İşverenin Tutmakla Yükümlü Olduğu Belgeler

HEDEF

İşyerinde, işçi sağlığı, iş güvenliğinin sağlanması ödevinin işverenin ödevi olduğu, yüzyılımızda artık tartışılmayan bir konudur. Bu hem tek tek İşçilerine karşı, hem de topluma karşı bir yükümlülüktür, işçiye düşen ise, bu konuda konulan kurallara uymak ve kendisine öğretilenleri uygulamaktır.

“İşverenin işçisini gözetme borcu” olarak da tanımlanan yükümlülük, yalnızca iş kazalarıyla meslek hastalıklarını izleyen tazminat davaları sırasında anımsanmamalıdır. Öncelikle, iş kazalarıyla meslek hastalıklarının hiç ortaya çıkmaması için alınması gereken önlemler sözkonusu olduğunda akla getirilmelidir.Ancak bu yolla, iş kazalarındaki dünya birinciliğimiz ile meslek hastalıkları konusundaki tüyler ürpertici durumum uzun önüne geçilebilir.

Bazılarınca, “kabul tarihi”ne ve “teknolojik gelişmenin gerisinde kalmış” bir kaç maddesine bakarak “eskimiş” ilan edilen yasa ve tüzüklerimiz bu konuda bize eşsiz olanaklar sunmaktadır, işçi sağlığı iş güvenliği konusundaki yasal dayanaklar, bir kaç düzeltme gereksinmesi dışında çağının önünde hükümler taşımaktadır. Buna karşın, onu uygulamaya geçirme konusunda, aynı övücü sözcükleri kullanmaya olanak yoktur.

Ülkemizde işçi sağlığı iş güvenliği denetimi, hem nicelik ve hem de nitelik olarak oldukça geri düzeydedir.Başta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olmak üzere, denetim yapmakla ödevli kamu ve kamu-dışı kuruluşların çalışmaları, yeterli sonucu almaktan uzaktır. Bunun kanıtı, iş kazalarının nicelik, sürekli iş göremezlik ve ölüm sıklığı yönünden gösterdikleri yüksek değerler; meslek hastalıklarının ise, tanı bile konulmadan gözden kaçırıldığını gösteren düşük değerlerdir.

Bu neden böyledir?

İlk neden, insan yaşamına verilen değerin de düşük olmasıdır. Bu toplumun aşması gereken en önemli engeldir. Nimetlerin bir avuç insan için, külfetlerin ise “herkes” için düşünüldüğü bir sistemde, işçi sağlığı iş güvenliğinin sağlanması beklenemez. O halde, nimetlerin ve külfetlerin dengeli bir biçimde dağıldığı bir demokrasi düzeni önemli bir zorunluluktur.

İkincisi, “bilme hakkı” olarak işlenen, bireyin kendi haklan ve sorunları konusunda uyanık ve bilinçli kılınması hakkının benimsenmesi ve o birey tarafından savunulması zorunluluğudur. Yasalarımız İşçilerin, işçi sağlığı iş güvenliği konusunda ve toplumun çevre konusunda eğitilmesini kural olarak koymaktadır. Acaba bu ne ölçüde uygulanmaktadır?

İşçilerin, işçi sağlığı iş güvenliği bilgi düzeyine ilişkin araştırmalar ile çeşitli gözlemler, işçilerin yeterince aydınlatılmadığını ortaya koymaktadır.

Üçüncüsü, ülkemizde “serbest rekabetten çok sözedilmesine karşın, böyle bir yaklaşım, savunucularının kafalarında bile yoktur. Rekabetin serbest olabilmesinin ön koşullarından biri, işverenlerden bir bölümünün kayırılmamasıdır. Bunun için, sözgelimi, işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili mevzuatın eksiksiz ve etkin olarak tüm işverenlere uygulanması gerekir. Gerçekte, ancak küçük bir bölümünün yine küçük bir oranda bu kurallara uyduğunu, çok büyük bir bölümünün ise keyfi uygulamalarını fiilen kabul ettirdikleri bilinmektedir.

Bu, kendi aralarında rekabet eşitsizliği yaratmakta, adalet duygularını zedelemektedir.

Çıkış nerede?

Her şeyden önce, etkin, yaygın, sürekli, bilimsel-teknik gereklere uygun ve caydırıcılığı olan bir denetimin gerçekleştirilmesi gerekir.

Bu çapta bir olayı, tek başına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerinden, ya da sigorta müfettişlerinden beklemeye olanak yoktur. Bugüne değin olay, bu dar bakış açısı ile görülmüş ve Kimya Mühendisi iş güvenliği müfettişinden trafoları, inşaat mühendisi iş güvenliği müfettişinden işyeri hekimlerini denetlemesi beklenebilmiştir.

İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurulları’nın, düzenli toplantı yapması istenmiş, toplantı defterlerindeki imzalar izlenmiş; ama, etkin görev yapabilmeleri için zorunlu olan örgütlenme ve ölçüm hizmetleri gözardı edilmiştir.

Bütün bunlar yasaların yetersizliğinden mi?
Tam tersine, yasaların uygulanmamasından…

işçi sağlığı iş güvenliği mevzuatı, bir çok yasa ve tüzüğe dağılmış hükümlerden oluşmaktadır. Bu dağınıklık, uygulamada hazır reçete arayanlar için yakınma konusu oluşturmaktadır.

İşçi sağlığı iş güvenliği, bir çok bilim dalının alanına giren multi-disipliner bir konudur, işçi sağlığı iş güvenliği, üretimden dolayısıyla üretime yön veren bilgi süreçlerinden soyutlanamaz. O zaman onu tek bir sürece, tek bir yasaya indirgemek de olanaksız. Ancak farklı süreçler içinde, sağlık ve güvenlik boyutunun dışlanmasının da önüne geçilmesi gerek.

Bu farklı süreçler içindeki, sağlık ve güvenlik boyutlarının gerektiğinde tek boyutta, ama takım çalışması içinde ve uygulamada bütünleştirilebilmelidir.

Uzun sözün kısası. Farklı bilim dalları içerisinde işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgilenmekte olanların, birarada çalışabilmeleri için uygun ortamların hazırlanması çok önemlidir. Farklı bilim-uygulama alanlarını ilgilendiren yasaların içerisinde işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin hükümlerin bulunması da kaçınılmazdır. Ancak bu hükümlerden böylesi bir eşgüdümlü çalışma içerisinde yararlanılması ve geliştirilmesi, uygulamayı da, denetimini de zenginleştirecektir.

O halde yetersizlik yasalardan değil, takım çalışmasının olmayışından ve bütün işleri tek bir insan boyutuna indirgeme kaygısından kaynaklanmaktadır. Çağımız tek tek insanların değil, takım çalışması yapan insanların çağıdır. Demokrasinin bir boyutu da budur.

Bütün bu soyut sayılabilecek değerlendirmeleri, işyeri düzeyindeki uygulamaya nasıl yansıtabiliriz?

Bu sorunun yanıtı, işçi sağlığı iş güvenliği (İşS-İşG) ile ilgili tüzüklerde saklıdır. 1940 yılında ilk tüzük çıktığından beri, mevzuatımız ısrarla işverenden bir takım belgeler istemektedir. Gerekli önlemlerin “usulüne uygun” alınıp alınmadığının kanıtlanması için öngörülen bu belgeler arasında işe giriş sağlık raporları, kompresör bakım raporu, kaldırma iletme araçları kontrol belgeleri, işçiye sağlık-güvenlik eğitimi verildiğine ilişkin belge vs, bulunmaktadır.

Ancak bunların ne denli yaygınlık kazandığı ve ne denli “usulüne uygun” yapıldığı da uygulamayı yakından tanıyanlarca bilinmektedir. Bilmeyenler için, tek bir sözcükte durumu tanımlayalım:

Yürek paralayıcı.

Bazı uygulamacılar tarafından, bu belgelerin gereksiz, lüks ve kırtasiyeci-gereksiz formalitelerle uğraşan yaklaşımın bir ürünü” olarak gösterilmeye çalışılması da bugün varolan durumun ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Gerçekte bu belgeler, belgeyi düzenleyecek bilgi-deneyim düzeyindeki uzmanlarla, bundan yararlanacak olan uygulamacıların bir buluşma noktasıdır. Burada gerçekleştirilen alışveriş (ya da eşgüdüm) çok değerlidir.

Neden?

  1. Uzmanlaşmayı getirmekte,
  2. Uzman bilgilerinin uygulamada yeralan tüm taraflarca paylaşılmasını sağlamakta, 3. Denetimin nesnel
    bllgilerin-ölçümlerin ışığında yürütülmesine olanak vermekte,
  3. İşyeri İşS-İşG kurullarının aylık toplantılarında ele alması gereken bir kılavuz oluşturmakta,
  4. Çalışma yaşamındaki üçlü yapıya, uzmanların da katıldığı dördüncü bir ögeyi kazandırmakta,
  5. Uygulamanın iş güvenliği denetimlerine ya da iSGÜM çalışmalarına bağımlılığının önüne geçmekte yeni bilirkişiler oluşturmakta,
  6. İşS-İşG olayını her sıradan işçinin izleyebileceği ölçüde basite indirgemekte,
  7. Kamu denetimini güçlendirirken, kamu-dışı denetim mekanizmalarına, özellikle de bireysel denetim mekanizmalarına güç kazandırmaktadır.

İlgilenen kişiler, ancak bu belgelerin varlığını arayarak işyerindeki durumu anlayabilirler. Örneğin hasta bir kişi için yapılan laboratuvar incelemesinden sonra verilen sonuç belgesinde iki sütun vardır. Bu sütunlardan birinde hastaya ilişkin değerler, öteki sütunda ise normal değerler yeralmaktadır. Normal sınırların dışına düşen değerler, hastalar tarafından kolayca görülebilmektedir. O kadar ki, bazı laboratuvarlar, normalden sapmaları özel işaretlerle daha da görülür hale getirebilmektedirler. Bu, kişinin, kendi sağlık durumunun ayırdına varmasına hizmet etmektedir. İşte “işverenlerin tutmakla yükümlü olduğu belgelerden de aynı mekanizma içinde yarar sağlanabilir.

Bu noktada kamu denetimine düşen iş azalmaktadır. Çünkü olay işçi ve temsilcileri ile işverenin yer aldığı bir odağa kaymaktadır. İşverenin tutmakla yükümlü olduğu belgelerin yaşama geçirilmesinden sonra, kamu denetiminden beklenen sınırlı işlevler şunlardır:

  1. Kuruluş ve işletme aşamalarında, titiz bir inceleme sonrası işyerine izin vermek;
  2. İşyeri çalışmaya başladıktan sonra da, o işyerinin özelliklerine göre, yükümlü olunan belgelerin bilimsel ve teknik gerekler doğrultusunda, düzenli olarak tutulmasını sağlamak;
  3. Çıkan anlaşmazlıkların ya da uygulamadaki tıkanıklıkların çözümünde hakem rolü üstlenmek;
  4. İşyerlerindeki maddelerin tehlike-zarar sınırlarının bilimsel-teknik gelişmeler doğrultusunda uygulamaya (mevzuata) aktarılması.

İşverenin tutmakla yükümlü olduğu belgelerin titizlikle kovalanmaması ne gibi sonuçlar doğurmuştur?

Bugün işyeri ortamında durum değerlendirilmesine olanak verecek olan hava ölçümleri yapılmamaktadır. Bu nedenle “Parlayıcı Patlayıcı Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerleri’nde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzük’e ekli listede belirtilen “insan sağlığı için tehlikeyi tanımlayan sınırlar” hiç bir anlam taşımamaktadır. Zaten, dünyadaki tüm gelişmelere karşın 20 yıldır da el sürülmemiş olması da bundandır.

Sınırlı işyerlerinde düzenli ve titiz bir çalışmayla ortaya konulan işçilerin işe giriş ve periyodik muayeneleri, mesleğin gerekleri ve onun gerektirdiği laboratuvar hizmetleri ile desteklenerek yapılmamaktadır.

işçilere işin gerektirdiği sağlık güvenlik bilgileri verilmemekte; duyarlılıkları geliştirilmemekte; ama, maske, baret, kulak tıkacı, gözlük gibi koruyucu malzemeleri kullanmaları beklenmektedir. Kullanılmayınca da büyük bir öfke ve bezginlik seline kapılınmaktadır.

işçilerin çalışma koşullarından kaynaklanan sağlık yakınmaları büyürken; işçi sağlığı iş güvenliği kurullarında “derslerin boş geçmesi”, işçiye duyurulmadan geçiştirilmeye çalışılmaktadır. İçine girilen çıkmazlar, yasaların yetersizliği ile açıklanmaya çalışılmakta; insanların haklarına sahip çıkmaları önlenmektedir. Bu, umutsuzluğu körüklemekte, eldeki demokratik olanaklara da güven yok olmaktadır.

Bütün bunların panzehiri nedir?

Bugün işçi sağlığı iş güvenliği alanında önümüzde uzanıp giden karamsar tablonun çözümü, bireylerin haklarına sahip çıkacakları ortamın oluşturulmasında yatmaktadır. Kamu denetiminin de, kamu-dışı denetim odaklarının tek görevi, bireye haklarını koruyup geliştirme yollarını açmaktır.

işçi sağlığı iş güvenliği konusunda “işverenlerin tutmakla yükümlü olduğu belgelerin’ düzenlenmesi ve ilgili herkesin incelemesine açılması bunun ön koşuludur.

Çağdaş olan ekonomik ve sosyal gelişmeyi dengelemek ve olabildiğince sosyal hakları geliştirmektir. Yoksa ekonomik güce dayanarak, zorbalıkla bireyi örgütsüzleştirmek ve ezmek değildir. Bunun yolu da, bireyin hak ve çıkarlarına sahip çıkmasını, toplum örgütlerinin de bu çabaları eşgüdüm içinde ve çoğaltarak hedefe götürülmeleridir.

İlk Yayın : “İşverenlerin Tutmakla Yükümlü Olduğu Belgeler” – Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Sağlık Hizmetleri Araştırma Enstitüsü Yayını, Eylül – Ekim 1993, Sayı 10.