İş Kazaları Bağlamında Bilirkişilikte Kurumsallaşma

3.BİLİRKİŞİLİK SEMPOZYUMU :İŞ KAZALARI VE BİLİRKİŞİLİK
8 Mayıs 2012, Ankara
Düzenleyen : Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı

Panel :
İş Kazaları ve Bilirkişilik, İş Hukukumuzda Bilirkişinin Nitelikleri
Konuşma Başlığı :
İş Kazaları Bağlamında Bilirkişilikte Kurumsallaşma

Sözlerime Sempozyum’un adını irdeleyerek başlamak istiyorum: “Bilirkişilik” ve “İş Kazaları”. Eğer iş kazası olmuşsa bir “bilmezlik” ve “aymazlık” vardır. Çünkü, kuramsal olarak tüm iş kazaları önlenebilir. SGK istatistiklerine baktığımız zaman, iş kazalarının yaklaşık 1/3 ‘ünün “düşme”lerden kaynaklandığını görmekteyiz. Eğer “bilir” bir kişi olsaydı, bu kazalar olmayacaktı.

İş kazaları bağlamında, hukuk, iki kez devreye girmektedir. Birincisi, kaza olmadan önce, o kazanın, hiç meydana gelmemesi için, alınması gereken önlemleri, sorumlulukları ve yükümlülükleri tanımlamaktadır. Biz bunu “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı” başlığı altında görmekteyiz. İkincisi, kaza olduktan sonra, sorumluların, cezaların ve tazminatların belirlenmesi aşaması. Her iki aşamada da “bilir”kişilere gereksinmemiz var.

“Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur”. Gerçekten de iş kazalarının önlenmesi konusunda yön gösteren bilirkişiden çok, kaza olduktan sonra sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılması konusunda bilirkişi var.

Yine başlığa baktığımızda, iş sağlığı güvenliği ve sigorta mevzuatının vazgeçilmezlerinden olan “meslek hastalıkları”nın bulunmadığını görmekteyiz. Bunun çeşitli nedenleri var. Ama bunların başında, 2010 yılı SGK istatistiklerine göre, ülkemizde bir yılda 62.903 iş kazası görülürken 533 meslek hastalığı görülmesi (Kayıt dışı çalışma bunun içinde yok). Bu tablo, ülkemizin bütün dünya ülkelerinden daha yüz güldürücü durumda olduğunu değil, varolan meslek hastalıklarını bilmediğimizi göstermektedir. Tahminlere göre, ülkemizde saptananın en az 10-15 katı meslek hastalığı olması gerekir. Demek ki, meslek hastalıklarını, önleyecek ve saptayacak “bilir”kişilerimiz yok. Demek ki, teknik destek hizmetleri gerektiren bu tanıyı koymak için, donanımımız yok.

İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı, iş kazalarıyla meslek hastalıklarının önlenmesi konusunda görev yapacak, yetkin personeli tanımlamıştır: İşyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları, iş hemşireleri, işyeri iş sağlığı güvenliği temsilcisi vb. Bunları bir araya getiren İşyeri İş Sağlığı Güvenliği Kurulu’nu da öngörmüştür. Ama bu kurullar, ya hiç oluşturulmamıştır, ya da etkin işlememektedir.

Ülkemizde, iş sağlığı güvenliği konularında mevzuatın uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek olanlar, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı teknik-iş müfettişleridir. Ancak sayıları azdır ve en iyi tahminle işyerlerinin ancak %5’ini denetlemektedirler.

Demek ki, iş kazalarıyla meslek hastalıklarını doğuran koşulların değerlendirilmesinde, bir “bilinmezlik” ve bir “büyük eksiklik var”.

Ama şu rakam kesin. İş kazaları sonucu 2010 yılında 1.171 işçimiz öldü. Çünkü bunu saklamak, kayıt dışına düşürmek olanağı yok.

O zaman iş kazası da çok oluyor. Kaza sonrası değerlendirme sürecinde de çok “bilirkişi”ye gereksinme oluyor. Elimizde bu kadar “bilir”kişi olsa, belki kazalar olmayacak.

Bugün ülkemizde hala çok sayıda ve ağırlıkta iş kazasıyla karşılaşılmasını; meslek hastalıklarının tanısının konulmadan gözden kaçırılmasını yadırgamamamız gerekmektedir. Çünkü en başta büyük bir “bilgisizlik” vardır. Bunu izleyen “büyük eksikliklere” de göz atalım.

  • En büyük bilgisizlik şu : Alandaki çoğu insan, her şeyi bildiğini sanıyor; oysa bilgisi çok sınırlı.
  • Onu pekiştiren şu : Gelişmeler ve yayınlar izlenmediği için, alandaki çoğu insan, yıllar önce edindiği bilgilerin üzerine yeni bir şey eklemiyor.
  • Bilgi ve öğrenme süreçleri, kasıtlı olarak karmaşıklaştırıldığı için, başta işçiler, alandaki çoğu insan eğitime (davranış değişimini de içerir) uzak duruyor.
  • O zaman bir avuç insan dışında, iş sağlığı güvenliği konusunu kendisine dert eden olmuyor.
  • Dolayısıyla, şu eksiklikler ortaya çıkıyor :
    • İşçilerin sağlık gözetimini yapacak olan sağlıkçılar, yalnızca hastalananlar ile ilgilenmeye başlıyor.
    • İşyerinin çalışma ortamının gözetimini yapacak iş güvenliği uzmanları, kişisel koruyucuları kullandırıp kullandıramama ikileminde zaman tüketiyor.
    • Hem yasal olarak gerçekleştirilmesi gereken hizmet kanalları kurulamıyor; hem de bunların sonuçlarından yararlanacak olan işçilerin sağlık durumları ortaya konulamamış oluyor.

Demek ki, işyerleri, iş sağlığı güvenliği yönünden yalnızca denetleniyor; yani kusurları bulunuyor ve bunları giderecek “tedbirler” bildiriliyor. “Birlikte kotarma”, “birlikte öğrenme” yok. Bunun doğal sonucu olarak bilirkişilik de tek tek yapılan ve herkesin kendi standartlarını koyduğu bir hizmet olmaktan öteye gidemiyor.

Şimdi de, kimlerin “bilirkişi”lik yaptığına bir göz atmamız gerek :

  • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın teknik iş müfettişleri
  • Bazı öğretim üyeleri
  • Her mühendis ya da teknik eleman…

Bunun için, tek ölçüt, yargıya güven vermiş olmak.

Ama zaman zaman Yargıtay kararlarında,”bilirkişi” seçimi eleştirilmekte ve bu kişinin “bilir”liği sorgulanmaktadır.

Çünkü yukarıda saydığımız elemanlar içerisinde doğrudan iş sağlığı güvenliği eğitim almış olan bir diploma sahibi olan yok gibidir. Bunların içerisinde usta-çırak yöntemiyle eğitim almış olan Bakanlık müfettişlerinin değişik mühendislik branşlarından geldikleri düşünülürse, bilimsel bilgi üretiminin ne kadar sınırlı olduğu kolayca anlaşılabilir.

Bugün bir “bilirkişi” havuzu vardır; ama belirlenmiş ve onaylanmış listesi yoktur. Buna karşın 665 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Sağlık Bakanlığı bünyesinde görev yapacak “uzlaştırma bilirkişi”lerinin listesinin belirlenmesi görevini Yüksek Sağlık Şurası’na vermiştir. Türk Standartları Enstitüsü bünyesinde de belirlenmiş bir liste içerisinde “standart”lar üzerine çalışan uzmanlar vardır. Ama iş sağlığı güvenliği alanında böyle bir yönlendirme yok.

Başta bilirkişilik sorunu ile, bilgisizlik ve “büyük” eksikler sorunlarını hep birlikte kavrayacak olan çözüm önerisi, “kurumsallaşma”dır. Kurumsallaşma, bir yanda bilgisizlik ve eksikleri giderirken; öte yandan, “bilir”kişilik sorununu tüm boyutları çözebilecek güçte olacaktır. İsterse, mahkemeler için “bilirkişi listeleri” de oluşturabilir.

İş sağlığı güvenliği alanında kurumsallaşma her şeyden önce, konunun çok bilimli ve çok kesimli olduğu kabulünden yola çıkmaktadır. Tüm sorunların, tek başına devlet otoritesiyle çözülemeyeceğinin ve sosyal diyalogun kaçınılmaz olduğunun benimsenmesinden hareketlenmektedir.

Böyle bir kurumsallaşmanın gerekli olduğu Beş Yıllık Kalkınma Planları için toplanan Özel İhtisas Komisyonları da içinde olmak üzere pek çok ortamda dile getirilmiş ve modeller üretilmiştir. 1978 yılında bu süreci başlatmak kararında olan “Ulusal Düzeyde İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurulu”, ancak iki kez toplanabilmiştir. 2006 yılında “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı için Çalışma Grubu” önerisi de, “idari ve mali yönden özerk” bir kurum kurulmasının tek çare olduğunu söylemiştir. Ama devlet kurumları, ellerindeki otoriteyi bırakmamak adına yılları tüketmektedirler.

İlk önerildiği andan bugüne kadar 35 yıl geçtiği halde “İş Sağlığı Güvenliği Kurumu”; ilk ele alındığı andan bugüne kadar 20 yıl geçtiği halde “İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı” hala gerçekleşme olanağı bulamamış; beklemededir. Buna karşın, ülkemizde iş kazaları, meslek hastalıkları, bunlara bağlı ölümler ve sakat kalmalar aynı hızla sürmektedir.

Bunun hesabını soran da yoktur.

İlk Yayın : “İş Kazaları Bağlamında Bilirkişilikte Kurumsallaşma”, 3.Bilirkişilik Sempozyumu, Düzenleyen : Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı , 8 Mayıs 2012.