun zarara uğramasını önleyebilecekti. Ama yanlış ve bilinçli bir politika, giderek artan bir oranda Kurumu (ve çalışanları) zarara uğratmıştır.
  • Madde 74-75: Önlem alan, iş kazası ve meslek hastalığı olgularına rastlanmayan işyerlerinde, prim oranlarının düşürülmesi yoluyla özendirici politikalar uygulanmasını öngörüyordu. Ne yazık ki, hiç bu yola gidilmemiştir. Böylece testiyi kıran da, suyu getiren de bir olmuştur. Bu da, işçi sağlığı iş güvenliği önlemleri alan ve almayan işverenler arasında adalet duygusunu zedelemiş, haksız rekabeti körüklemiştir. Bu yanlıştır.
  • Madde 15: Kazaya uğrayan işçiye, acil yardımın ivedilikle ulaştırılması için hiç bir harcamadan kaçınılmaması gerektiğini vurgulayan maddedir. Bilindiği gibi, ölümlerin ya da sakatlıkların önüne geçmenin, sonuçları hafifletmenin yolu, ilk dakikalarda yapılan bilinçli müdahalelerden geçer. Yasa, SSK sistemine, bu alanda kurulu ilk-acil yardım örgütlerinden yardım almaya olanak tanımıştır. Üzerinden yaklaşık 30 yıl geçmesine karşın, bu olanak ancak istisnai olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla, çalışma yaşamına yönelik ilk-acil yardım örgütleri ülke çapında yaygınlaşamamıştır. Böylece sigortalıları yaşama kazandıracak önemli bir araç kullanılmamıştır. Bu! yanlıştan ötürü, sigortalılar ve Kurum zararlı çıkmıştır.

Bu YANLIŞların tümünü, SSK yöneticilerinin beceriksizliğine bağlamaya olanak yoktur. Bu yanlışlara yol açan başlıca etmen, bu sisteme katkıda bulunanların, katkılarını para ödemekle sınırlı tutmalarından kaynaklanmaktadır. “SSK’yı kimseye kaptırmayacaklarını söyleyenler”, “SSK’nın öz I savunma mekanizmalarının harekete I geçirilmesi” için hiç bir uğraş vermemişlerdir. SSK’ya “benim” diyenler, onun can çekişmesine ve sigortalıların niteliksiz hizmet sunmasına ses çil karmamışlardır.

Bunların da ötesinde YANLIŞ DAVRANIŞ, sigorta sistem ve felsefesinden kaynaklamaktadır.Değiştirilmesi gereken sistemdir. DOĞRUSU budur.

İlk Yayın : “SSK’da Doğru Yanlış” – Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Sağlık Hizmetleri Araştırma Enstitüsü Yayını, Temmuz – Ağustos 1993, Sayı 9.