Milliyet Gazetesi’ne Yazı

20 Şubat 2008

Prof.Dr.A.Gürhan Fişek
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
ve
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Genel Yönetmeni

Özge GÖZKE
Milliyet İK
Tel: 0212 505 68 97
GSM: 0 535 202 64 20
www.insankaynaklari.com

İş Kazaları ve İş Güvenliği’nin Türkiye’deki durumu

SORU-YANITLAR:

    1. Türkiye’nin iş kazaları ve iş güvenliği karnesi sizce ne durumda? Bu konuda gerekli önlemler ve yaptırımlar alınıyor mu?Karne notunu vermeden önce iş kazalarının önlenebilir olduğunu belirtmeliyiz. “Kaza geliyorum der”, ama biz duymayabiliriz. Dolayısıyla burada bir “algılama özürü” var. Demek ki, Türkiye’de kayıtlı iş kazaları, bize mutlaka bir ihmal ve tedbirsizlik olduğunu söylüyor. Sayılarının çok daha fazla olduğunu tahmin ettiğimiz kayıt-dışı iş kazalarıyla ilgili ise, ne diyeceğimizi bilmiyoruz?

      2006 yılı SSK istatistiklerine göre ülkemizde 79.027 iş kazası olmuş. Bunların %90’ı üç günden fazla işçiyi çalışmaktan alıkoymuş; 1953 iş kazası sürekli işgöremezlikle, 1592 işkazası ölümle sonuçlanmış. Hem geçici işgöremezlikleri ve hem de sürekli işgöremezliklerin (ölüm de dahil) kaybettirdiği işgünlerini bilimsel yöntemler kullanarak hesaplarsak, yılda 28 milyon işgününden daha fazla kaybımızın olduğunu anlaşılır.

      Bunlar kayıtlı olanlar, bir de kayıt-dışı olanlar var. Sözgelimi geçenlerde Davutpaşa’da 23 kişinin ölümü ile sonuçlanan havai fişek atelyesi kazası kayıt-dışı. Çünkü işçiler sigortasızmış. Bunlara bir de memurları ve tarımda çalışanları eklediğimiz zaman rakam büyük boyutülara ulaşabilir.

      İş kazalarının kader olduğu, onun için önüne geçilemeyeceği; “akacak kanın damarda durmayacağı” dolayısıyla yaralanmanın kaçınılmaz olduğu görüşleri var. Bunlar boş (batıl) inanışlar.

      2006 yılında meydana gelen kazaların üçte biri, yüksekten düşme ya da bir malzemenin üstüne düşmesi ya da devrilmesi dolayısıyla ortaya çıkmış. Bu mu önlenemez ?! Hepsinin önlemi var.

      2006 yılındaki iş kazalarının yarıdan fazlası (%54) ellerde yaralanma ya da sakatlanma meydana getirmiş. Hem ellerin makinenin tehlikeli kısımlarına yaklaşmasını önleyen mekanizmalarla ve hem de el koyurucuları ile bu iş kazaları önlenebilir.

      Türkiye’deki kazaların %60,9’u elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde, ve %23,1’i üç ve daha az işçi çalıştıran işyerlerinde meydana geliyor. Bu işyerleri önlemlerin en zayıf olduğu halkalardır. Yasalar, elliden çok işçi çalıştıranlar işyerlerinde, işçileri korumak için her türlü hizmet olanağını değerlendiriyor: İşyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi yada teknisyeni, işyeri hemşiresi bulundurulmasını zorunlu kılıyor; iş sağlığı güvenliği kurulu kurulmasını zorunlu kılıyor. Kazaların en çok görüldüğü işyerlerinde ise bunlar yok. Yasalar zorunlu kılmamış.

      Dolayısıyla denetim zayıf.

      O zaman karne notunu atarken, işyerlerini büyüklüklerine göre ayırmak gerek. Büyük işyerleri çalışma koşullarının daha iyi olması, işyeri hekimi, mühendis vs özellikli elemanları çalıştırdıkları için daha çok not olacaklar; küçük işyerleri daha düşük not alacaklar ve açıkçası sınıfta kalacaklar.

      Fişek Enstitüsü olarak yaptığımız bir araştırmada, çocuk çalıştıran küçük işyerlerinin koşullarının, görece çalıştırmayan küçük işyerlerinden daha kötü olduğunu gördük. Demek ki, küçük işyerleri arasında da farklar var. En düşük karne notlu çocuk çalıştıran küçük işyerlerinin. Yine aynı araştırma önlemler arasında da ayrımcılık yapıldığını ortaya koydu. Yangın önlemlerinin ortalaması daha yüksek ve birinci sırada; ilk yardım önlemlerinin ortalaması en düşük ve sonuncu sırada. Bu da bize işverenlerin, işçilerinden önce, mülklerini korumaya yöneldiklerini düşündürüyor.

    2. İş kazalarının önlenmesinde en büyük sorumluluk kime düşüyor? Tuzla’daki ölümleri de düşünürsek, bu konuda neler yapılmalı?
      Yasalar çok açık: Tek sorumlu işveren. Yasaların uygulanmasını izlemekle görevli olan devlet denetimini göz ardı etmeden bir şey söylemek istiyorum: İşveren kuruluşları da kendi içlerindeki çürük elmaları ayıklamalılar. Çünkü önlem almayan, kazaların kol gezdiği işyerlerinin işverenleri ile önlem alanlar arasında rekabet eşitsizliği yaratılıyor. Bundan da önlem alanlar zararlı çıkıyor. Bir örnek vereyim: Sigortalısının primlerini ödemeyen işverenlerin işçileri kazaya uğradığı zaman, bu sosyal güvenlik kurumlarının maliyetinin üzerine yük olarak biniyor; bu yükü de primlerini düzenli ödeyen işverenler üstleniyor.Tuzla gibi daha bir çok işyerde ölümler oluyor. Ama tıpkı 1999 depreminde olduğu gibi, Tuzla gözönünde olduğu için, işçiler haklarını aradıkları için dikkat çekiyor. “Maden çıkarımı ve inşaat ile ilgili işlerde çalışanlar” arasında, bir yılda 13.050 iş kazası görülmüş; bu tüm kazaların % 16,5’i… Yine aynı işkollarında bir yılda 430 meslek hastalığı görülmüş; bu rakam tüm meslek hastalıklarının % 74,9’u… Kimin haberi var?!

 

  • Siz Tuzla’daki ölümleri nasıl yorumluyorsunuz?
    Tuzla Tersanelerindeki ölümler kabul edilemez. İşverenler önlemleri alsaydı; yasalar uygulansaydı; bu kazalar olmazdı. O zaman, ölenler ile yakınlarının elleri, yasaları uygulamayanlarla, yasaların uygulanmasını izlemeyenlerin yakasında.

 

Yasalarımızda ya da yasaya uymayanlara verilen cezalarda yetersizlik yok. Tehlikeleri bir bir ortaya çıkarmak; bunlar için alınacak önlemleri saptamak mümkün. Bunları yapacak insangücümüz de var, yasalarımız da. Eldeki yasalar uygulansa, ne Tuzla’da ne Davutpaşa’da ne de Yeni Çeltek’te kaza olmaz. Ama uygulamada görev alan işyeri hekimleri, mühendisler ve “iş sağlığı güvenliği işçi temsilcileri”nin önerileri dinlenmiyor; işlerini yapmalarına olanak verilmiyor.

Tersaneler en yüksek risk grubunda yer alan işyerleri. 4857 sayılı İş Yasası, “hayati tehlike” karşısında işçiye işini bırakma hakkını veriyor; bununla ilgili hiç bir soruşturmaya uğramayacağını da garanti ediyor. Merak ediyorum, Tuzla Tersanelerinde böyle bir uygulama oldu mu? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu uygulamaya sahip çıktı mı?

  •   Eklemek istedikleriniz…
    Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı denetimden sorumlu devlet kurumu. Ama Tuzla tersanesindeki, Davutpaşa’daki ve daha bilmediğimiz bir sürü olgu, tek başına bu sorunla başa çıkamadığını gösterdi. Burada yasalarda bir yetersizlik yok. Yetersizlik iş sağlığı güvenliği yönetimi ve denetiminde.

 

Bunlarla başa çıkmak için, mutlaka idari ve mali yönden özerk bir Kurum kurulması gerek. İşçi-işveren sendikaları, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları mutlaka bu Kurum’un yönetiminde etkin olmalı. Bu önerimiz, ne yazıkki, Bakanlığın gündeminin arka sıralarında. Buna karşın tüm hükumet-dışı kuruluşlarca da destekleniyor.

Ancak böyle bir kurum, yalnızca sanayi kuruluşlarında değil, tarımda, kamu hizmetlerinde ve esnaf sanatkarların küçük işletmelerinde de uygulamayı kontrol altına alabilir.