Herkese Sağlık

HEDEF

I
HERKESE SAĞLIĞIN BOYUTLARI

Dünya Sağlık Örgütü tarafından tüm ülkelere 2000 yılında ulaşmaları İçin gösterilen hedeftir “herkese sağlık”.

Sağlığın çok etmenli bir sistem olduğunu ve dolayısıyla da bir politikalar mozayiği oluşturduğunu bilen okurumuz için bu hedef, “biyolojik” bir tanımlamanın ötesinde çok zengin bir anlam vermektedir.

Her şeyden önce, sağlığın bir genel sağlık boyutu vardır. Sağlığı, yalnızca bireyi ilgilendiren bir olay değildir.

Bireyin sağlığı toplumu da çok yakından ilgilendiren ve yükümlülükler getiren bir olaydır. Demek ki, sağlık tek ek bireylerin ya da ailelerinin ötesinde SOSYAL bir olgu..,

Toplum, eğer bireyin, sağlığının kendi sorunu olduğu yönündeki yanlış düşüncesini silememişse, ona bir insan olarak haklarını nasıl koruması gerektiğini de öğretmemiş demektir. Burada anlaşılıyor ki, sağlık her şeyden önce insan hakları ile ve onun ayrılmaz bir parçası olan HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ile de yakından ilişkilidir.

Diğer bir deyimle, sağlık, DEMOKRASİ olgusu ile yakından ilişkilidir. Kim İçin demokrasi? Herkes için demokrasi… O halde “herkese sağlık” hedefi ile “herkes için demokrasi” hedefi arasından büyük paralellikler var, Bu bize 224 sayılı Sağlıkta Sosyalleştirme Yasası ile 1961 Anayasası’nın neden eş zamanlı olduğunu ve aynı yazgıyı paylaştığını anlatıyor.

Demokrasinin egemen olduğu söylenen bir ülkede hiç kimse “herkese sağlık” ilkesine karşı çıkamaz. Nitekim 1965’ten bu yana gelen hiçbir hükümet bu ilkeye karşı çıkmamıştır. Ama gizli kapaklı olarak, bu ilkeyi hayata geçirecek olan Sağlıkta Sosyalleştirme Yasasının, içini ve altını oymuştur. Bugün sözde yürürlükte olan yasa, artık Sosyalleştirme Yasası değildir. Bugün piyasa ekonomisi kurallarının egemen olduğu sağlık düzenimiz, bir çok çirkinlikleri, yetersizlikleri ve insafsızlıkları her gün yeniden sergilemektedir.

Ne için? Demokrasi kuralları içinde, devlet bütçesinden ve aile bütçelerinden ayrılan payların, belirli kesimlere kaynak olarak transferini sağlamak için. Kendilerine kaynak aktarılan bu ayrıcalıklı kesimler, ilaç fabrikaları, tıbbi cihaz ve malzeme ithalatçıları, özel hastahane-poliklinik ortağı hekim olan ve olmayan kişiler… Bunlara bir de sağlık hizmetlerindeki aksaklığı kendi prestijlerini arttırmada kullanan “seçimle gelen mevki sahipleri’ni eklemek gerekmektedir.

Sağlık bir insan hakkıysa eğer, insan bu hakkın karşılanmasını devletten bekler. Onun için, sağlıkta piyasa ekonomisi kuralları yanlış ve yanlı sonuçlar verir.

Sağlık hizmetinin, hiç bir çıkar ve İnsanlar arasında fark gözetilmeksizin verilmesi gerekir. Sağlıkta hizmetin düzeyi konusunda pazarlık da olmaz. Çünkü hizmetin, bilimsel ve teknolojik gereksinmelerin ülke olanaklarının elverdiği en yüksek düzeyi yakalaması gerekir. Ülkemizdeki Sosyal Sigortalar Kurumu uygulaması, tüm “sosyal” niteliğine karşın, çağdaş hizmet standartlarının yakalanamadığını ortaya koymaktadır. O halde bunun tüm topluma genelleştirilmesi, yani Genel Sağlık Sigortası kurulması yanlış ve yanlı sonuçlar verir.

Öte yandan, bireyin sağlığı toplumun bir sorunuysa, yani sosyal bir olguysa eğer, “aile hekimliği’nden değil, “toplum hekimliği’nden sözetmemiz gerekir. Son iki Sağlık Bakanı’nın ısrarla dayattığı “aile hekimliği” adı, toplumca “ev hekimliği” ile karıştırılmaktadır. “Aile hekimliği” kavramındaki, aile deyimi hekimin hizmetinin kim tarafından ödeneceğini anlatmak için kullanılmaktadır. Yoksa hastaların muayenesinin evde yapıldığı anlatılmak istenmemektedir. Acil hasta olduğunda, ister adı “aile hekimi”, ister “toplum hekimi” olsun, her hekim hastanın evine koşar, koşmalıdır.

Bugün devletin sağlık politikasına yön verenler, hem hastasını hem de sağlıkçısını eziyor. Birini hizmetten bezdiriyor, ötekini hizmet vermekten… Birini özel girişimden hizmet almaya itiyor, ötekini de özel girişimci olma hayaliyle paraya yönelmeye ve meslekten uzaklaşmaya. Üstelik de sağlıkçıların girişimci olma hayalini beslerken aralarında ayırım göstermeye ve özellikle hekimlerini motive ederek, yanlışa karşı dayanışmayı da parçalamak istiyor.

II
SAĞLIĞIMIZ İÇİN ÖNEMLİ BİR TEHDİT KAYNAĞI:
SAĞLIK BAKANLIĞI

Ülkemiz, sağlık hizmetleri bakımından tam bir kaos ile karşı karşıya. Bu karmaşa, bile bile yaratılan bir karmaşadır. Bunun altında yatan neden, halkı ezerek ve bezdirerek, akıl dışı çözüm yollarının benimsetilmesi planıdır.

Bu daha önce de böyle olmadı mı? Tüm akıl dışı çözümler, tek bir merkezden hazırlandığı düşünülen bir dizi tuzağın uygulamaya konulması sonrası, çaresiz kalan insanlara kabul ettirilmedi mi? Şimdi bu tuzağı görmeliyiz.

Neden sağlıkta tuzak gerekli:
Eğer insanlığı ve meslek ahlâk kurallarını bir yana bırakırsanız. Sağlık, en çok para kazandıran alanlardan biridir. Ama sağlık hizmetlerinin koruyucu hekimlik kanadı değil. Yalnızca hastalananların tedavi edilmesine yönelik olanı. Çünkü İnsanın en korumasız, en gözü kara ve en çaresiz olduğu dönem, kendisinin ya da sevdiklerinin hasta olduğu dönemdir. Hastalığı konusunda bir hekim kadar bilgi ve deneyim sahibi (yetkin) olamayacağı için, onun her dediğini yapmakla yükümlü sayar kendisini. Onun için kendisine sunulan en pahalı laboratuvar incelemeleri ya da ilaçları sağlayabilmek için çırpının En önemlisi, kendi hastalığı onun için dünyada görülen olgular içinde en önemlisi ve acil çözümlenmesi gerekendir.

Sağlıktan para kazanılabilmesi için tüketimin hızlandırılması ve hizmetin pahalılandırılması gereklidir. Bunun için şunlar gerçekleştirilmelidir:

  1. Arz ve talep dengesizliği yaratılmalıdır.
  2. Ücretsiz kamu hizmetleri düzeyinin niteliksel ve niceliksel yönden düşük tutulmalı ve hastayı tatmin etmekten uzak olmalıdır.
  3. Çeşitli hekimlerce farklı farklı mesajlar verilerek hasta bir çok kez başvuru için kışkırtılmalıdır.
  4. Hastanın her başvurusunda, eline torbalar dolusu ilaç tutuşturularak, özen gösterildiği imajı yaratılmalı ve susturulmalıdır.
  5. Yeni bir ileri teknolojinin gerekli gereksiz her hasta için uygulanması yoluyla bir istem ve beklenti yaratılmalıdır.
  6. Hastaların doğrudan ödeme yapmadıkları sistemlerde, ilk basamak hizmetleri sakatlanmalı, sevk zinciri işletilmemeli ve hastaların hasta-hane kapılarında birikmeleri sağlanmalıdır. Hastahanelerde biriken hastalarla ilk karşılaşılan polikliniklere az sayıda hekim verilerek, hasta bakım kalitesi düşürülmelidir.
  7. Hastaya yeterli süre ayrılmamalıdır. Yeterli sürede incelenen hastada daha az laboratuvar İncelemesi, daha az hata ve daha az ilaç tüketimi gündeme gelecek; hastaların uzman-doktor uzman-doktor gezmeleri de olanaksızlaşacaktır. Hastalar, daha az hastahaneye gelecek, daha az muayene-hanelere başvuracaklardır. Hastalar, hastalıkları, bunların nedenleri ve haklan konusunda bilinçlenebileceklerdir.
  8. Sağlık personelinin arasında hem düşük, hem farklı ödeme ve sistemler yaratılarak huzursuzluk körüklenmeli; insanlar hizmetten soğutulmalı ve hizmete yabancılaştırılmalıdır.
  9. Sağlıkçıların hem kendi aralarında ve hem de hastalarıyla ilişkilerinde, olumsuzluk egemen olmalıdır. Buna da göz yumulmalıdır.

Bir konuda tuzak kurmak gereksinmesini doğuran başlıca etmen, egemen çevrelerin çıkarlarına dokunan olguların ortaya çıkmasıdır. Bu olgular da, ülkemizde arada bir kendisini gösterir. O bile çıkar düzeninin bozulmasına ve yeniden eski düzeni kurabilmek için bir sürü oyunun ve tuzağın kurulması çabalarına neden olur.

Sözgelimi, 1930’lu yıllarda çıkarılan Dev Sağlık Yasası (Umumi Hıfzıssıhha Kanunu) ve aynı dönemin ürünü olan irili ufaklı sağlık yasaları, çıkar çevrelerinin bir türlü hazmedemediği ama, bir türlü de değiştiremediği yasalar olmuştur. “Herkese sağlık” ve “sağlık, insanın hakkı, devletin de ödevidir” ilkelerinin sindiği bu yasa, işletilmemek İçin çok çabalanmıştır. Bütün çabalara karşın sağlık hizmetlerimizi yakından etkilemiş ama ne yazık ki tüm mantığı ile uygulanması başarılamamıştır.

Bir başka örnek. 1961 yılında çıkarılan 224 sayılı Sağlıkta Sosyalleştirme Yasası’dır. Bu da bir diğer dev sağlık yasasıdır. Henüz çıktığı ilk dakikalardan başlayarak çıkar çevrelerinin boy hedefi olmuştur. Büyük kentlerden başlaması tasarlanmışken ve mantığı da bunu gerektirirken. Güneydoğu Anadolu’ya gönderilmiş; kentsel alanı hedeflemişken, kırsal alana hapsedilmiştir. Giderek kolu kanadı budanmış ve SSK gibi geçen yüzyıldan kalma bir modelin uygulanmasının sürdürülmesiyle, etkinlik alanı daraltılmıştır. Bütün bu “toplum karşıtı” çabalara karşın, sosyalleştirme yıkılamamıştır. Ama ne yazık ki, onun sağlık çalışanlarının özlük haklarına ne denli duyarlıkla yaklaştığı unutturulmuş (İlk darbelerden biri – yıl:1965) ve bazı genç sağlık
çalışanlarına antipatik gösterilmesi başarılmıştır.

Ama yine de, dev ilaç ve tıbbi malzeme tekelleriyle ve para karşılığı hizmet veren hekimlerin istemlerini karşılamakta zorlanan halkın geniş kesimi için, vergilerden karşılanan bir sağlık hizmeti kurtarıcı olmuştur.

Burada hepimizin gördüğü bir tuzak var. Bu tuzağa bile bile düşecek miyiz? Hayır. O zaman, bu tuzağı toplum ve toplum örgütlerine anlatmalıyız. Bugün her toplum örgütü, örgütlendiği ya da görüşlerini yansıttığı toplum kesimlerinin, sağlık alanında da ezilmemesi için verilen uğraşa katılmalıdır. Bunu sağlamak “herkes’e düşmektedir.

III
SAĞLIKTA BİLECİK YASASI

Sağlığın, her insanın en temel hakkı olduğuna ilişkin evrensel ilke, bugün köklü ve çok yönlü bir saldırı İle karşı karşıyadır. Bu saldırı, bilimsel gerçeklerden değil, ideolojik kaygılardan destek almaktadır.

“Herkese sağlık” ilkesinin arkasına sığınılarak, deneyler yapılmaya çalışılmaktadır. Ülkemiz ve insanımız deneme tahtası olarak görülmektedir, insan sağlığı, üzerine kumar oynanacak ve yalanlar düzülecek bir konu hiç değildir. Çernobil faciasının getirdiği radyasyon dalgası, biyolojik etkilerinin yanı sıra, ülkemizde, bir da ahlâk faciasının yaşanmasına neden olmuştur. Yetkili ağızlardan, gerçekleri gizleme, göz göre göre yalan söylemeyi doğal hale getirmiştir.

Bugün Sağlık Bakanlığı yetkilileri, salt ideolojik kaygılarla, bir sağlık yasası çıkarmak istemektedirler. Ama önerdikleri modele güvenemedikleri için bunu yalnızca Bilecik ilinde pilot olarak uygulamak istemektedirler. Bu güvensizliğin bir diğer görüntüsü, durmadan üzerinde oynanan ve yeni yeni tarihlerle piyasaya sürülen yasa taslaklarıdır. Sağlık Bakanlığı, durmadan fikir değiştirmektedir. Ama bir tek konuda hiç fikir değiştirmiyor; çünkü fikr-i sabiti (saplantısı) var. O da yürürlükteki dev sağlık yasalarını ortadan kaldırmak.

Bu sağlık yasası, kendisinden öncekileri köhnemiş ve aşılmış olarak göstererek, “reform” yapma iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu gerçek dışıdır. Bunun kanıtlan, yasa taslağının her satırında göze çarpmaktadır.

KANIT: 1

  • Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 126, besin işlerinde çalışanların gerek İşe girerken gerekse üç ayda bir düzenli olarak bulaşıcı hastalıklarının bulunup bulunmadığının anlaşılması İçin muayeneden geçirilmesini öngörmüştür.
  • Aynı hüküm yeni yasada bulunmakla birlikte muayene periyodu belirtilmemiştir.
  • Uygulamada, hem denetimlerin zayıflığı, hem de Sağlık Bakanlığı’nın yasayı aşan genelgesi ile besin işlerinde çalışanların muayene periyodu bir yıla çıkarılmıştır.

Bu mu çağdaşlık?

KANIT:2

  • Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’da sağlık ocağında halkın katıldığı kurullar oluşturulması öngörülmektedir. Böylece halk, hem sağlık hizmetini gereksinmeleri doğrultusunda yönlendirecek; hem de hizmete sahip çıkacaktır.
  • Yeni yasada bunlara rastlanmıyor.
  • Uygulamada da bunlar gerçekleştirilmemiştir.

Bu mu çağdaşlık?

KANIT: 3

  • Um. Hıf. K. Sağ. Sosy. Y. vs tüm ülkeyi kapsayan yasalardır.
  • Getirilmek istenen sağlık yasası ise, 18 ay süreyle yalnızca Bilecik ilinde, bunu İzleyen 24 ay içinde de o yöredeki üç ilde deneme amacıyla uygulanacaktır. Ülke çapında uygulamaya bu sürenin sonunda, 42 Ay (3,5 yıl) sonra geçilmesi tasarlanmaktadır.
  • Buna karşın, yeni sağlık yasası, tüm dev sağlık yasalarının hemen kaldırılmasını öngörmektedir.

Bütün bunlara verilecek ad ÇAĞDAŞLIK değil, olsa olsa ŞARK KURNAZ-LIĞI’dır.

Bu yasaya sinen başka bazı anlayışlar da vardır. Bunlardan biri, sağlık hizmetinin yalnızca hekimler tarafından verilebileceğini düşünen “dar görüşlü” anlayıştır. Çağdaş bir yaklaşım olan ekip anlayışı yasaya yansımamıştır. Sözgelimi, AİLE HEKİMİ’nden, bu alanda özel muayenehane sahibi uzman hekimlerden hizmet satın almaktan sözetmektedir. Buna karşın AİLE HEMŞİRESİ, AİLE EBESİ gibi kavramlara yer vermemektedir. Onların sağlık ocağında hizmet etmesini öngörmektedir. Bu yaklaşım çağdışı olduğu kadar kendi içinde de tutarsız- dır. Tutarsızlığın kaynağı, topluma, evlere kadar uzanan sağlık hizmeti düşleri sunulurken, yalnızca, kişinin “hastalanırsa”, bu sistemden yararlanmasının düşünülmesidir.

Özel bir hekim olan aile hekimleri, hizmet karşılığı ücreti sigortaca ödenecektir. O bu ödenekten isterse ebe hemşire tutabilecektir. Eğer yanında ebe ve hemşire çalıştıramazsa, devlet olanaklarıyla ona arka çıkılacak ve bu destek hizmeti sağlanacaktır.

Bu yasaya sinen bir başka anlayış da, her işi kendi yapma, tüm yetkileri Sağlık Bakanlığı’nda toplama gayretkeşliğidir. Bu, yasa taslağını hazırlayanları kendi içinde de tutarsızlığa itmektedir. Şöyle ki: İş sağlığı hizmetleri, yasa taslağında, sağlık ocaklarına görev olarak verilmiştir. Buna karşın, “işyeri hekimliği hizmetlerinin tüm işyerlerine yaygınlaştırılması” da aynı taslakta öngörülmüştür. O zaman burada bir çakışma ve hizmet tekrarı vardır.

“Bütün çalışanların iş kazaları ve meslek hastalıklarından korunmaları, bu hastalıkların tanı, tedavi ve rehabilitasyonu alanlarında Bakanlıkça… düzenlenir ve yürütülür” denmektedir. Buna karşın, bir adım geride, “Çalışanların sağlığının korunması ve sağlıklı çalışma ortamı hazırlanması İçin, tek tek ya da ortaklaşa işyeri sağlık birimleri oluşturmaları öngörülmüştür.

Bir başka çakışma ve hizmet tekrarı, sağlık çalışanlarının meslek hastalıklarının belirlenmesini Sağlık Bakanlığı’nın üstlenmesidir. Bakanlığın meslek hastalıklarını belirleme gibi, bir çok yönden önem taşıyan ve bilgi, deneyim ve teknolojik birikim gerektiren bir konuda, yalnızca sağlık çalışanları için bir düzen kurmaya kalkışması şaşırtıcıdır. Taslağı hazırlayanların, bu konuda yeterli bilgi-deneyime sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Her İşi kendinde toplama gayretkeşliği, bununla da bitmemektedir. Okul sağlığı hizmetlerinin sunulması, gıda güvenliği denetimlerinin yapılması da Sağlık Bakanlığı’na görev olarak verilmektedir. Bu alanlarda yıllardır yapılan çalışmalar, deneyimler, bilgi birikimi, her şeyden önce bu hizmetlerin bütün sistemle uyumu hiç gözönüne alınmamaktadır.

Bu denli önemli konularda, küçük bir ekiple, yasa taslağı yazmak ve dev sağlık yasalarını ortadan kaldırmaya kalkışmak bir atasözünü hatıra getiriyor: Cahil cüretkar olur.

IV
SON SÖZ

Bu konuda son söz toplumun ve toplum örgütlerinindir. HANGİSİNİ SEÇECEĞİZ? (1)

Ya kâr peşinde koşan bir avuç insanın bize sunduğu SİGORTANIN GENELLEŞTİRİLMESİ ve sorumluluğun
AİLE’ye bırakılması modelini seçeceğiz.

Ya da, gönlünü toplumun iyiliğine ve esenliğine adayanlara, sağlıktan hiç bir çıkar beklemeyenlere kulak vereceğiz. O zaman da, bugün hala yürürlükte olan Sağlıkta Sosyalleştirmeyi, 6 Ocak 1961’den önceki ilk tasarısından olduğun haliyle ve özerk bir yapıda yeniden örgütleyeceğiz. Olayı bireylerin değil, TOPLUM’un sorunu olarak algılayacağız.

Seçim “herkes”in.

Kaynak:
(1) FİŞEK, A. Gürhan: “Sağlıkta Çıkmazı Sürdürmekten Sorumlular” Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Nisan 1993, Sayı 154, Cilt: XVII

İlk Yayın : “Herkese Sağlık” – Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Sağlık Hizmetleri Araştırma Enstitüsü Yayını, Mart-Nisan 1993, Sayı 7.