İşyeri Hekimine Erişimde Adaletsizlikler -I

İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ

1930 yılında ilk kez işyerlerinde hekim bulundurulması zorunluluğu getirildiğinde, bu alandaki adaletsizliğe karşı çok ileri bir adımdı. Genel Sağlığı Koruma Yasamız (Umumi Hıfzıssıhha Kanunu), padişah fermanları ile Cumhuriyet’in yaklaşımı arasındaki temel farkı gözler önüne seriyordu. Padişah fermanlarında sağlık, madenlerde üretimin sürmesi, bahriye nezaretine savaşabilmesi için düzenli kömür verilebilmesi için bir araçtı. Onun için 1869 yılında madenlerde doktor bulundurulması zorunluluğunu getirmişlerdi. Cumhuriyetin kurucu kuşağı ise, doktor bulundurulması zorunluluğunun gerekçesini açıkça bildirmişti : “İşçinin sağlığını korumak, olmazsa tedavi etme”.

O tarihte Türkiye’nin olanakları, hekim sayısı ve sanayinin durumu ortadaydı. Savaştan çıkmış bir toplum ve ekonomi, Osmanlı’dan kalma bir eğitim sistemi ve ülkeyi kavramaktan uzak insangücü potansiyeli. Bugün öyle mi?

1930’larda 50 ve daha çok işçi çalıştıranlar için getirilen işyeri hekimi bulundurma yükümlülüğü (50-100-500 ve daha fazla işçi çalıştaranlar için yükümlülük basamak basamak artıyor, hastaneye doğru gidiyordu); bugün hala yerinde sayıyor (hastane kurma yükümlülüğü de yok).

24 Nisan’da Genel Sağlığı Koruma Yasası’nın 77.yılını kutladık. Ama hala 49 işçi çalıştıran işyerlerinin, doktor bulundurma yükümlülüğü yok. Üstelik de SSK istatistikleri 2005 yılında tüm işyerlerimizden % 98’inin bu özellikte olduğunu söylerken… Demekki işyerlerinin % 98’inde çalışahn işçiler, işyeri sağlık hizmetlerine erişemiyor. Bu büyük bir adaletsizlik…

Hiç mi Türkiye’nin koşulları değişmedi. Her yıl mezun olan binlerce hekim, arasında “hekim işsizliği” konuşuluyor. “İşyeri hemşireliği” kavramı, ülkemizde yerleşmeye başladı. Türkiye, 4857 sayılı İş Yasası ile 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde yanlızca doktor değil, hemşire ve iş güvenliği uzmanı bulundurmayı da yükümlülük haline getirdi. 161 sayılı ILO Sözleşmesini kabul ederek, işyerlerinde tek tek görevli bulundurmak yerine ortak sağlık merkezi kurulmasını öngördü. Bunu, işyeri hekimlerinin görev ve yetkilerini tanımlayan yönetmeliklerimiz de 1980 yılından beri önermekteydi.

Ama işyeri sağlık hizmetlerine erişimde, hala 77 yıl öncesinde getirilen bir ölçüt ile sınırlıyız: 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinin yükümlülükleri arasında hekim de, hemşire de yok; iş güvenliği uzmanı da yok.

Bu direnç, ne yaşamla bağdaşıyor; ne de çağdaşlıkla. Zaten şimdiden, gönüllü olarak işyerleri, “ortak sağlık birimleri” çevresinde, işyeri hekimi – işyeri hemşireleri bulundurmaya başladılar. Hatta iş güvenliği danışmanları var. Fişek Enstitüsü’nün 25 yıl önce başlattığı ortak işyeri hekimlikleri, bugün hem kapsadığı işyeri sayısı, hem de hizmet olanakları yönünden çok gelişti. Küçük işyerlerine ortaklaşa işyeri hekimliği, işyeri hemşireliği ve iş güvenliği danışmanlığı hizmetleri sunuluyor. Yeni örnekler de ortaya çıkmaya başladı. TİSK Çalışan Çocuklar Bürosu’nun önce Pendik’te, şimdi de Kartal sanayi sitelerinde başlattığı ortak işyeri hekimliği deneyimi çok önemli. Fişek Enstitüsü’nün işbirliğiyle yürütülen bu deneyim, hem kurguladığımız modelin yinelenebilirliğini gösteriyor; hem de gereksinmenin büyüklüğünü. İzmir, Afyon, Kayseri, İstanbul, Ankara’dan yeni yeni haberler geliyor; işyerleri için ortak işyeri sağlık merkezleri kuruluyor.

Ortak işyeri hekimlikleri yoluyla bu sistemli yaklaşıma erişim, bir başka açıdan da bir zorunluluk. Ağır ve tehlikeli işlerin yapıldığı her işyeri, büyüklüğüne bakılmaksızın, işçileri için, yönetmeliklerde örneği verilen raporlardan almak zorunda. Bu raporların özelliği, yapılacak işe elverişli olup olmadığını belirlemek. “Görme” raporu, “gece çalışabilir” ve “yüksekte çalışabilir” kayıtları yasal zorunluluklar.

  • Canını dişine takıp, bir saniye başını kaldırmadan çalışan küçük işyerleri, bu raporları nasıl alacaklar?

  • Tek tek işçilerini hastaneye götürüp muayene mi ettirecekler?

  • Hastanede muayene eden doktor, yapılan işin özelliklerini bilir mi?

  • Hastanede muayene eden doktor, işyerinin çalışma koşullarını bilir mi?

Ağır ve tehlikeli işlerde muayeneyi öngören yönetmelik, önce işyeri hekiminin bu muayeneleri yapmasını öngörüyor. O yoksa hastane ya da sağlık ocağı hekimlerinin rapor verebileceğini belirtiyor. Ama yukarıdaki son iki soru haklı bir kaygıyı içeriyor. Çünkü doktorlar ne o işyerini ne de işi tanır dolayısıyla verecekleri raporlar da “işe özel” bir değerlendirme içeremez. 1990 tarihli genelgesinde Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi de bu kaygıyı paylaşmış; her sağlık ocağı hekimine, ağır tehlikeli işlerde çalışanlara rapor vermeden önce mutlaka işyerlerini gidip görme zorunda olduğunu bildirmişti (Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi : Genelgeler, Yazışmalar, Basın Açıklamaları 1988-1990, Ankara). Sağlık ocağı hekimleri de hastane hekimleri de, hem bu doğru yaklaşımın etkisiyle, hem de işlerinin çokluğundan bu muayeneler zaman ayırmıyorlar. Özel hekimlerin, ağır tehlikeli işlerde çalışanların muayenelerini yapmakla görevli sayılmamaları nedeniyle, küçük işyerleri için tek çözüm, ortak işyeri hekimliği uygulamasının yaygınlaştırılması.

Herşeye iyi yönünden bakmak gerek. Bugün elliden az işçi çalıştıran işyerlerinden hekim-hemşire bulunduranlar, GÖNÜLLÜ işyerleri. Bu da hem kaliteye, hem yasalara ve hem de işçisine önem verdiklerini; ya da önem veren büyük şirketlerle yakın bir bağ içinde çalıştıklarını gösteriyor. Hizmet çeşitliliğinin artmasında, işyerlerinin sağlıklı güvenli hale getirilmesinde, kaliteli ve kurallı çalışma çabası önemli bir etmen. Ama kanımızca bundan daha önemli olan motive edici öge, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerinin, sınırlı sayı ve olanaklarına karşın, özverili çalışmaları ile gelişmeleri tüm işyerlerine taşıma çabaları.

Bu çabaların değerini bilmek ve anmak gerek. Ama “kural”ların gelişmesi, 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinin de ortak işyeri hekimi, işyeri hemşiresi ve iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğünün gelmesi onların işlerini de kolaylaştıracak, yaptırabilirliklerini arttıracak. Bundan hem çalışanlar ve hem de çalıştıranlar kazançlı çıkacak.

Ne yazıkki, gönüllülük bazıları için sosyal sorumluluğunu yerine getirmek; bazıları için de “enayi”lik. İşte bu noktada, hem Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ve hem de iş müfettişlerine büyük görevler düşüyor. Bakanlık, işverenlerin yükümlülüklerini gösteren mevzuatı dikey ve yatay yönde geliştirmeli. Yani bir yandan içeriğini zenginleştirmeli (dikey), bir yandan da daha geniş bir nüfus kesiminde uygulanmasını sağlamalı (tabana yaymalı, yatay). Yani işyeri sağlık güvenlik hizmetlerine erişimde adaletsizlikleri gidermelidir.

İş müfettişleri, gelişimin güdüleyici ve itekleyici gücünün kendilerinde olduğu bilinciyle, tüm yenilikleri uygulatmaya çalışmalı; hizmete erişimi kolaylaştıracak model çalışmaları özendirmelidirler. Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı da, bu alandaki yasal dayanakları güçlendirmeli; en iyi uygulama örneklerinin özendirilmesi ve sergilenmesi için çalışmalıdır.

İlk Yayın : “İşyeri Hekimine Erişimde Adaletsizlikler -I” – Çalışma Ortamı Dergisi, Mart Nisan 2007 Sayı:92.