İş Sağlığı Güvenliği Yasası Sonrası Dönemin Değerlendirilmesi- Özet
15.Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Kongresi
(9-12 Şubat 2014, Ankara)
calismaekonomisikongresi2013@gmail.com
ÖZET
2003 yılında TBMM tarafından kabul edilen İş Yasası, iş sağlığı güvenliği alanında yeni dönemin işaretlerini vermişti. Yine Avrupa Birliği desteğiyle “ÇSGB İş Sağlığı Güvenliği Genel Müdürlüğünün Güçlendirilmesi” projesinin de getirdiği bazı yükümlülükler vardı. Bütün bu gelişmeler ve Bakanlığın sosyal taraflar arasında uzlaşı arayışı sonuçsuz kaldı, 2012 yılı Haziran ayında, sosyal tarafların tam desteği olmasa da yasa, TBMM tarafından kabul edildi ve kademeli olarak yürürlüğe girdi.
Biz bu bildirimizde, 2012 tarih ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve onu izleyen gelişmeleri, üç adımda değerlendirmek istiyoruz.
Başlangıçta, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 1995 yılında hazırladığı yasa taslağı, Avrupa Birliği’nin 89/391 sayılı Çerçeve Direktifi ve 6331 sayılı yasa arasında karşılaştırmalar yapılacaktır.
İkinci adımda, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve onu izleyen gelişmeleri, iş sağlığı güvenliğinin bazı temel ilkeleri ışığında irdelemek istiyoruz. Bu temel ilkeler şunlar :
- İş sağlığı güvenliğinde insan önce gelir.
- İş sağlığı güvenliği bir takım oyunudur.
- İş sağlığı güvenliğinde, hak sahipleri, haklarına sahip çıkmadan başarı elde edilemez.
Son olarak, söz ile eylem tutarlılığı tartışılacaktır.
BİLDİRİ
Hazırlıklarına 1993 yılında başlanan İş Sağlığı Güvenliği Yasası ancak 2012 yılında çıkarılabildi. Tam olarak yürürlüğe girmesi 2016 yılını da aşacak.
Bu evrede biri 1995 tarihli Yasa Taslağı, diğeri 2012 tarihli Yasa olmak üzere iki metin ortaya çıktı. Bakanlık, 2005 sonrası Yasa çıkarma çabası içindeyken, bunu AB uyum süreci için zorunlu olarak atılması gereken bir adım olarak gösteriyordu. Bu metinlerin, AB müktesabatıyla uyumunu anlayabilmek için Avrupa Birliğinin 89/391 sayılı Çerçeve Direktifi’ne bakmamız gerekmektedir.
Bu konuda hazırlanan ayrıntılı karşılaştırma tablosu için kaynağa başvurunuz (Fişek A.G., 2012).
Bu karşılaştırmada tek tek maddeleri irdelemenin ötesinde bu metinlerin ağırlık merkezleri açısından da bir karşılaştırma yapmak gerekmektedir. O zaman şu saptamalar yapılabilir : Her üç metin, ortaklaşa işveren yükümlülüklerini tanımlamaktadır. Ama her üçünde de, bu işverenleri, yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlamada hangi araçların kullanılması gerektiği görüşü farklıdır. 2012 yılında çıkan İş Sağlığı Güvenliği Yasası, işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve bunların oluşturduğu Ortak Sağlık Güvenlik Birimlerine (dışarıdan hizmet satın alma) ağırlık vermektedir. 1995 yılında hazırlanan Mesleki Sağlık ve Güvenlik Yasa Tasarı Taslağı ise, işçi temsilcilerini ve ulusal konseyi öne çıkarmıştır. Avrupa Birliği’nin 89/391 sayılı Çerçeve Direktifi ise, işçilerin ve/veya temsilcilerinin bilgiye erişimi, eğitimi ve yönetime katılımı üzerinde durmuştur.
Buradan anlaşılmaktadır kı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) bu yasayı çıkarmaktaki amacı başkadır. O zaman şuna bakmamız gerekir:
ÇSGB’nin hazırladığı ve TBMM tarafından kabul edilen İş Sağlığı Güvenliği Yasası ile mevzuata yerleştirmek istediği, ama AB’nin Çerçeve Direktifi ile hiç bir ilgisi olmayan istekleri şunlardır :
- İşyeri hekiminin ve iş güvenliği uzmanının nitelikleri ve belgelerinin ÇSGB tarafından onaylanması,
- Bunları yetiştirecek eğitim kurumlarının oluşturulması ve izlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olması, sertifikalandırma sınavlarını yapıp onaylaması,
- Mesleki eğitimin, iş sağlığı güvenliğinin en önemli sorunu olduğu varsayımından yola çıkarak, bunun yaşama geçirilebilmesi için zorlamalar yapılması.
Bakanlığın stratejisi, her ne kadar AB’ye uymasa da, başarılı kabul edilebilmesi için, iş kazalarıyla meslek hastalıklarının önlenmesine katkıda bulunması gerekir. Ama istatistiklerde bir azalma yoktur. Tersine ölümlü iş kazaları artmıştır. Aynı zamanda, ilgililer arasında yapılan kamuoyu yoklamaları da, bu konuda başarı umudunun yüksek olmadığını göstermektedir.
2012 tarihli İş Sağlığı Yasası’nın uygulamasında görülen bazı yanlışlıkları, iş sağlığı güvenliğinin evrensel üç ilkesi çevresinde değerlendirmek istiyoruz. Bu ilkeler :
- İş sağlığı güvenliğinde insan önce gelir.
- İş sağlığı güvenliği bir takım oyunudur.
- İş sağlığı güvenliğinde, hak sahipleri, haklarına sahip çıkmadan başarı elde edilemez.
İş sağlığı güvenliğinde insan önce gelir. Ne yazık ki, uygulamada insandan önce “belge” gelmektedir. 2013 yılı Ocak ayından başlayarak yapılan tüm denetimlerde, “risk analizi belgesi”, “acil eylem planı belgesi”, “patlamadan korunma dokümanı belgesi”, “işçi eğitimi belgesi” vb aranmaktadır. Bütün görevliler, bu belgelerin hazırlanması ve beğendirilmesi için çalışmaktadırlar. İnsanı gören yok.
“İnsanı gören yok” yargısı haksız mıdır? Bunu yanıtlamak için, işyeri hekimlerinin çalışmalarında düşürülen standartlara bakalım :
- İşyeri hekiminin işyerinde bulunma süresi azaltılmıştır.
- İşyeri hekimi, işçileri, yılda bir kez “hasta olmadıkları halde” geçirdikleri sağlık kontrollerinin periyodu, tehlikeli işlerde 3, az tehlikeli işlerde 5 yıla çıkarılmıştır.
- Mutfak ve besin işleriyle uğraşan personelin, bulaşıcı hastalıkları bulunmadığına ilişkin, üç ayda bir almaları gereken portör raporları kaldırılmıştır.
- İşyeri hemşirelerinin bağımsız olarak mesleklerini yapmaları engellenmiş ve yardımcı eleman (emir-eri) gibi kullanılmaları öngörülmüştür.
- İşyeri hekimlerinin, mesleki yönden denetimleri, mesleksel kökenine bakılmaksızın herhangi bir iş müfettişinin yetkisine bırakılmıştır.
Bütün bu saptamalar, bize işyeri hekimliği alanının, Bakanlık tarafından önemsizleştirildiğini ortaya koymaktadır (Fişek A.G., 2013/a)
Uygulamada, İşyeri hekimleri önemsizleştirilirken, iş güvenliği uzmanları da silikleştirilmektedir. Üniversitelerimizde iş güvenliği konusunda, formel bir eğitim kalıbının olmaması, “meslek kursları” yoluyla mühendis-teknik elemanlara nitelik kazandırma yolunun benimsenmesini zorunlu kılmıştır. Ama uzun yıllar boyunca ihmal edilmiş olmasının yanı sıra, Bakanlığın Yasa’yı tüm tehlikeli işyerleri için aynı anda yürürlüğe koyma isteği, bu konuda hesapsız adımlar atılmasına yol açmıştır. Böylece yalnızca “sınav” kazanabildiği için ve “sigortalılık süresi” elverdiği için A sınıfı iş güvenliği olabilen mühendis-teknik elemanların sayısı büyük boyutlara varmıştır. Hem kuramsal olarak ve hem de uygulamalı olarak yeterli olmayan bu elemanlar, haliyle yeterince ışık verememekte ve silikleşmektedirler. (Fişek A.G., 2013/b)
“İş sağlığı güvenliği bir takım oyunudur”. İşyerlerinin çok değişik işkollarında ya da iş dallarında yer aldıklarını biliyoruz. O kadar ki, bu dallarda ayrı ayrı mühendislik dalları oluşturulmuştur. Her mühendisin her işi bilmesi beklenemeyeceği gibi, iş güvenliği kültürü alan her mühendisin her işyerinde iş güvenliği uzmanlığı yapmasına da olanak yoktur. Kaldı ki, iş sağlığı güvenliğinin öngördüğü takım oyunu, yalnızca mühendislerin-teknik elemanların kendi aralarında oynadığı bir oyun değildir. İşyeri hekimi, işyeri hemşiresinden, sosyal haklar alanında çalışan insanlara kadar çok geniş bir “bilimsel yelpazeyi” içerir.
İş Sağlığı Güvenliği Yasası, sosyal hakları hiç gözönüne almayarak; İş Yasası ile alanın bağlarını da zayıflatarak, başarı olasılığını kendiliğinden azaltmıştır. Buna karşın, mutlaka “sosyal haklar görevlisi” ile bu ekibi beslemesi gerekirdi. Sosyal haklar danışmanı olmadan, çalışma sürelerinden gece vardiyalarına, işçilerin haklarını aramalarından, yaşamsal tehlikede iş bırakmalarına kadar bir çok konuda kapılar açık kalır ve iş sağlığı güvenliği zedelenir.
Öte yandan, AB’nin çok önemle üzerinde durduğu bizim yasalarımızda da değinilen işçi katılımının sağlanmasının ön koşullarından biri, işçi temsilcilerinin de, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarına benzer bir eğitim sürecinden geçmeleridir. Unutulmamalıdır ki, “iş sağlığı güvenliğinde hak sahipleri, haklarına sahip çıkmadan başarı elde edilemez.”
Ama, 1978 yılından bu yana ilk kez bu kadar güçlü bir rüzgarın yakalandığı, iş sağlığı güvenliği alanında, ne yazık ki, beklenilen başarı düzeyi yakalanamamıştır. Bunun en temel nedeni söylenenler ile yapılanlar, öz ile söz arasındaki tutarsızlıktır.
Buna bir kaç örnek verelim :
- İş kazalarıyla meslek hastalıklarının önlenememesinin nedeni olarak bir iş sağlığı güvenliği yasasının olmayışı gösterilmiştir. Ama 1993’ten (ya da 2005’ten) 2012’ye kadar yasa çıkarılamamıştır.
- Yasa 2012 yılında çıkarılmış olmasına karşın, özellikle iş kazalarının daha yoğun olduğu elliden az işçi çalıştıran işyerlerinde uygulama 6 ay süreyle ertelenmiştir.
- İşçinin sağlığını koruyabilmek için işyeri hekimlerinin çok önemli olduğu vurgulanmış; ama mesleki yönden gelişmeleri ve denetlenmeleri ihmal edilmiş; işyeri hekimliği çeşitli adımlarla önemsizleştirilmiştir.
- İş güvenliği uzmanlığının teknik yönü öne çıkarılmış ve uygulamanın motoru olarak görülmüş; ama torba yasa ve iş teftiş yönetmelik taslaklarıyla “sosyal” nitelikli iş ve sigorta müfettişlerinin de iş güvenliği uzmanlığı yapmasının yolu açılmıştır.
Son olarak değinmek istediğimiz tutarsızlık, sosyal eşler (ortaklar) ile çalışmaların öneminin ısrarla vurgulanmasına ve katılımcı bir yönetim yapısı kurulduğu söylenmesine karşın; Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi’nin çalışmaları etkinleştirilememiş ve silikleştirilmiştir.
Durumu özetlersek,
- Nitelik düzeyi tartışılır bir çok OSGB kurulmuş ve faaliyet göstermektedir.
- Çok sayıda mühendis teknik eleman yüksek paralar ödeyerek kurslara gitmiş ve sertifika almışlardır. Ancak işsizdirler.
- A sınıfı sertifikalı iş güvenliği uzmanı sayısı 1000’i bulmuş ve böylece yaygın söylentinin tersine oldukça düşük ücretlerle istihdamları sözkonusu olmuştur.
- İşyerleri yüksek cezalar karşısında telaşa düşmüş; görünüşte yasanın gereklerini yerine getirme çabasına girmişlerdir.
- Sosyal eşlerin (ortakların) süreç üzerinde hiç bir katkı ve kontrolu bulunmamaktadır.
- Denetim Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bilgisayarları ve iş müfettişleri aracılığıyla sağlanacaktır. Ama önlerine konulan işin çapı düşünülürse, gecikme ve hataların olması kaçınılmazdır.
Bu konuda mutlaka sürecin katılımcı bir yaklaşımla düzenlenmesi gerekmektedir. Sosyal eşlerin (ortakların) yönetime ve sorumluluğa ortak edilmesinde gecikilmiştir. İdari, mali yönden özerk İş Sağlığı Güvenliği Kurumu’nun kurulmalıdır. Kamunun desteği, hükümet dışı kuruluşların da belirleyiciliği ile uygulama planları hazırlanmalı ve zor kullanarak yasaların uygulanması değil, toplumun kalbinde savaşın kazanılması gerekmektedir. İşçi-işveren temsilcilerinin, işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının örgütlendiği üst-örgütlerden oluşan böylesi bir kurum, işyeri düzeyindeki uygulamalarda, çok önemli bir güvence kaynağı olacaktır. Saydığımız, görevlilerin, işlerini “bağımsız” ve “mesleki özgürlük” içinde yapabilmelerine olanak sağlayacaktır. Deneyim alışverişine olanak verdiği gibi, bilgi ve hizmet desteği de sağlayabilecektir.
KAYNAKLAR :
- Fişek A.G. (2012) : İş Sağlığı Güvenliği Yasası, Çalışma Ortamı Dergisi, No.123
- Fişek A.G. (2013/a) : Yeni Dönemde (6331 s.k.sonrası) Değerlendirmeler -1, Çalışma Ortamı Dergisi, No. 130
- Fişek A.G. (2013/b) :Yeni Dönemde (6331 s.k.sonrası) Değerlendirmeler -2 , Çalışma Ortamı Dergisi, No. 131
- Fişek A.G. (2014) : Yeni Dönemde (6331 s.k.sonrası) Değerlendirmeler -3 , Çalışma Ortamı Dergisi, No. 132
Not : Tüm bu kaynaklara, www.isguvenligi.net adresinden ulaşılabilmektedir