İşçi Sağlığı İş Güvenliğinde Hesap Sorma

Başarısızlık, eğer yeniden yeniden uğranılan bir olguysa, o kişi için çok büyük bir utanç kaynağı olmalıdır. Böyle bir durumda japonların hara-kiri yaparak intihar ettiklerini sıkça duyduk. Ama ülkemizde, işçi sağlığı iş güvenliği alanındaki başarısızlıkları dolayısıyla ne bir işverenin, ne de bir Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilisinin kendisine “fiske” vurduğuna tanık olmadık.

Buna karşın, iş kazalarıyla meslek hastalıklarının önlenebilir olgular olduğu, “kazaların geliyorum dediği”, “ucuz olanın önlemek olduğu”, “emeğin en yüce değer” olduğu hep söylenir. Ama gelin bu sözlerin doğruluğunu bir de, iş kazaları sonucu sürekli işgöremezliğe uğramış olanlara sorun. Toplumu en çok iş kazası sonucu ölümler etkiler; hele de bir türlü cesedine ulaşılamamış toprağa gömülmüş emekçiler… Onların ailelerinin dramı yürekleri dağlar. Ama ölen ölmüştür; acılar bastırılmaya çalışılmaktadır. Ama sürekli iş göremez olanların dramı ?! Onlar sakatlıklarıyla yaşamaya mahkum edilmişlerdir; çalışamaz denmiş, maaş bağlanmıştır. Maddi ve manevi acılarının bastırılmasına olanak yoktur; çünkü her sabah gözlerini dünyamıza açtıklarından, bu acıları yeniden yeniden yaşamaktadırlar.

İşçilerin sağlığının korunması için yasalara hükümler koymak, tüzük-yönetmeliklerle bunun nasıl gerçekleştirileceğini ayrıntılandırmak yetmez. Yasaların uygulanması için olanakların yaratılması ve ne denli başarıyla bunun gerçekleştirildiğinin izlenmesi gerekir.

Ülkemizde hem uygulama ve hem de denetim kanalları yetersizdir. 8.Beş Yıllık Kalkınma Planı “İşgücü Piyasası” Özel İhtisas Komisyonu “İş Sağlığı Güvenliği Çalışma Grubu Raporu”, bunun sayısız örnekleriyle doludur (1). Çalışma yaşamının bu iki evresi (uygulama,denetim)iç-içedir. Her ne kadar, “yumurta mı tavuktan çıkmış, yoksa …” benzetmesi, burada uygun gibi düşünülse de, gerçek şudur : Uygulama yetersizse, önce denetim evresinin ele alınması gerekir. Çünkü “uygulamayanlar”dan hesap sorulmadan bir ivme yaratamazsınız.

Hesap sorma, işletme düzeyinden başlamalı; zincirleme ülke düzeyine kadar çıkarılmalıdır.

İş Yasası’nın 77.maddesi, işçilerin sağlığının korunmasını bir işveren görevi olarak tanımlamaktadır. İşveren, iş sağlığı güvenliği mevzuatını tek başına uygulamaya geçiremez. Sözgelimi, her işveren işçisinin “ağır ve tehlikeli işler”de çalışıp çalışamayacağına karar vermek için, onu muayene edip, rapor veremez. Bu doktor işidir. Türk Tabipleri Birliği, doktorların ancak işyerinin ve işin koşullarını gördükten sonra, bu raporu vereceklerini ilan etmiştir (2). Demek ki, sıcak ve korunaklı odasından çıkmayan doktordan bu görevi gerçekleştirmesini bekleyemeyiz. Bu saptama, bizi işyeri hekimliğinin tüm işyerleri için zorunlu olduğu sonucuna götürür.

Burada yol ikiye ayrılıyor :

  1. Eğer işyeri 50 ve daha çok işçi çalıştırıyorsa, işyeri hekimi tutma yükümlülüğü var. O zaman işyeri hekiminin yasa-yönetmeliklerin öngördüğü görevleri yapmasını bekleriz. Sağlık muayenesini, bu muayeneyi ek incelemelerle desteklemesini bekleriz. Yapmazsa hesap sorarız.
  2. Eğer işyeri 50’den az işçi çalıştırıyorsa, gönüllü olarak işyeri hekimi bulundurabilir (Bu ortaklaşa da olabilir). İşverenin böyle bir zorunluluğu yoktur. Ama başta sağlık raporu, işyerine özel çalışma koşullarının gerektirdiği incelemeleri vb işverenden isteriz. Yapmazsa hesap sorarız.

7 Ocak 2004 tarihinde Türkiye tarafından kabul edilen, “İş Sağlığı ve Güvenliği ve Çalışma Ortamına İlişkin 155 Sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi”nin 3.maddesi, sağlığı şöyle tanımlamaktadır : “Sağlık terimi, işle bağlantısı açısından, sadece hastalık ve sakatlığın bulunmaması halini değil, aynı zamanda, çalışma sırasında hijyen ve güvenlik ile doğrudan ilişkili olarak sağlığı etkileyen fiziksel ve zihinsel unsurları da kapsar.” (3)

Demek ki, işçilerin sağlığının korunması yalnızca doktorların işi değilmiş. Uluslararası belgeler ve yasalarımız, işyerindeki sağlık hizmetlerini, tümelci bir yaklaşımla ele almakta ve çok bilimli çok kesimli bir olgu olarak kabul etmektedir.

İşçilerin sağlığının korunması, tek tek işçilerinin sağlığının korunması gibi bireysel bir boyutu aşmaktadır. Bu koruma toplum önlemleri kapsadığında, iş güvenliği uzmanlığının görev alanına girer. İlgili yönetmelik, “çalışma ortamının gözetimi” amacıyla iş güvenliği uzmanlarına, işyerindeki tehlikelerin saptanmasından, ölçülmesine; giderilmesinden işçilerin aydınlatılmasına kadar bir çok görev yüklemiştir. Bu görevlerin gerçekleştirilmesi de belli bir bilgi ve deneyim birikimini zorunlu kılmaktadır. İşveren yükümlülükleri sayılan bu görevler, onun adına iş güvenliği uzmanlarınca yapılmalıdır. Ancak işçi sayısı 50’ye varmamış bile olsa bu çalışmaların işyerlerinde yapılması gereklidir. Bu gereklilikleri yerine getirmeyen işverenler, kaza ve hastalıklara davetiye çıkarıyor demektir. Bir çok örnekte görüldüğü gibi, bundan zararlı çıkanlar, yalnızca işveren ve kendi işçileri değil; komşu işveren ve işçileri de olabilmektedir.

Burada yol ikiye ayrılıyor :

  1. İşverenlerin yükümlülüklerini yerine getirmemeleri durumunda, hesap sormayı, bir kaza ya da felaketin meydana gelip; bir sürü canın yanmasına ya da kaybına kadar ertelemek,
  2. Bu yükümlülükleri yerine getirmeyenlerin, olası bir kaza ya da felakete yol açmaması için, eksiklerin önceden saptanıp, önlem almaya zorlanması.

Uygulamada, yetersiz kalan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş teftişi dışında, elliden az işçi çalıştıran ve işçilerin yaklaşık %40’ını kavrayan işyerleri için, başka bir hesap sorma yolu yoktur.

Yine yetersiz iş teftişi dışında, 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde, görevini yerine getirmeyenlerden hesap sorma ise, “iş sağlığı ve güvenliği kurulu”nda yapılması gerekirken, bu da yeterlilik ve süreklilik gösteren bir mekanizmaya dönüştürülememiştir.

Tüm işyerlerindeki görev ihmallerinin, ancak, bir kaza veya felaket durumunda sorgulanacağı sonucuna varmamız ise, çok onur kırıcıdır. Çünkü, bu sözün özü, sorumsuzluktur; öngörüsüzlüktür; insan hakları ihlalidir.

İşverenleri ve işçileri bu duruma düşürmemeliyiz. Bunun için, herkes kendisine verilen ödevi yerine getirmeli; getirmeyenden de hesap sormalıyız.

Bunun için atılması gereken iki adım vardır :

  1. İşyeri hekimliği, iş güvenliği uzmanlığı, işyeri hemşireliği, iş sağlığı güvenliği kurulu kurulması gibi yükümlülükler için işyerinin, “50 ve üzeri işçi çalıştırması gerekir” biçimindeki kısıtlamanın tamamen kaldırılması gerekir.
  2. İşyerlerinde kurulu iş sağlığı güvenliği kurullarının ve tek tek bu kurulda görev alan uzmanların, işçi ve sendika temsilcilerinin, zincirleme olarak ülke düzeyindeki kurum ve kuruluşlarla “yardımlaşma ve hesaplaşma” ilişkisi içerisine sokulması gerekir.
  3. Bu büyük ilişkiler ağı, yalnızca kamu otoritesine bağlanamaz. Bunun için “idari, mali yönden özerk ve tüm sosyal tarafların eşit katılımının sağlandığı” bir kurum tarafından düzenlenmelidir.
  4. Tüm çalışmalar bir adım daha öteye götürülmeli ve iş yasası kapsamı dışındaki kümelere de yaygınlaştırılmalıdır :
    • Memurlar, tarım kesimi, esnaf ve sanatkarlar vb iş yasasının istisna maddesinde yer alsalar bile, bu çerçevenin içine girmesi sağlanmalıdır.
    • Sağlık güvenliğin (ve çevrenin) yalnızca işyerlerini ilgilendirmediği, aynı biçimde okul, sokak, ev gibi diğer yaşam kesitlerini de ilgilendirdiği gözönünde tutularak, bu kurumun, mesleksel boyutu da aşarak, çok daha geniş bir toplum kesimini kucaklaması sağlanmalıdır.

Ancak böylesi bir çerçevede, işçilerin sağlığını koruyabilir; insanların sağlığını güvenliğini koruyacak olanların gönlünü alabilir ve görevlerini yeterince yerine getirmediklerinde hesap sorabilirsiniz.

KAYNAKLAR :
(1) 8.Beş Yıllık Kalkınma Planı “İşgücü Piyasası” Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT Yayını, 2001.
(2) Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi : Genelgeler, Yazışmalar, Basın Açıklamaları (1988-1990) , Ankara, 1990 s.164
(3) İş Sağlığı ve Güvenliği ve Çalışma Ortamına İlişkin 155 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun (Kanun No.5038, Kabul Tarihi 7.1.2004)

İlk Yayın : “İşçi Sağlığı İş Güvenliğinde Hesap Sorma” Türk İş Dergisi, Sayı : Mayıs 2011.