EMO İşçi Sağlığı Ve Güvenliği Çalıştayı

Prof. Dr. A.GÜRHAN FİŞEK (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi)– Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar; hoş geldiniz. İyi ki geldiniz. Çünkü ülkemizde çalışma yaşamı çok zor günler geçiriyor. Dolayısıyla, yalnızlığımızı ve karamsarlığımızı ancak birlikte aşabiliriz. Tek başımıza kaldığımız zaman, iyice karamsarlığın ve yalnızlığı dibine düşeriz. Dolayısıyla, bir arada olmak, bunları konuşmak büyük bir nimet. Onun için, sizlere ve bu çalıştayı düzeyenlere teşekkür ediyorum.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunu tek başına ele almadan önce şuna bakmak gerekir diye düşünüyorum: Çalışma yaşamında neler oluyor? Şimdiye kadar hiç görülmemiş bir şey çıktı ortaya. Hava işkolunda grev yasağı konuldu. Hızla TBMM’den bu konuda bir yasa çıkarıldı. Bakanlıktaki Sosyal Güvenlik Kurumu müfettişleri dışında, bütün müfettişler iş müfettişi yapıldı; yani o güne kadar İŞKUR bünyesinde faaliyet gösteren müfettişler bundan sonra sizin çalışma yaşamınızla ilgili her konuyla ilgilenebilir; çünkü adı iş müfettişi. Bu arada, sayıları az, görevleri çok olmasına karşın, iş müfettişlerine bir de kayıt dışı istihdamla ve sigortasız çalıştırmayla ilgili görevler yüklendi. İşyerlerindeki çalışma koşullarına bakmaya mı koşacaklar, yoksa kayıt dışı ekonominin peşine mi düşecekler?

Tiyatro ve senfoni orkestralarına olan sevgilerinden (!) ötürü, hükümet onları da özelleştirme ve taşeronlaştırma kararı aldı. Özelleştirme o hale geldi ki, işsizlikle mücadele konusunda hükümetin elinde silah kalmadı. Nasıl baş edeceksin işsizlikle? Söze bakarsanız, müthiş mücadeleler var, aktif işgücü programları var. Ne kadar aktifse, ne kadar aktif olabilirse. Öte yandan bakıyorsunuz, artık 10 yaşında çıraklar göreceksiniz işyerlerinizde; çünkü 4+4+4’le bu iş giderse, ilk 4’ün sonunda çocukları , çırak adı altında üretim alanına sokarsınız. Artık pışpışlar mısınız, çalıştırır mısınız? Takıldım ustalara, “Haydi, gözün aydın, 10 yaşında çırakların olacak” dedim. “Olur mu hocam öyle şey” dedi. Olacak işte. “Sen almasan başkası alacak, hiç olmazsa sen al. Sen vicdanlı bir adamsın, ezmezsin çocuğu” dedim. Sen almazsan, o almazsa, ben almazsam, ne olacak? En hunhar olanlar alacak, en vahşi olanlar çırakları alacak, daha da ezecek. Yani çözüm, benim almamam, senin alman değil. Çözüm, bu yaşta çocuk eğitimden koparılıp çırak olur mu? Öğrenimini en yüksek basamaklara kadar sürdürebilmesi için elinden geleni yapacaksın. Destek olacaksın.

Çok ayrıntısına girmiyorum. Tabii, 4+4+4’e ilişkin söylenecek çok şey var. Ama öte yandan başka bir şey var. Her şeyden önce adalet filan diyoruz ya, çocuk suçluluğu üzerine biraz çalıştım, kafa yordum. Bu çocukları şöyle adlandırıyorlar: “Suça sürüklenen çocuklar.” Ben, öyle demiyorum, “Suçlanan çocuklar” diyorum. Çünkü şu anda hapishanelerde tutuklu bulunan çocukların yüzde 90’ı henüz hüküm giymemiş, tutuklu; yani suçu işlemiş mi, işlememiş mi; ceza alacak mı, almayacak mı, belli değil. Yüzde 90 bu. Yani çocuğun yaşamını karartıyorsunuz, çocukluğu geçiyor, sonra “Özür dileriz” filan diyorsun.

Niye bu kadar dağıttım konuyu? Şunun için: Biz, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden konuşacağız da ne olacak? Memlekette bunlar varken, bunu mu kurtaracağız tek başına?! Bizim en büyük hatamız, tek başına kurtarma merakı; yani bizim için kendi konumuz neyse, onu kurtaralım, öbürleri sonra kurtarılır. Yok böyle bir şey, hepsini beraber kurtarmamız lazım.

Eğer şu anda gerçekleştirdiğimiz bir panel olmasaydı da bir konferans olsaydı; benim konuşmama bir başlık atmak gerekirdi. Ben şöyle başlık attım kendi kendime: Samimiyet testi. Çalışma Bakanlığı bu konuda samimi mi? Şimdiye kadar saydıklarımızda bir samimiyet göremiyorum ben, ama acaba işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda bir samimiyet var mı? Başkan, ilk dakikadan golü attı, samimiyeti sorguladı. Dedi ki, “Bu iş sağlığı mı, işçi sağlığı mı?”

Çalışma Bakanlığı niye böyle bir yasa çıkarmaya kalktı? Daha önce de Çalışma Bakanlığı 1993 yılında bu konuda bir yasa çıkarmayı düşündü, bizleri çağırdı, konuşuldu, bir taslak çıktı ortaya. Taslak elimde. Adı, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Yasa Tasarısı. Ondan sonra Bakanlığın “Sırf bu yüzden yasa çıkarıyoruz” dediği 89/391 sayılı Çerçeve Direktifinin adı şöyle : İşçilerin Sağlık ve Güvenliğinin Geliştirilmesini Desteklemek İçin Önlemler Hakkında Çerçeve Direktif. Kim için yapıyormuş bunu; işçiler için yapıyormuş. Bakanlığın Yasa Tasarısına bakıyoruz, İş Sağlığı ve Güvenliği. Üçünün yaklaşımları arasındaki farka bakın. Var mı bir samimiyet?

Konuşma boyunca üç metni birbiriyle çarpıştıracağız, Bunlar :

  1. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Yasa Tasarısı (1995)
  2. Avrupa Birliği’nin 89/391 sayılı Çerçeve Direktifi
  3. İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı (2012)

Onların arasından bir yol bulmaya çalışacağız kendimize; ama samimiyeti deneyelim önce.

2003 yıllarında Avrupa Birliği Çalışma Bakanlığına dedi ki, “Ben, iki tane konuya çok önem veriyorum. Bunun için sana para vereyim. Bir, istihdam benim için önemli; iki, işçi sağlığı ve iş güvenliği benim için önemli.” Niye? İkisi de ekonomik konular. Siz, işçi sağlığı ve iş güvenliğini sosyal bir konu mu sanıyorsunuz; hayır. Avrupa Birliğinin Tek Senedinde bu konu şöyle bağlandı: İşçi sağlığı ve iş güvenliği ekonomik bir konudur. Sosyal olsa, oybirliği gerekiyor. Halbuki ekonomik olduğu zaman, nitelikli çoğunlukla karar alabiliyor. Bir tanesi çıkmış, “Ben, işçimi ezmek istiyorum, öbürleri ezmek istemiyor, Avrupa Birliğinin ortak politikası çıkmıyor ortaya.” Ezmek kelimesini şöyle değiştirelim: “Şu sektördeki çalışmalarda benim çıkarım bakımından biraz gevşetilmesinde fayda var. Niye; ben kuvvetliyim bu sektörde, onun için.” Olmaz diyorlar. Bunu neye bağlıyorlar; rekabet eşitsizliği. “Avrupa Birliğindeki her ülke aynı koşullarda üretsin ve rekabet etsin.” diyorlar. İşte, işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgilenmelerinin, dünyanın ilgilenmesinin esas nedeni bu. Bizimki başka, ama bizi kulak veren kim? Biz, sosyal konularla uğraşır gibi uğraşıyoruz, onlar ekonomik konuyla uğraşır gibi uğraşıyor.

Avrupa Birliği dedi ki, “İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda size destek vereceğim.” Çok iyi, iyi yaparsın. “Araç gereç vereceğim, laboratuvarlarını güçlendireceğim, personelini eğiteceğim, şunu yapacağım, bunu yapacağım. Sen de benim Çerçeve Direktifimi benimseyeceksin, buna uygun yönetmelikler çıkaracaksın. Yapar mısınız?” Yaparım. “Haydi, yap!” Bir türlü yapamadı. Arkadaşlar açıkladılar. Önce yönetmelik çıkardı, Danıştay çevirdi, bir daha yönetmelik çıkardı, Danıştay çevirdi. Sonunda mecbur kaldı, yasa çıkaralım bari dedi. Demek ki, Çalışma Bakanlığı bu yasayı Avrupa Birliğinin Çerçeve Direktifini Türkçeye kazandırabilmek amacıyla çıkarttığını söylüyor. Samimi mi acaba; hayır, samimi değil. Nereden anlıyoruz; maddeleri karşılaştırdığımız zaman bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Çünkü Çalışma Bakanlığının bir hastalığı var. Bu, 1978’de de böyleydi. Yalnızca bugünkü Bakanlığın hastalığı değil bu; demek ki, bürokrasinin bir hastalığı. Birinin istediği şeyleri öne koyup size sunarken, arkadan kendi istediklerini araya koymaya çalışıyor. Hiç gerekmezken araya giriyor. Sözgelimi, bu Yasada en çok tartışma yaratan konulardan biri, bu konudaki eğitim kurumlarının oluşturulması, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin ve Türk Tabipleri Birliğinin bu alandaki çalışmalarının hiçe sayılması. Ne ilgisi var Direktifle bunun? Direktif böyle bir şey mi söylüyor? Hayır. Direktife baktığınız zaman, ne iş güvenliği uzmanı, ne işyeri hekiminin istihdamından söz ediyor. Çünkü zaten bunlar kabul edilmiş yükümlülükler. Avrupa’da, bir de bu yasaya konulmasına gerek duyulmuyor. Ama neyi koyuyor? Çerçeve Direktif, daha çok işçilerin bilgilendirilmesi, bilgi edinme hakkı, bunların iş bırakmalarının yetkilendirilmesi, işçi temsilcilerinin katılımının örgütlenmesi. Yasa Tasarısında var mı böyle bir şey? Bir-iki satırla geçiyor belki. Çerçeve Direktifin ana ekseni bu, Yasanın ana ekseni ise eğitim kurumları ve ortak sağlık güvenlik birimleri.

1995 Yasa Tasarısının ne? 1995 Yasa Tasarısı gerçekten güzel, ilginç bir yasa tasarısı. Tabii, üstünde çalışılabilecek şeyler var, ama o da şu konuların üstünde duruyor: İşyeri örgütlenmeleri; iş güvenliği temsilcileri, görevleri, hakları; çalışanların sorumlulukları ve hakları, ulusal konsey. Avrupa Birliği ulusal düzeyde kurullarla uğraşmıyor, Uluslararası Konseyle uğraşıyor o. Ama 1995 Yasa Tasarısı ulusal konseyle de uğraşıyor. Bu yeni Tasarıda da var. Ama çok ilginç bir farlılılk var; 1995 Yasa Tasarısında Yürütme Kurulu demiş. Yürütme Kurulunda 3 tane bürokrat, 4 tane hükümet dışı temsilci var. Bakın, 3’e 4. Kurulları incelerken önce bileşimine bakmak gerek. Örneğin, Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu. Prim ödenen bir kurum bu, değil mi? Kim yönetmeli burayı? Kimin parasını kullanıyorsun; prim ödeyenlerin. O zaman, prim ödeyenlerin oranı ne acaba? 5’te 2 midir, 7’de 2 midir? Buno karşın 1995 Yasa Tasarısının öngördüğü ulusal konseyin yürütme kurulunda; 3’e 4. Çerçeve Direktifinde Avrupa Birliği; uluslararası bir komite kuruyor, “Başkan, oy kullanmamalıdır” diyor. Çalışma Bakanlığı, getirdiği her yönetmelikte başkana 2 oy veriyor. Eşitlik durumunda… Sanıyorsunuz, böyle bir şey olmaz, değil mi? Yaşadığım için, biraz sonra anlatacağım. Eşitlik durumunda, Çalışma Bakanlığı Müsteşarı oyunu kullandı 9-8 kazandı. Demek ki, bu çok önemli bir madde. Ama bizimkiler samimi olmadıkları için, bunu herhalde göremiyorlar.

Bir gün, Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı Güvenliği Genel Müdürlüğü bir toplantı düzenlemişti. Orada arkadaşlar, bu yönetmeliklerle uğraşan arkadaşlar homurdanıyorlardı. “Ne oldu?” dedim, “Avrupa Birliği uzmanı geldi, bir de bize fırça attı” dediler. “Niye fırça attı?” dedim, “Bunu Türkçeye çevirirken, vesaireyi unutmuşuz” dedi. “Şu görevleri vardır vs.” şeklinde. “Bir ‘vesaire’ için bu kadar fırça atılır mı?” dedi. “Vesaire işin özü, yani konunun açılımını veriyor” dedim. Sen daraltmışsın bunu; “Şunları şunları yapar, o kadar, başkasını yapamaz.” Halbuki vesaireyi koyduğun zaman önü açılıyor. Siz yorumlayın gerisini.

Gerçekten, bu üç metin birbirinden büyük ayrılıklar gösteriyor. Örneğin, ortak sağlık güvenlik birimi kavramı her üçünde de var. Bakın, bu da bir samimiyet göstergesi. Yani Avrupa Birliği Direktifi de diyor ki, “Evet, ortak sağlık güvenlik birimleri kurulmalıdır.” Mesleki Sağlık Güvenlik Yasa Tasarısı (1995) da kurulmalıdır diyor, bugünkü de kurulmalıdır diyor; ama arada bir fark var. İlk ikisi, “Küçük işyerlerinin güçleri buna yetmez, onlar için kurulmalıdır” diyor. Yeni Yasa Tasarısı ve uygulama ne diyor; “Küçükleri bırak, 50’nin üstü için bak” diyor. Tek tek irdelediğimiz zaman, küçükler için ortak sağlık güvenlik birimi kurmak son derece masraflı şu anda; yani o yapıya girerse o, aynı büyük muamelesi görüyor. Yetkilendirme Daire Başkanı diyor ki, “Arkadaşlarla uzun uzun tartıştık. Biz, her işyeri için işyeri hekimine 15 saat asgari süre koyduk.” Azamisi de 20 saat filan, fazla değişmiyor, 15-20 saat olarak düşünün. 5 işçi çalıştırıyorsa yine 15 saat, 200 işçi çalıştırıyorsa yine 15 saat. Bir samimiyet var mı bu işte? Yani diyor ki, “50’nin altındakine bakmayacağız, üstündekine bakacağız.” O zaman, olayın boyutları değişmeye başlıyor.

Bu ortak sağlık güvenlik birimlerine karşı tepki var. Deniyor ki, “Bu ticari.” Tabii, 50’nin üstüne bu işi bağlarsa, onların yükümlülüklerini hafifletme yolunda tedbirler getirirse, tabii ticarete girer; işyerleri işyeri hekimlerini ya da iş güvenliği uzmanlarını çekerler, “Bak, şu kadar para veriyorum sana. Dışarıdan, ortak birimden daha ucuz teklifler geldi, daha ucuza çalıştırayım” der tabii. Ama küçüğün böyle bir şansı yok; küçük, ortaklaşa yararlanmak zorunda, başka çaresi yok zaten. Bir sokakta ya da bir sitede, OSTİM’de… OSTİM’deki dükkanları düşünün. Kaç metrekare? Bodrumunu, asma katını da düşünsen, 80 mıdır, 160 midir? Bu kadar mekanda bir de doktor odası mı kuracaksın, bir de hemşire mi tutacaksın? Ama gözüne çapak kaçtı, elini bilmem ne kesti, gönder polikliniğe, ver 25 lira. Neredeyse 25 lira verse ortak sağlık güvenlik birimine… İşçi sayısına bağlı, değişir; ama 25 fena bir para değil ortak sağlık güvenlik birimi girdisi için.

İlkeler konusunda herkes aynı şeyi söylüyor. Üç yasa tasarısını yan yana koydum, hepsi benzeri ilkeleri öne sürüyor. Ama tanımlar maddesi çok enteresan. Mesleki Sağlık Güvenlik Yasa Tasarısı 1995 8 tane ilke koymuş. Bir de o dönemin özelliği, çalışan çocuktu, çocuk çalışandı, bunlara değinmiş. Avrupa Birliği 4 tane tanım maddesi koymuş; işçi, işveren, özel olarak işçilerin sağlık ve güvenliğinden sorumlu işçi temsilcisi, önleme. 4 tane tanımlama yapmış. Bugünkü Yasa Tasarısına bakıyoruz, 22 tane tanım var, yani her şeyi yeniden tanımlıyor, yani “Bütün bildiklerinizi unutun, bundan sonra bu böyle olacak” diyor. Bu bir keyfilik kokusu veriyor mu size? Versin, çünkü bütün uygulamalarda keyfiliğin daha ön plana geçtiğini göreceksiniz.

Keyfiliğe bakın ya da samimiyetsizliğe bakın. İşyerlerinde çalıştırılacak elemanların meslek eğitimi görmüş olmaları yükümlülüğü geldi, değil mi? İşyerlerinizden durmadan kaynakçıyı eğitime gönderiyorsunuz vesaire. Hepsinin belgesi olacak, değil mi? Niye çıktı bu, nereden icat oldu? Bu, tersane ölümleri dolayısıyla icat oldu. Tersanede işçiler düşüyordu. Biz farkında değiliz, ama meğer bilgisizliklerinden düşüyorlarmış! Bilseler düşmeyecekler sanki. Bakanlık kendini kurtarmak için dedi ki, “Bunlar cehaletlerinden düşüyorlar. Bunları topluyorsunuz, topluyorsunuz, iç göçlerle getiriyorsunuz, tersaneye yığıyorsunuz. Bunları eğitseydiniz, bu olmayacaktı.” Kendini kurtaracak şimdi, yani bir kazada hemen diyecek ki müfettiş arkadaşımız, “Eğitimi var mı?” “Tam yollamak üzereydik” filan. Bitti, sorumlu sensin. Niye; eğitimi yok. Nerede en çok iş kazası oluyor; inşaat sektöründe, değil mi? Yeni bir uygulama. Eğer 10 lira verirseniz il çevre müdürlüğüne ve dilekçe verirseniz, 5 yıl geçici çalışma belgesi veriyormuş. Böyle birr şey olabilir mi? Hangi sektörden söz ediyoruz; inşaat sektörü ve şantiyeler. Diyeceksin ki, şantiye uygulamalarına bir kolaylık getirdi mi; hakikaten getirdi, müteahhitler bir nefes aldılar. Çünkü adam, bilmem hangi şantiyede sıvacıymış, kalıpçıymış, buraya gelmiş, “Belgen nerede?” deniliyor; yok. “O zaman çalıştıramam seni.” Kimi çalıştıracağım ben? Git il çevre müdürlüğüne, ver dilekçeni, yatır 10 lirayı, al 5 yıllık geçici çalışma iznini, gel, bende çalış. Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

SALONDAN– Bu sizin söylediğinize kısmen katılmıyorum. Şundan dolayı: Mesleki eğitimi olan insanlar olunca, hakikaten bir nevi kaza önlenebiliyor. Neden? Boya bilmeyen insanla, hakikaten eğitim almış, boya bilen insan karşılaştırılamaz. Ancak, şu yanlış yapılıyor: Bir defa, eğitim veren firma denetlenmeli. Mesleki eğitim kesinlikle kazayı önler. Mesleki eğitimin önemi kesinlikle çok yüksek.

Prof. Dr. GÜRHAN FİŞEK– Düzelteyim. Kimse “Eğitim gereksizdir” diyemez. O zaman, size iki tane araştırmadan söz edeyim. Kaza nedenleri üzerine bir araştırma yapmışlar. Birinci araştırma demiş ki, “Kazaların nedeni yüzde 85 insan hatası; geri kalan yüzde 15’i önlem alınmamasından, çalışma koşullarından filan.” Bir başka araştırma demiş ki, “Böyle bir şey olur mu?” O da aynı veriler üzerinden bir araştırma yapmış. “Yüzde 95’ini ortak; yani hem çalışma koşullarından, hem insan hatasından, yani güvensiz davranış ve güvensiz donanım. Yüzde 3’ü sırf işçi kusurundan, yüzde 2’si sırf işveren kusurundan” demiş. Bunu niye anlattım? Şundan: Çok önemli bir politika farkını ortaya koyuyor bu iki araştırma sonucu. Yüzde 85’i insan davranışına bağlarsanız, bunu eğitmek lazım, kafasını düzeltmeden bunu önleyemezsin demektir. Öteki diyor ki, “Yüzde 95 insan faktörü de var, ama donanım faktörü de var.” O zaman, eğitim önemlidir, ama her şey değildir diyorsun. Burada, mesleki eğitim önemlidir diyorsunuz. Katılıyorum, çok önemlidir; ama il çevre müdürlüğüne 10 lira verirsen, unuttum! Olabilir mi, samimi mi? Ben, samimiyeti irdeliyorum burada. Bu davranışı normal buluyor musunuz siz? İl çevre müdürlüğüne 10 lira ver, kurtar! Konu o zaten. Yoksa, “Mesleki eğitim önemsizdir, yapmayalım” gibi bir şey olabilir mi? İşçinin eğitim hakkı, bilgilendirilme hakkı diye yırtınıyoruz burada, tabii önemli; ama tek başına kazayı önlemekte yeterli değil.

Konuşuruz, yine devam ederiz. Zaten konuşmayı tadında bırakmak lazım. Fazla uzatırsam, bir daha çağırmazsınız beni. Onun için, benden bu kadar. (Alkışlar)


Soru-Cevap Bölümü

Prof. Dr. GÜRHAN FİŞEK– Aslında çok ilginç. Bizim yönetmeliklerimiz, örneğin işçinin maruz kalabileceği en yüksek gürültü sınırını koyar. Ne için koyar; günlük 7,5 saat için koyar. Bunun üstünde çalıştığı zaman, o sınır aynı kalır mı? Kimyasallarda “Hangi sınırın üstünde solursa hasta olacak” diye bir liste yayınlar, ama ne için; 7,5 saat için. Bir de cumartesi yarım gün çalışacak filan hesabı. Bunlara uyulmadığı için, kimyasallardan da zehirlenirler. Sanki yasal olarak zehirleniyormuş gibi, ama aslında yasadışı. Tabii, samimiyetsizlik ve ciddiyetsizlik had safhada.

İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı komisyonlarda görüşülürken, arada bir radyolardan haber duyuyorum; “Bu Yasa Tasarısı işçiye işten kaçınma hakkını da verecek.” Kendi kendime düşünüyorum, “Niye tek başına bunu söylediler” diye. Yani bayram değil, seyran değil; bu niye söylendi şimdi? Yasa Tasarısıyla ilgili söylenecek çok şey var, ama haberde sadece bu satırı veriyor. Bu da bir samimiyetsizlik. Niye? Tribüne oynuyor. Yani diyor ki işçiye, “Bak, sana işten kaçınma hakkı verdim.” Bu, 2003 yılında zaten verilmiş. 1967 yılında ILO’nun kabul ettiğimiz makine koruyucuları hakkındaki sözleşmede de var, 67’de de vardı bu. O zaman niye bunu ortaya sürüyorsun? Bu, tamamen tribüne oynamak. Yani Yasa Tasarısı çıksın ya da çıkmasın, uygulansın ya da uygulanmasın, bu önemli değil, “Bak, ben senin için bir şey yaptım iktidar olarak” diyor, mesaj veriyor. Dolayısıyla, bu çalışmadan kaçınma hakkı komik bir şey.

Tersaneden gelen arkadaşımız, “İş güvenliği uzmanına güvence istedi. İşvereni Bakanlığa şikayet ederse sorun olur” dedi. Şikayet etme, 3 nüshalı deftere yaz da, ben seni göreyim. 3 nüshalı deftere yaz işverenin istemediği bir şeyi yazabiliyor muyuz? Ama Bakanlık kendisini şöyle kurtarıyor: “Bak, senin için şunu yaptım.” Eğer sorumluluktan kurtulmak istiyorsa yazsın deftere, “Ben, işverene söyledim, o yapmadı” desin. Ama yazamazsın. Dedikleri gibi, iş güvencesi konusu önemli bir konu, ama sadece onun iş güvencesi mi; hayır. İşçi temsilcisinin de iş güvencesi çok önemli. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kuruluna girdi. Haydi bakalım, konuş. Ben böyle işçiler tanıdım. Sendika temsilcisi, canavar gibi İş Sağlığı Güvenliği Kurulunda çalışıyordu. Öneriler getiriyor, rahatsız ediyor işvereni Kızıyor işveren buna. Ama sendika temsilcisi. Güvencesi var. Ama işveren sabırlı, bekledi, 2 yıl sonra sendika temsilciliği sona erdi, ertesi günü çıkarttı.

Çocuk işçiler sorununu düşünelim. Niye çocuk çalıştırılıyor? “Ucuz” dediniz. Ucuz, artı uysal, ne dersen yapıyor. Çay getirip götürüyormuş. Diyor ki işveren, “Ben kime çay getirtip götürteyim, kime yaptırayım bu işi?” Eğitim mi bu? Hani, mesleki eğitim diyorlar, ağaç yaşken eğilir diyorlar. Kimi eğitiyorsun bu şekilde?

4+4+4 denilen Yeni Eğitim Yasası, çocuk işçi yaşını düşürmesinin yanı sıra, kadının evlendirme yaşını da düşürecek. Kızlar niye çalışma yaşamına gider, erkekler niye çalışma yaşamına gider, bunu düşüneceğiz. Pek çok faktör var. Bunun içinde bir de toplumsal, kültürel etmenler var. Yani toplumumuz, çocuğun çalışmasından rahatsız oluyor mu? 1992’den beri ILO’nun çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi projesi kapsamında TÜRK-İŞ çalışmalar yaptı, HAK-İŞ, DİSK, TİSK çalışmalar yaptı. Ben, TÜRK-İŞ sendikalarının genel sekreterlerinin katıldığı bir toplantıda konuştum; sordum, “Sizin işçileriniz bu konuda ne düşünüyor, yani onlar çocuklarını çalıştırıyorlar mı?”. Çalıştırıyorlar. Sen sendika olarak kendi işçine bu bilinci aşılamazsan, o çocuğunu çalıştırmak isterse, bunu nasıl önleyeceğiz?

Çocuk işçilik konusu da bir tribüne oynama aslında. Kendi deneyimlerimden biliyorum, en çok çocuk işçiyi daha çok bu mütedeyyin dediğimiz insanlar çalıştırıyor; yani din gündemlerinde daha ön planda olan insanlar çocuğu daha çok çalıştırıyor. Hayretle bakıyorum. Yani onların ahlak anlayışlarıyla bu nasıl bağdaşıyor diye de düşünüyorum. Onun için tribüne oynama diyorum buna. Tabii, çok büyük bir rahatsızlık kaynağı. Türkiye’nin kabul ettiği sözleşmelere aykırı, yasalara aykırı. Nasıl böyle bir şey yapabilecekler, bilemiyorum; ama 4+4+4 de bir tribüne oynama aslında.

Tersaneler için yapılabilecekler konusunda bir sorunuz vardı. Eğitim gereksizdir demiyorum, ama bence tersanelerdeki en önemli sorun taşeronlaşma uygulamaları. Taşeron uygulamasıyla ucuza işçi çalıştırma, işi ucuza mal etme gayretleri son safhada. Bunu aştığı söylenen işyerleri var; orada daha uygun koşullarda çalıştırıldığı, taşeronları denetim altına aldığı söylenen tersaneler var. Tersaneler konusu son derece önemli bir konu. Sanıyorum, Devlet Denetleme Kurulunun bir raporu vardı. Çok ayrıntılı bir rapor hatırlıyorum. Titizlikle irdelenen bir konu. Bugünlerde üretim düştüğü için, belki gündemden düşüyor kaza sayıları da otomatikman düştüğü için. Ama ben, konunun üzerinde yeterince fikir olgunlaştırılmadığı kanısındayım ve her konuda olduğu gibi, sosyal diyalogun yeterince orada sağlanmadığı görüşündeyim. Artı, bir şey daha söyleyeyim: Bölgedeki yetkili sendikanın da görevini yeterince yapmadığı kanısındayım. Yani işçi örgütsüz olduğu sürece, burada ne kadar konuşsak da, işçi kendi hakkını savunmadığı sürece bir şey sağlanamaz diye düşünüyorum.

Size bir hazır reçete, doktor reçetesi verecek durumda değiliz; ama bir sosyal diyalog ortamının yaratılması gerektiğini düşünüyorum.

Çok haklı olarak, arkadaşlarımızdan biri, “Öneriniz ne?” diye sordu. O zaman size şunu anlatarak bitireyim konuşmamı. Gerçekten önerimiz vardı. Çalışma Bakanlığı, bu İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısını olgunlaştırmaya çalışırken, daha doğrusu toplumsal kesimlerden onay almaya çalışırken, İş Sağlığı Güvenliği Konseyi bünyesinde bir hazırlık komisyonu kurdu, alt komisyon oluşturdu. O alt komisyona TMMOB katıldı, TTB katıldı, sivil toplum kuruluşu temsilcisi olarak Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı katıldı -ki, ben temsilcileri olarak gittim oraya- TÜRK-İŞ katıldı. TİSK katıldı katıldı. O arada, bir türlü uyuşum sağlanamadığı için, sonunda dediler ki, “Kendi aranızda toplanın, ne getirirseniz tartışalım.” Ne getirirseniz kabulümüz demediler, ama iş oraya doğru gidiyordu. Bunun üzerine, TTB, TMMOB, KESK, TÜRK-İŞ, DİSK, Fişek Enstitüsü -ilk başlarda KAMU-SEN de gelmişti, ama onlar çekildi. Ondan sonra- 5-6 kuruluş bir araya geldik ve şu öneriyi geliştirdik. Bu, çok uzun süredir Türkiye’de olgunlaştırılan bir süreçti; kurumsallaşma. Konseyde yer alan, konunun hükümet ve hükümet dışı taraflarının bir araya geldiği, “İdari ve mali yönden özerk bir kurum olması gerek” fikri. Bu, 1978’lerde başlamıştı, 2000 yılında Devlet Planlama Teşkilatının Özel İhtisas Komisyonu raporuna girdi, ondan sonra 2007 yılında da bu ortak öneriyle Konseye getirildi ve kıyamet koydu. Çok kızdı Çalışma Bakanlığı, “Bu hayallerle bizi uğraştırıyorsunuz” dedi. Hayal değildi. Çünkü bu süreç, uzlaşmayla aşılması gereken bir süreç. “İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdamında sınır 10 işçiye mi inecek? 1-9 arası ne olacak? Nasıl uygulama olanağı bulunacak? Nasıl denetlenecek?” . Tüm bu soruların yanıtı ancak uzlaşmayla bulunabilir ve uygulanabilir.

Çalışma Bakanlığı, işyerlerinin ancak yüzde 5’ini denetliyor. Kapsam genişledikçe, tüm çalışanları kapsadıkça -Yasaya bakarsak, tarım dahil bu işe. “Tüm çalışanlar” diyor- nasıl denetleyecekler bunu? Var mı bunun bir samimiyeti? Bu, ancak bütün sosyal kesimlerin uzlaşısıyla, bir program dahilinde şey yapılabilir. Hayır, Çalışma Bakanlığı diyor ki, “Yumruğumu masaya vuracağım, herkes bana itaat edecek.” Buna polis devleti derler. Öyle olmaz, yürümez bu iş. Biz sosyal devleti savunuyoruz. Onun için, bu alanda kurumsallaşma şart. Kurumsallaşma neye yarıyor?

Bugün konuşmadığımız başka bir konuyu ortaya atayım; iş sağlığı güvenliği alanında bilirkişilik. Bilirkişi uygulamaları ne durumda arkadaşlar? Bence felaket. Kim disiplin altına alacak bunu? Bütün kesimlerin katıldığı, çok bilimli, çok kesimli bir yapının müdahale etmesi lazım.

SALONDAN– Branşlaşmadan olmaz.

Prof. Dr. GÜRHAN FİŞEK– Ama bütün bunlar o yapı içerisinde olacak. Branşlaşma diyorsunuz. Çalışma Bakanlığı iş müfettişlerine bakıyorum, her branştan mühendis geliyor. Gıda mühendisini maden gönder bakalım, denetim yapabilir mi? Elektrikten ne anlar gıda mühendisi. Onun için, bütün bu sağduyulu fikirlere değer veren bir kurumsallaşma gerekiyor. Bu olmadan olmayacak. İstedikleri kadar yasa çıkarsınlar, yasayı da uygulayamayacaklar. Zaten herkes biliyor; Türkiye’de yasalar vardır, uygulama başkadır.

Teşekkür ederim.

9 Haziran 2012, Ankara