Çalışan Çocuklar ve Gençler Ne Arıyor?

Ege üniversitesi Ergen Kongresi, 2005

Yaşamın evreleri vardır. Yüzyıllar boyunca yaşanan deneyimler hem bu evreleri şekiller hem de bunları atasözleri ile tanımlar. Yüzyıllar içerisinde ortaya çıkan yaşamın biyolojik ve sosyal evreleri şunlardır:

  • Çocukluk – Öğrencilik
  • Gençlik – Ergenlik
  • Doğurganlık – Erişkinlik
  • Yaşlılık – Emeklilik – Orta Yaşlılık

Bu evrelerin birbirinin içine geçmesine, hakkını verirek yaşanmamasına engel olan nedir? Diğer bir deyişle insanların hayatlarını dört dörtlük yaşamalarına engel olan nedir?

  • “Gereksinme” ile “çıkar”ın çatışması

İnsan haklarının sınırları şöyle tanımlanır: Bir insanın diğer insanın haklarını kullanmasını engellemeden haklarını kullanabildiği nokta.

Yaşamsal gereksinmeler gibi en doğal olan, insan haklarına kavuşmak isteyen çok geniş bir toplum kesimi var. Bir de çıkarlarını kimseye aldırmadan genişletmek isteyen bir avuç insan var. Bu çekişmede bugün kim egemen?

“Yoksulluk” kavramı, bilimsel düzeye bile taşınmışsa ve her köşede yoksulluk varsa, toplumun büyük çoğunluğu insan haklarını elde edememiş demektir. Egemen olan, bir avuç çıkar çevresi demektir.

O zaman yaşadığımız zaman dilimine haksızlık ve adaletsizlik egemen demektir. İşte sosyal yaşamın evrelerini bozan, bulanıklaştıran bu egemen olgudur. Çocukluk, gençlik, erişkinlik hep birbirinin içine geçmiştir. En doğal gereksinmelerimi karşılayacağım diye çoluk çocuk emek piyasasında çırpınmaktadır.

Gördüğümüz odur ki, onlar bireysel kurtuluşlarını arıyor.

* * *

Çocukluk dönemi ile ilgili iki atasözü hemen aklıma geliyor:

  • Ağaç yaşken eğilir.
  • Akıl yaşta değil baştadır.

Atalarımız, ağaç yaşken eğilir demiştir. Bunu söylerken, aynı zamanda çocukluk çağını tanımlamışlardır: Üzerine ağır yüklerin konulmaması gereken, ileriki yıllarda yaşanacak dev ve ağır bir gövdenin taşınabileceği temellerin atılması, köklerin salınması dönemi. Yine atalardan duyduğumuz bir söz var: Tayın sırtına fazla yük bindirirsen, belini kırarsın.

Ama yaşadığımız zaman diliminde, çocukların sırtında büyük yükler var. Herşeyden önce, yaşama çok erken yaşlarda atılıyorlar. Çünkü onlara “yaşamını kurtar, her şey senin elinde” diyoruz. Ya da “her şey aile için, imdat” diyoruz.

Yoksulluğu yaşayan çocukların, oyun oynayarak çevresini tanımak, düş gücünü geliştirmek gibi; spor yaparak benliğini geliştirmek ve özgüven kazanmak gibi; eğitimini ilerleterek dünyayı ve bizlere sunduğu olanakları öğrenmek gibi lüksleri yok. Onlar için sunulan kestirme çözümler ve seçeneksizlik.

Küçük yaşta tornacı çırağı olarak yaşama atılan bir çocuk, büyüdüğü zaman ne iş yapacak? Buna herkes tabii tornacı olacak der. Peki üniversite eğitimi alarak Eğitim Fakültesi’ni bitiren bir öğrenci ne olacak? Kimse mutlaka öğretmen olacak diyebilir mi? Tornacı çırağının yazgısı bellidir; o tornacı olacak ve yaşamını bir tornanın başında geçirecektir. Pek azının kendi işyerinin sahibi olma olanağı vardır; o işyerini ne kadar elinde tutabileceği de ayrıca tartışılmalıdır. Demekki, kestirme çözüm, “çocukluk” dediğimiz sosyal evreyi yaşayamamış çoğunluk için, bir seçeneksizlik ve koşulların kölesi olmaktır.

Çalışan çocuklar, sonra gençler, çocukluklarını ve gençliklerini yaşayamayan ve erişkin role bürünmek zorunda kalmış olan insanlardır. Gereksinmeler ve çıkar odakları onların, doğal gelişme evrelerini bozmuştur.

Gençlere gelince : Bunu başka özel bir grupta incelemek istiyorum. Çünkü gelenekler ve çıkar odakları, genç kızları, erkeklerden daha farklı bir biçimde etkiliyor.

Genç kızlar, öğrenimin yüksek maliyeti dolayısıyla kardeşleri arasında öncelik alamamaktadırlar. Genç kızlar geleneksel etmenlerle evlendikten sonra çalışmayacakları varsayımıyla meslek eğitimi görmemektedir. Genç kızlar, ailenin direği, çocuklarını tek başına büyütmekle görevl anaları ve toplum yaşantısına karışıp zarar görebilecek kırılgan biblolar olarak görülmektedirler. Yasalara göre, sosyal güvenlikleri de önce babalarına, sonra da kocalarına bağlanmıştır. Onlara bu rollerini yerini getirebilecek olan koca, zengin ve düzenli işi olan bir erkek olmalıdır. Bütün bunlar, genç kızları, erken yaşta, ya geçici olarak çalışma yaşamına itmekte; ya da evde koca beklemeye itmektedir.

Her ikisi de geçicidir.

Geleneklerin getirdiği, genç kızın, özgüvenini, benliğini, haklarını ve ekonomik bağımsızlığını ayaklar altına alan bu düzen değişmelidir. Bu hem toplumdaki tüketicileri arttırarak yüksek bir maliyet yüklemekte; hem de bireyi (yani genç kızı) sosyalleşmekten alıkoymaktadır. Böylece genç kızlar, yalnızca biyolojik yönden doğurganlığını kullanmaları beklenmekte; ama beyin güçlerini (doğurganlık, yaratıcılık) kullanmaları beklenmemektedir.

Bunları gözlemleyip, düşünüp ve acı çekilip de, durmak olur mu?

Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı olarak, biz de gittikçe büyüyen bir gönüllü yumağı ile düşünce-eylem üretmeye ve örnek çalışmalar oluşturmaya başladık (www.fisek.org.tr).

Çalışan çocukların çalışma yaşamından uzaklaştırılması için,

    1. Uzun erimde: Onların okula kazandırılmaları ve çalışma yaşamından uzaklaştırılmaları için, kamuoyu oluşturmaya başladık. Periyodik yayınımızla, web sayfalarımızla ve katıldığımız toplantılarda savunduğumuz görüşlerle bu düşünceyi yaygınlaştırmaya çalıştık. Araştırmacıları özendirdik; Türkiye’nin ilk çocuk emeği kütüphanesini kurduk (www.fisek.org.tr/kutuphane).
    2. Kısa erimde:
      2.a ) Sanayide çalışmakta olan çocukların, sağlıklı-güvenli koşullarda çalışabilmeleri, sağlıklarının korunabilmesi ve sağlık-sosyal hizmet sunumu için bir hizmet modeli oluşturduk (Fişek Modeli). Üç koldan bu çalışmaları yürüttük. Bu kollardan birincisi, tek tek küçük işyerlerini gezen Yürüyen Klinik’lerle hem o işyerlerinde çalışan çocuklara, hem de diğer çalışanlara sağlık hizmeti götürdük. İkincisi, acil durumlar ve bizim ulaşamadığımız işyerlerindeki çocuklar için, o sanayi sitesinde, sağlık merkezi açtık. Üçüncüsü, çıraklık (yeni adıyla mesleki) eğitim merkezlerinde çıraklar yöneldik. Doktorlarımız, hemşirelerimiz ve gönüllülerimiz oradaydılar.

2.b) Erken yaşta çalışma yaşamına atılan çocukların, erişkin role bürünmek yerine çocuk kimliklerini kısa bir süre için de olsa yaşayabilmeleri için, yaz kamplarına götürdük. Oyunlar oynadılar, yüzme öğrendiler ve ilk kez çalışmadılar.

Genç kızların, toplumsal ve çağdaş rollerini geliştirebilmeleri için,

  1. Bir gecekondu mahallesinde “Genç Kız Evi”ni kurduk. Öğrenimlerini sürdüren ve sürdürmekte kararlı olan kızlarımıza bir “koruma örtüsü” oluşturduk. Onların deyişleriyle, sıcak ve sessiz bir mekan, yakın bir ilgi, kitaplar, bilgisayar, derslerine yardım eden gönüllüler, besin desteği, kırtasiye ve gerektiğinde otobüs kartı aldık. Şimdi kızlarımızın, ders başarıları yükseldi; özgüvenleri arttı. Onlar yarının meslek kadını olacaklar; buna hem kendileri ve hem de biz inanıyoruz. Böylece hem bugün hem de yarın, çocuk işçilerin sayısı eksildi.
  2. İşyerlerinde özellikle kız çıraklara yönelik yürüttüğümüz çalışmalarla (sağlık-sosyal hizmet sunumu, yaz kampı), kızların, dünyaya farklı gözlerle bakmalarını sağlamaya çalıştık. Onların erkeklerin kölesi değil, toplumun eşit haklara ve olanaklara sahip bireyleri olmaları için kafalarındaki sisleri dağıtmaya çalıştık. Bir ölçüde bunu başardığımız, evlilik yaşlarının daha ilerilere atılmasından da belli.

Eğer, toplumumuzun, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamasını istiyorsak, önce geleneklerimizi ve kadına yönelik kısıtlayıcı bakış açısını aşmamız gerekiyor. Elele vererek, grupçu çözümler üretmemiz gerekiyor. Bağımsız ve gönüllü çalışmalar, toplumun da suskunluğunu aşacak; insanları ideolojik bir hedef olarak görüp, yardımlarıyla pasifize edeceklerini umanların oyunlarını bozacaktır.

Önce çalışan çocuklar-gençler … Önce mesleksiz genç kızlar …
Onlar çağdaş bir toplum arıyor; biz de bunun nasıl kurulacağını biliyoruz.
Bu sorunları aşmadan çağdaş uygarlığı yakalayamayız.

İlk Yayın : “Çalışan Çocuklar ve Gençler Ne Arıyor?” 10.Ergen Sağlığı Kongresi (Düzenleyen Dokuzeylul Üniversitesi) 3 Aralık 2005.