Mücadelecilik

HEDEF

Nusret Fişek ile ilgili sıkça anlatılan anılardan biri, Nüfus Planlaması Kanunu’nu TBMM’den çıktığında, bir iktidar partisi milletvekilinin, “Bu Kanun bir Müsteşar’ın inadı yüzünden çıkıyor” diyerek, Nusret Fişek’i kastetmesidir. Burada seçilen “inat” sözcüğünün yerinde olup olmadığını uzun süre düşünmüşümdür. Kanımca, burada “inat” sözcüğünün yerine “mücadelecilik” sözcüğünü koymak gereklidir.

Gerçekten de, Nusret Fişek’in yaşamı, böyle “mücadelecilik” örnekleri ile doludur. Kendisine yapılan haksızlıkları, birer toplumsal olgu olarak görür ve karşı çıkardı. Çünkü burada, yalnızca kendisine yapılmış bir haksızlık yoktur; insana yapılan ve ileride de yapılabilecek bir dizi haksızlık vardır.

Bu mücadelecilik, “kar-zarar” hesabına dayanan, “Sonunda zararlı çıkar mıyım?” kaygılarını ya da “Bana bir şey yaparlar mı?” korkusunu da içermeyen bir mücadelecilikti. Şimdi bunun örneklerini ortaya koyalım:

Ikinci Dünya Savaşı sırasında Nusret Fişek, üç kez, askere alınmıştı. Yedeksubaylık hizmetinin ardından yeniden orduya çağrıldığında, yasa gereği, bir rütbe üstü verilerek çağrılması gerektiğini, biliyordu ve kural uygulanmış teğmen olarak askere alınmıştı. İkinci kez çağrıldığında, Nusret Fişek’i üsteğmen olarak görüyoruz. Ama üçüncü kez askere çağrıldığında, “Babası Tümgeneral ve Milli Savunma Bakanlığı Kara Müsteşarı” olmasına karşın, yüzbaşı rütbesi verilmemişti. Bunun üzerine Nusret Fişek, Milli Savunma Bakanlığı aleyhine, Danıştay’da dava açtı ve yargı yoluyla yüzbaşı rütbesini aldı.

Nusret Fişek, 1946-1950 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde ünlü Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doktorasını yapan ilk Türk öğrenciydi. Oldukça başarılı olduğunu gösteren ürünlerden biri, bugün Tetanoz aşısının üretildiği Muller-Muller Vasatı’nı, onun, tez çalışmasının ürünü olarak ortaya çıkarması ve bu buluşun hocasının adıyla anılmasıdır. Bu başarılı eğitim sürecinin sonucunda, sıra doktora derecesini almaya gelmişti. Doktora derecesini almak için, Harvard Üniversitesi’nin bir kuralı vardı: İki yabancı dil bilmek. Nusret Fişek, yabancı dil olarak İngilizce ve Fransızca’yı bildirmişti. Ancak Yönetim, ABD’de bulunduklarını ve İngilizce’nin anadil olarak kabul edildiğini, bir başka bilim dili bildirmesi gerektiğini hatırlatmıştı. Bunun üzerine Nusret Fişek de, diğer bildiği yabancı dil olarak Türkçe’yi bildirmişti. Ama Yönetim, Türkçe’nin bir bilim dili olmadığını, dolayısıyla, bilim dili olarak kabul edilenlerden birini öğrenmesi gerektiğini öne sürmüştü. “O yıllarda Harvard’da çok sayıda Çin’li öğrenci vardı. Onlar harıl harıl yeni bir dil öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu bana anlamsız geldi. Çünkü bu öğreneceğim üçüncü dil bana meslek yaşamımda hiçbir yarar sağlamayacaktı Ben de öğrenmemeye ve doktora derecesini de almadan Türkiye’ye dönmeye karar verdim”. diye anlatıyordu. Bu düşüncesini hocasına açtıktan sonra (onun Harvard’da kalması için çok ısrar eden Prof.Muller), Harvard Üniversitesi’nde bir kaynaşma olmuş; uzun görüşmelerden sonra Harvard Üniversitesi Yönetim Kurulu, Türkçe’yi de bir bilim dili kabul etmiş; Nusret Fişek’in, yeni bir dil öğrenmeden doktora sınavına girmesini onaylamış. Böylece Nusret Fişek, bir mücadelecilik örneği daha vererek, Harvard Üniversitesi’nden doktora alan ilk Türk öğrenci ünvanını da almış oldu.

1965 yılında, Nüfus Planlaması Kanunu’nun ardından zamanın Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Faruk Sükan, “kendisiyle çalışamayacağını ve müsteşarlıktan istifa etmesini istemişti”. Nusret Fişek, istifa etmeye yanaşmayınca da görevden uzaklaştırmıştı. Bunun üzerine Nusret Fişek, 20 yıl önce yaptığı gibi yine Danıştay’a başvurmuş ve yargı kararıyla görevine iade edilmişti. Görevden uzaklaştırma ve göreve iade işlemleri iki kez tekrar etti. Nusret Fişek, artık görev yapma olanağı kalmadığını düşünerek, üçüncü kez bu işlemin yinelenmesine olanak vermedi ve istifa etti.

1969 yılında, Hacettepe Üniversitesi’ndeki Toplum Hekimliği Enstitüsü Müdürlüğü, Nüfus Etüdleri Enstitüsü Müdürlüğü ve Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi (MESEF) Müdürlüğü devam ederken, aynı zamanda Rektör Yardımcılığı görevini de üstlenmişti. Rektör Prof.Dr.İhsan Doğramacı’nın, yurt dışına gitmesi dolayısıyla, bu kez Rektörlüğe Vekalet etmesi gerekmişti. Bu Vekillik görevi sırasında, Hacettepe Üniversitesi’nde, özellikle yabancı dil öğretiminde görev yapan Amerikalı “Barış Gönüllüleri”nin görevlerine son vermişti. Çünkü, bugün daha açık bir şekilde bilindiği gibi, o zaman da, Barış Gönüllüleri’nin casusluk amacıyla Türkiye’de bulunduğu ve CIA tarafından görevlendirildiklerine inanılıyordu. Prof.Dr.Nusret Fişek, böylece, Hacettepe Üniversitesi’nde çalışan ve görevleri dışında bir misyon üstlenmiş olan bu genç Amerikalı’ları ülkelerine geri göndermişti. Dönüşünde Rektör ile aralarında büyük bir tartışma koptu. Rektör, buna hakkı olmadığını söylerken; Nusret Fişek, “Vekilin de tıpkı Asil gibi, her hakka sahip olduğunu; görevinin gerektirdiği uygulamayı yaptığını savunuyordu”. Sonuçta, “Barış Gönüllüleri” bir kez daha Hacettepe Üniversitesi’ne dönemediler ve “afişe oldukları için”, bu uygulama da Türkiye çapında bir süre sonra ortadan kalktı.

Varolan daha bir çok mücadelecilik örneğinden en son değineceğim, 1989 yılında, “Zakkum’dan ürettiği ilacın kansere karşı kullanılabileceğini” iddia eden bir doktora karşı verdiği mücadeledir. Bu mücadele sırasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı’dır ve en yakın mücadele arkadaşı da 2.Başkan Prof.Dr. Kazım R.Türker’dir. Prof.Dr.Türker aynı zamanda Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Farmakoloji Profesörüdür (yani hekimlere ilaç konusunu öğretenlerden biriydi). Çaresizlik içinde kıvranan ve yakınlarının çektiği acılara tanık olmak zorunda kalan binlerce insanın, kanser hastalığına karşı mucizevi bir ilaç aradığı dönemde -ki hala öyledir-, böyle bir ilacın “kullanılamayacağını” söylemek cesaret isterdi. Sağlık Bakanlığı’nın ve bazı bilim insanlarının bu cesareti gösteremediği dönemde, televizyonlarda, gazetelerde, toplantılarda, Prof.Dr.Türker ve TTB’nin genç hekimleri ile birlikte, büyük bir mücadeleye girişmişti. Gece tehdit telefonları almaya başlamıştı. Bir keresinde, telefonun öteki ucundaki kişiye söylediğini unutamıyorum : “Evladım, ben de kanserim. Yararlı olacağına inansam ve bu doğru olsa ben kendim için niye kullanmayayım”.

Nusret Fişek’in son mücadelesi kansere karşı olan mücadelesiydi. Onun karşısında ancak 18 ay dayanabildi. Bu süre içerisinde hala mücadelesini sürdürdü. Gerek TTB Başkanı ve gerekse Yönetim Kurulu üyesi olarak, yaşamının sonuna kadar doğru bildiğini söylemekten ve yapmaktan geri durmadı.

Kasım 2008