Geçici İşçilik ve Kıdem Tazminatı Fonu
Geçici İşçilik ve Kıdem Tazminatı Fonu
(Evrensel Gazetesi, Tamer Arda Erşin, 28.05.2016)
SORU 1: Özel istihdam büroları Meclis’ten geçti. 1944 Philadelphia Bildirgesi’nin “emek bir mal değildir” özdeyişinden yola çıkarsak, bu bürolar nasıl değerlendirilebilir?
Her şeyden önce TBMM’inden geçen düzenleme, işçilerin geçici olarak “kiralanması”nı öngörüyor. “Kira” kavramı, “mal” için kullanılır; insan için kullanılması ise, açıkça insan haklarına aykırıdır. 1944 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve çalışma yaşamındaki “çağdaş uygarlık düzeyinin” ölçütlerini bize veren Bildirge, açıkça emeğin bir mal olmadığını bize öğretmiştir. Demekki, “kiralık işçi” uygulaması, “çağdaş uygarlık düzeyi” ile uyumlu değildir. Türkiye, Cumhuriyet’in kendisi için getirdiği kazanımları birer birer ayaklar altına alıyor.
SORU 2: İşçilerin işinden uzak kalmasının iş kazalarına yol açtığı biliniyor. Ancak bu bürolarla işçiler 1 yıl içerisinde sadece belirli sürelerle çalışmış olacak. Bu yasa iş kazalarına davetiye mi çıkarıyor?
İşçinin işinden uzak kalması, yani “çalışma hakkı”nı yitirmesi, yukarıda saydığımız çağdaş ilkelerin çiğnenmesi gibi bir hak ihlalidir. İşsizlik, bir toplumsal sorundur; kısaca, yalnızca işsiz kalanı değil, işsizlik korkusu içinde yürekleri çarpan işçileri ve ailelerini de kapsar. Onun için, işsizlik ve iş güvencesi kavramlarını bir arada görüp, iş kazalarına nasıl davetiye çıkardığını çözümlememiz gerek. İster çalışsın, isterse günün birinde geçici olarak çalışacak olsun, korku içinde olan işçiler,
-
Her türlü işi ve iş emrini kabul ederler.
-
Can kaygısı ile işi reddetmeye cesaret edemezler.
-
İşteki yaşamsal tehlikeleri dile getirip, önlem alınmasını isteyemezler.
-
Aç kalmaktansa, canını tehlikeye atmaya razı olurlar.
-
Örgütlenmekten korkarlar ve boyun eğerler.
-
Bütün bunları kendine yediremeyip, boş inançlara sığınırlar (“Bana bir şey olmaz”, “Akacak kan damarda durmaz” vb derler).
-
Öncelikle Sosyal Güvenlik Kurumu, sonra da işveren, ağır yaralanan ya da ölen işçilere tazminat vererek, onları/ailelerini susturmayı başarır.
Bütün bu koşullar, işyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınmamasına ve dolayısıyla, ağır yaralanmalı ve ölümlü iş kazalarına yol açar. Ülkemizde, her yıl 1.500’e yakın işçinin ölümünün, bir türlü önlenememesinin nedeni budur.
SORU 3: Yasayı Cumhurbaşkanı onaylarsa işçilerin kıdem tazminatı almaya hak kazanamayacakları sendikalar tarafında dile getiriliyor. Bu yasa işçilerin kıdem hakkını, çalışma koşullarını ve ücretlerini nasıl etkileyecek?
TBMM’nden geçen Yasa’nın 7.Maddesi’ne bakalım : “… Geçici işçi sağlama sözleşmesi … en fazla dört ay süreyle kurulabilir. … Toplam sekiz ayı geçmemek üzere en fazla iki defa yenilenebilir.…Geçici işçi sağlama sözleşmesi ile çalışan işçi, … özel istihdam bürosu ve geçici işçi çalıştıran işverenin işçi sayısına dâhil edilmez.”
-
12 ayı aşmayan çalışma, kıdem tazminatı alamaz.
-
Sözleşme kısa süreli olduğu ve kadrosu Özel İstihdam Bürosu’nda olduğu için, işin sonunda “ihbar öneli, işsizlik ödeneği vb” haklardan da yararlanamaz.
-
Hem özel istihdam bürosunda ve hem de çalıştırıldığı işyerinde, işçi sayısının içine alınmıyor. Demekki, “işçinin adı yok”. Bu işyeri ölçeğine bağlı olarak elde edilecek kazanımlardan da tüm işçilerin yoksun bırakılmasına yol açar (Örneğin iş güvencesi).
-
Özel İstihdam Bürosu’nca yeniden yeniden “kiralanacağı” için, geleceğini tehlikeye atmamak için, “örgütlenmez”, “çalışma koşullarını eleştirmez” ve “ne iş verilirse yapar”.
-
Her ne kadar “geçici iş ilişkisi kurduğu” işverenin, işyerinde koyduğu sağlık ve güvenlik kurallarına uymakla yükümlü olduğu halde, bu önlemlerin yeterliliği tartışmaya açıktır.
-
Ücrete gelince, hiç kuşkusuz, arada hem Özel İstihdam Bürosu, hem kiralayan işveren “kar” edeceği için, geçici işçi, en düşük ücretle çalışmak zorunda kalacaktır.
SORU 4: İstihdam büroları Meclis’ten geçti ve önümüzdeki günlerde kıdem tazminatının fona devriyle ilgili bir yasa daha gelmesi bekleniyor. Hükümet fonu “kıdem tazminatını alamayan işçiler var” diyerek savunuyor. Kıdem tazminatların fona devriyle asıl amaçlanan nedir?
Doğru. Kıdem Tazminatı alamayan işçiler çok. Üstelik bir kısmı, yasal olarak hak ettiği halde alamıyor. Ama ücretlerini alamayan da çok işçi var; onları neden düşünmüyorlar?
İşten kendi isteği ile ayrıldığı için ya da bir yılını doldurmadığı için, kıdem tazminatı alamayanlara dönelim. 1936 yılında kabul edilen 3008 sayılı yasa, nedeni ne olursa olsun, işten ayrılan işçilere kıdem tazminatı hakkı tanımıştı. Eğer işçilere bir iyilik etmek istiyorlarsa, böyle bir olanak tanısınlar.
Ama amaç, işçilere iyilik etmek değil; sermaye piyasasına iyilik etmek. Çünkü tasarruf eğilimi düşüyor ve sermaye piyasası tarafından değerlendirilmesi beklenen “FON”lar yaratılmaya çalışılıyor (Örnek: Bireysel Emeklilik için zorunlu kesinti). Öne sürülen bahane başka, perdenin arkasındaki “plan” başka…
SORU 5: Türkiye’nin fon geçmişinin karanlık olduğu ve kıdemler de fona devir edilirse benzer sonuçlar ortaya çıkacağı itirazları var. Geçmişteki fonlarda neler yaşanmıştı ki kıdem tazminatlarının da başına aynı şey gelir kaygısı var?
Gerçekten de, Türkiye’deki “FON” uygulamalarının geçmişi çok karanlık. O kadar çok örnek var ki. Bu öyküleri anlatmaya gazetenin sayfaları yetmez. Hükümetler, birikmiş para gördükleri zaman, bunu farklı amaçlar için kullanmakta tereddüt etmiyorlar. Ben okurlarımıza son bir örneği hatırlatmak istiyorum : İşsizlik Sigortası Fonu. İşsiz kalanların yararlanabilme koşulları o kadar ağır ki, çoğu beklemekten ya da yararlanamamaktan şikayetçi. Buna karşın, hükümet bu fonda biriken büyük paraları, farklı amaçlar için kullanmakta. O zaman neden işçilere dağıtılmıyor sorusunu sormamız gerek…
SORU 6: Son olarak özel istihdam büroları ve kıdem konusunda sendikaların tutumu ve varsa mücadelelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sendikalara neler önerirsiniz?
İşçi Sendikaları her iki konuda da tepkili.
Ama mücadeleyi yalnızca bu iki konuyla sınırlarlarsa, başarılı olamazlar. Sürekli geri adımlar atıldığı için, olaylar bu noktaya geldi. Önce özelleştirmelere direnme konusunda, görüş birliği içerisinde olamadılar. Oysa ki, çalışma koşullarına en saygılı işletmeler, “kamu girişim”leriydi. Onları yitirdiğimiz için, hem işçi sendikaları ve hem de toplum, küreselleşme rüzgarına ayak direyemiyor.
En son olarak da “özgürlükler ve demokrasi” konusunda mücadele konusunda görüş birliği içinde değiller. Oysa ki, örgütlülüğün en büyük düşmanı olan, “yasaklar ve adaletsizlik”, işçi sınıfının örgütlenmesini daha da kıracak. Her istediğini yapan bir yönetim karşısında, zayıf örgütlenmeler nasıl direnebilir?!
İşçi sendikaları, toplumun “çağdaş uygarlık düzeyine erişme” ve “insan haklarına saygı gösterme” hedefleri konusunda, en büyük gücün kendileri olduğunun bilincinde, işbirliği içinde olmalılar. Bazı işçi sendikaları, hükümete yandaş olmanın kısa vadeli, ama yukarıdaki hedeflere yönelmenin uzun vadeli olduğunu hatırlamalılar.