Beyin Göçünden Beyin Gücüne : Evrensel Olan ile Ulusal Olanı Buluşturmak

1

GİRİŞ

21.Yüzyılın bilgi çağı olarak niteleneceği gelişinden belliydi. Anımsanacağı gibi,bu yüzyıla girerken en büyük korku bilişim sisteminde yaşanacak 2000 yılı sendromuydu. “99”dan “00”a dönüşememenin, bankacılık sisteminden, “e-devlet” e kadar bir çok konuda yıkıcı etkiler yapabileceğinden korkuluyordu. Ama “ortak akıl” bunu aştı.

2000 sendromunun “dahi” doktoru, “ortak akıl”dı. Dolayısıyla bu yüzyıla da onun damgası yakışır. Tek tek bireylerin aklı bilgisi deneyimleri çok önemlidir. Ama bunun belirlenen konularda, ortaklaşa yapılması çok önemlidir. Toplumun gelişmelere yakın kesimi, daha çok “bilgi” ile ilgileniyor; bu yüzyılı “bilgi çağı” olarak niteliyor. Doğrusu, “bilgi”den çok “bilginin üretim süreci” önemlidir.

Bilginin üretim sürecinde rol alan akılların, bir takım ruhu taşıması, birlikte üretme alışkanlığının olması, en üstün akıllardan oluşması ve onların bilgi üretebilmek için en uygun ortamı bulabilmeleri gereklidir. Çağ, “ortak akıl” çağıdır; en akıllıları bir araya toplayıp bir takımlar halinde belirlenmiş hedefler bütünü içerisinde çalıştırabilme yönetim kapasitesini gösteren de çağa damgasını vurmaktadır. Çağa damgasını vuran temel alt yapı ögesi ise, küreselleşme denilerek yuvarlanmaya çalışılan kapitalizmdir.

İşte beyin göçü, bu çerçevede çok önemli bir hizmet görmektedir. Çünkü takıma en uygun ve en iyi oynayan oyuncunun (aklın), aynı ülkenin yurttaşları arasında çıkmasına olanak yoktur. Küresel oyun kurucular, bilim ve teknoloji alanında atılımlar yapacak takımlarını kurarken, dünyayı yapay sınırlarla bölünmüş olarak görmemektedirler; onlar için insanları ve bilimsel ortamları birbirinden ayıran sınırlar yoktur; insanlar arasında renk ve ulus farkları yoktur. Tek bir ayırım vardır; işine yarayacaklar ve yaramayacaklar. Arayışları da en iyisine ulaşmak içindir. Onlar bir “ulusal takım” değil; “dünya karması” kurmak istemektedirler.

İşte beyin göçü, küreselleşmenin egemen çevrelerinin, en iyi takımı kurmasının bir aracıdır.

2

KAVRAMLAR

Kafa emeği : Düşünsel çalışması, bedensel çalışmasına üstün olan kişinin emeğidir. Bu ayırımı yazı boyunca sürdürmemizin nedeni, kol emeği göçünün “düşünsel” düzeydeki etkilerini, yaşadığı değişimleri ve toplum yaşantısına katkılarını değerlendirmediğimiz için değil; ama “göç”leri yönlendiren (ve dünyaya yön veren) egemen odakların, bu iki emek ögesine farklı bakışlarından kaynaklanmaktadır. Ama çalışmamızın son bölümünde, “kol emeği”nin göçler sonrası yaşadığı değişimler ve bunun getirileri üzerinde de duracağız.

Beyin göçü : Kafa emeğinin ya da nitelikli insangücünün düşünce ürünlerini, başka bir ülkedeki “bilgi üretim süreçlerinde” kullanıma sunmasıdır. Bilgi üretim süreçleri, bir çok bilgi üretim süreçlerinin bir bileşkesi olarak çıkar; düzey bakımından bir çok farklılığı kapsar; bu da niteliksel olarak birbirinden çok farklı “akıl”lara gereksinme gösterir.

Beyin göçünden elde edilen yararın en üst düzeyde olabilmesi için sürekli kafa yorulmaktadır. Üretimin, daha iyi koşullarda yapılabilmesi, rekabet koşullarında daha iyisi bulunduğunda ya da bu beyinlerde “emilecek” bir şey kalmadığında, ayakbağı olmasının önlenmesi için de çözümler üretilmektedir. “Beyin göçü yönetimi” olarak niteleyebileceğimiz bu çalışma alanında üretilen çözümlerden biri de “bedensiz beyin göçü”dür.

O zaman beyin göçünün, bedenlerin hareketliliğine göre ikiye ayırmak gerekmektedir:

    • Bedenle birlikte beyin göçü : Klasik beyin göçü biçimidir. Kişi, aklındakileri, aktarabilmek için “bilgi üretim süreci”nin bulunduğu asıl-ülkeye gider. Yanında ailesi de vardır. Bu onlara yeni bir yaşam ortamı ve ilişkiler ağı kazandırır. Gelişmiş toplum koşullarında, gelişmiş yaşam standartları, gelir düzeyi ve gelecek güvencesi sunar.
    • Bedensiz beyin göçü : “Beynin ürünleri”nin, “bilgi üretim süreci”nin bulunduğu asıl-ülkeye, teknolojinin olanaklarından yararlanarak ivedilikle iletilebilmesi; ancak, üreten beyinlerin kendi ülkesinde (veya üçüncü bir ülkede) konuşlanması durumudur. Böylece bilgi üretimindeki asıl-ülke, yalnızca kol emeğinin değil, kafa emeğinin de olumsuz etkilerinden kendisini olabildiğince arındırmaktadır (Sözgelimi, küreselleşmenin zenginliklerinden pay vermek zorunda kalmamaktadır). Yararlandığı beynin, çocukları ve torunları için de bir taahhüt altına girmemekte; eğer onların da yararlanabilecek düzeyde beyinlerini geliştirmeleri durumunda; ileride onları da ayrıca kullanabileceği özgüvenini taşımaktadır.

Kişi bedeniyle kendi ülkesinde yaşarken, ona sunulan konu ve hedefler çerçevesinde, beyin gücünü ürettiklerini, yurt-dışında bir adrese göndermektedir. Bu çalışma tek bir kişinin ürünü olduğu gibi, bir ekip çalışmasının da ürünü olabilir

Ancak bu çalışmalarda, bizim konuya yaklaşımımız açısından önem taşıyan bir ayırım vardır. Bu da, çalışmanın yaşanan ülkeye somut bir yararının olup olmadığıdır.

    • Ülkeye yararı olmayan çalışmalar : Bazı çalışmaların, kişinin/ekibin çalıştığı ülkenin kısa ya da uzun erimli beklentileri ve hedefleri açısından herhangi bir yararı yoktur. Hiç kuşkusuz bunların bilim dünyasına katkısı olacağını ve uzun erimde dünyaya yarar sağlayacağı söylenebilir. Ama bu yarar ve “üretim alanı” konumundaki ülkeye nasıl yansıyacağı tartışılabilir bir konudur. Kaldı ki, böylesi ürünlerin tümü, yabancı dilde yapılmış ve yaşanılan ülkenin dilinde kamuoyuna sunulmamaktadır.
    • Ülkeye de yararı olan çalışma : Her ne kadar “üretilen bilgi vb çalışma” yurt dışı kaynaklarla yapılıyor ve sonuçları yurt dışına iletiliyorsa da, yaşanılan ülkeye de yarar sağlayacak çalışmalar bu kümede yer alır. Sözgelimi, ülkedeki bazı sorunların ya da eşitsiz konumdaki kümelerin profillerin çıkarılması amacıyla çok-ülkeli araştırmalarda alınan rol vb. Burada elde edilen sonuçlar ve diğer ülkelerle kıyaslaması, ülke yararına sonuçlar çıkarmayı; bu sonuçları kendi yurttaşlarıyla paylaşmayı; stratejiler geliştirmeyi olanaklı kılar. Ama bir yönüyle de beyin gücünüzden gelişmiş ülkelerin (ya da finans kaynaklarının) de politikalar geliştirmesi için olanaklar yaratır.

Beyin göçü veren ülke (Kök-ülke, göç-veren ülke) : Yurttaşları, yurt dışına kalıcı ya da geçici olarak giden ülkelerdir. Bunları nitelemek için bizim kullanacağımız terim, göç-veren terimidir. Bu ülkelerin bazı ortak özellikleri vardır. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

  • Daha az gelişmişten gelişmiş olana doğru bir akış söz konusudur. Onun için göç-veren ülkeler içerisinde, gelişmiş bazı ülkeler de bulunmasına karşın; bunlar çoğunlukla az gelişmiş ülkelerdir.
  • Bu ülkelerde kişi başına ulusal gelir, satın alma gücü düşüktür; gelir dağılımı adaletsizdir.
  • Yaşam standartları düşük; hizmetler sektörünün derinliği ve kalitesi yetersizdir.
  • İşsizlik önemli bir sorun olduğu kadar; eğitimlilerin, edindikleri mesleğin dışında alanlarda değerlendirilmesi de sıkça rastlanan bir durumdur.
  • Bu ülkelerin iş yaratma kapasiteleri düşük; yapılan işler de sığdır, derinlik kazanamamıştır.
  • Takım çalışmasından çok bireysel çabalarla elde edilen başarılar daha çok ön plana çıkmaktadır.
  • Yaratıcılık ve buluşçuluk desteklenmemekte; özgüven eksikliğinin de etkisiyle değeri bilinememektedir.
  • “Beyin” diye adlandırılabilecek “nitelikli insangücü”ne sunulan hizmet ortamları ve olanakları sınırlı ve yetersizdir. Başarılı olanların ödüllendirilmesi ve önünün açılması çok zordur; engellemeler fazladır. Sorun çözmek ve yol açmak, uzun zaman almaktadır.

Bu ülkelerin, kendi nitelikli insangücüne yeterince önem vermemesi, onun yeteneklerinden toplum yararına kullanmadaki isteksizliği göz önüne alınarak, “beyin göçü” denmek yerine, “beyin kovması” deyimi önerilebilir.

Göç-alan ülke (Göç-eden beyinleri üretimde kullanan ülke) : Bu ülkeler, beyinlerin kendilerine göç etmesi için çeşitli özendiriciler uygularlar; onlar için bir çekim merkezi oluşturmaya özel bir çaba gösterirler. Bundan dolayı beyin göçünün yerine “beyin emişi”, “beyin hortumlaması”, “beyin sömürüsü” gibi deyimler kullanılması önerilebilir.

Göç-alan ülkelerin de bazı temel özellikleri vardır:

  • Çoğunlukla bu ülkeler gelişmiş ülkelerdir.
  • Geniş kaynaklara ve bunu yönetebilme olanağına sahiptirler.
  • Siyasal, ekonomik, mali ve bilim-teknoloji yönünden bir çekim merkezi oluşturmaktadırlar.
  • Nitelikli insangücünü etkileyecek geniş “parasal-mesleki özendiriciler” e sahiptirler.
  • Mesleksel doyum isteyenlere bunu sunabilen, kural koyarak çizilmiş yolları izletme olanağına sahiptirler.
  • Bilim-teknoloji araştırma ve uygulama merkezlerinde kurumsallaşma en üst düzeydedir; sürdürülebilirlik sağlanmıştır. Takım oyununun oynanabilmesi için tüm kolaylaştırıcılar sağlanmıştır.
  • Yaratıcılık ve buluşçuluk desteklenmektedir.
  • Yaşam standartları yüksek, az gelişmiş ülkelere göre, hizmetler sektöründe kalite daha yüksektir.
  • Göç-veren ülkelerin bilim teknoloji, ulusal ğitim vb politikalarına yön verecek güçtedirler.

Kültür Emperyalizmi : 1960’lı yıllarda sıklıkla kullanılan, özellikle küreselleşmenin ve onun getirdiği terminolojinin yaygınlaşmasıyla gündelik söylemden silinen bir terimdir. Gelişmiş (ya da göç-alan) ülkelerin, gelişmemiş (göç-veren) ülkeler üzerinde uyguladığı bilim ve kültür politikalarını anlatmak için kullanılmaktadır. Özellikle, gelişmiş ülkelerin yaşam biçimlerinin ve felsefelerinin, değerlerinin ve dillerinin baş tacı yapılmasıdır. Göç-veren ülke yurttaşlarının, özgüveninin yitirtilmesi ve eksiklik-eziklik yaratılması ve kendileriyle kolayca işbirliği yapabilecek; egemenliklerini yadırgamayacak kesimler yaratılması açısından “olmazsa olmaz” silahlardan biridir. Örnekler :

  • Yabancı sermaye yatırımlarının artmamasına karşın, hızlanan özelleştirmeler ve gümrük birliği anlaşmalarıyla yurda girişi kolaylaştırılan yabancı malların albenisinin arttırılması dikkat çekicidir. “Yerli malı kullan” haftalarının kalkması ve sivil toplum düzeyinde yerli ürünlerin korunamaması da düşündürücüdür.
  • Ülkemizde, Köy Enstitülerinin kapatılmasından başlayarak, eğitim program içeriklerinin toplumsal gereksinmelerden uzaklaşması; yabancı dille eğitim yapan okulların ve belli bir tarihten sonra da üniversitelerin yaygınlaşması anlamlıdır.
  • Üniversitelerde, atama-yükseltmelerde, yabancı seçici kurulların değerlendirmelerinin öne çıkması; değişim programları ve burslarla öğrencilerin, yabancı üniversitelerde “görücüye çıkarılması” dikkat çekicidir.
    Sürekli olarak ulusal değerlerin ve kimliğin kötülenmesi; dinsel değerlerin bunun önüne geçirilmesi yoluyla, “ulusalcı” düşüncelerin etkisinin yitirtilmesi de kültür emperyalizmine zemin hazırlayan önemli etmenlerdir.

3

BEYİN GÖÇÜNÜN NEDENLERİ

3.1 Birey Açısından Beyin Göçünün Olumlulukları ve Olumsuzlukları

Beyin göçü, birey için,

  • Ters ve yanlış gördüğü olgulara karşı “bireysel bir tepki”;
  • Bulunduğu koşullarla bağdaşamama ve onu değiştirememe karşısında bir “çaresizlik”;
  • Daha iyi koşullar ve daha iyi bir yaşam bulabileceği umuduyla başvurulan bir “bireysel kurtuluş çabası”dır.

İnsandan insana, içinde yaşanılan sosyal bir çevreden ötekine farklar gösterebilecek göç nedenlerini başlıklar altında toplamaya çalışırsak, öne çıkan nedenler şöyle sıralanabilir :

3.1.1 Genç işsizliği: Her ne kadar düşük eğitim düzeyli olanlarda, işsizlik rakkamları daha yüksekse de, %15-30 arasında değişen, üniversite mezunu işsizliği, büyük özverilerle, meslek edinmiş olan gençleri umutsuzluğa yöneltmektedir. Bu, ülkenin geleceğine konulmuş en önemli 2 ipotekten biridir (Diğeri çocuk emeğinin kullanılması). Çünkü, eğitimin ve eğitimli insanın toplumdaki prestijini azaltır; çocukların ve gençlerin, niteliksel düzeylerini yükseltme eğilimlerini kırar; “daha yükseğe, daha uzağa, daha hızlı” ulaşma ülküsüne erişmek için akıl-dışı yollar aranmasına yol açar. Toplumun en dinamik gücünü üretimde kullanamamış; onların düşlerini daha güzel bir ülke yaratma ülküsü ile bütünleştirememiş olursunuz. Küskün kuşaklar kadar başıboş ve tehlikeli bir güç yoktur. Bu gençlerin topluma güvenlerini yok ettiği gibi; bireysel kurtuluş yollarının aranmasına yol açar. İşte beyin göçü de, bu bireysel kurtuluş yollarının başında gelir.

3.1.2 Kendini geliştirme olanaklarındaki yetersizlikler (zihniyet, sunulan olanak, ekip) : Ülkemizde, kişilerin kendileri geliştirmeleri özendirilmemektedir. Özellikle yaşamlarının başlangıcında, gençlere, çok eğitici bir ortam oluşturabilecek kamu kuruluşları, hem bu niteliklerini çoktan yitirmişler; hem de kayırma vb haksızlıklarla, çoğu gencin hevesini kırmaktadırlar. Yalnızca işe alımlarda değil, hizmetlerin gerçekleştirilmesinde de kamu kuruluşları örnek olma özelliklerini gitgide daha çok yitirmektedirler. Geniş ekiplerle çalışmanın yerini, hem sayısal olarak dar, hem de ufuk olarak dar ekipler almaktadır.

3.1.3 İş olanakları, çalışma ortamı, köstekler : Bu noktada en büyük açmaz, mesleğini yapabilip yapamama ile ilgilidir. Seçtiği meslek ve istediği konularda çalışabilme lüksü, çok az bir kesim için söz konusudur. Farklı meslek alanlarına yönelmek bir zenginlik olarak görülse de, gençler üzerindeki olumsuz etkisi, bunun bir kazanım değil, kayıp olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu, mesleğin uygulanmasında bir sığlık ve öğrencilere ufuk kazandırmada bir yetersizlik yaratacaktır. Kendi mesleğiyle uyumlu bir alanda çalışmayan kişinin de, yetişmesi sırasında kurduğu düşler ve gelecek beklentilerinin boşa çıkması, yaşama ve eğitim sistemine daha kırgın bakmasına yol açacaktır. Hem gençlerde ve hem de yetişme çağındaki çocuklardaki bu kırılganlık, ya nitelikli olmaktan kaçınmayı getirecektir; ya da elde ettiği nitelikleri uygulayabileceği ülke-dışı ortamlar arayarak yetişecektir. Kendi mesleğini yapma lüksünü kazananlar için ise, mesleklerinde ilerlemek için yeterli yatırım ve donanım sunulamamaktadır. Eğitim için harcanan tüm emeklerin mutlaka kısa erimde bir “iş doyumu” boyutu olmak gerekir. Bu konudaki sınırlı çalışmalar, tek başına bunun sağlanmasının bile, beyin göçünü engelleyici bir işlev görebildiğini ortaya koymaktadır.

3.1.4 Bilim ortamından kaynaklanan itici nedenler: Bunlar arasında paralı eğitim, özel kurslar ve harçların yüksekliği önemli bir yer tutmaktadır. Kendileri için aileleri tarafından yapılan harcamalar, toplumsal sorumluluğu azaltıcı etki yapmakta ve gençlerin, ailesinin yatırımının karşılığını alma düşüncesine saplanmalarına yol açmaktadır. Toplumun kendileri için yaptığı harcamalar, emekler ve beklentiler gözardı edilebilmektedir. Bu küskünlüğü besleyen önemli etmenlerden biri, öğretmenlerinin de yaşam karşısındaki küskünlüğü ve eğitme konusundaki isteksizlikleridir. Bilimsel katkıların ve yayınların gitgide düşmesi; ancak kısa erimde paraya dönüştürülebilecek girişimlerin peşinde koşan öğretmen ve öğrencilerin sayısındaki artış, bilimsel ortamın da sığlaşmasına ve kaybolmasına yol açmaktadır. Gençler, öğretmenleri gibi olmak istememektedirler.

3.1.5 Torpil, kayırma ve atama-yükseltmelerde liyakata uyulmaması : Torpil ve kayırmalar, hemşehrilik, siyasal tercihler ya da yobazlığın etkisiyle yapılabildiği gibi, kendisi için tehdit oluşturacak, yetenekli elemanların alımının engellenmesi biçiminde de ortaya çıkabilmektedir. Özellikle üniversitelerde atama-yükseltmelerde, gelişmiş ülkelere özenti ve yine bu kaynaklardan gelen telkinlere uyularak, seçim ölçütleri oluşturulması büyük bir tehlikedir. Kendi bilimsel gücünü ve seçici kurullarını küçümseyen anlayış, aslında, beyin göçünün aktif destekçisidir.

3.1.6 Yaşam standartları, olanakları : Ülkemiz, istense, yurttaşlarının yaşam standartlarını yükseltebilecek her türlü olanaklara sahiptir. Bir yurttaşın en çok önem verdiği konulardan olan sağlık hizmetlerinde, herkese gereksindiği ölçüde hizmet sunma olanaklarını 1920’lerden beri (ama özellikle 1961’den beri) hazırlamış olan ülkemizde; ulusal sağlık sistemi zorla bozulmuştur. Yalnızca kar hırsının egemen olduğu bir sağlık ortamı yaratma girişimleri, yaşam alanının tüm kesimlerini etkilemekte; ülkemizin sosyal yaşantı düzeyini kabul edilemez ölçüde düşürmektedir. Güvencesiz sağlığın yanında güvencesiz eğitim de, aileleri derin derin düşürmektedir. Yaşama hazırlanması için, dokuz yaşındaki çocuklarını kurstan kursa taşıyan aileler, hem kendi ruh sağlıklarını ve hem de çocuklarının ruh sağlıklarını bozmaktadırlar. Hiç kuşkusuz, bu da, yurt dışında çalışan ya da çalışmayı düşünen insanlarımız için önemli bir veri olmaktadır.

3.1.7 Gelir ve ülke para biriminin çekiciliğinin olmaması : Ülkemizde gelir dağılımının gitgide bozulması, alt-üst gelir dilimleri arasındaki uçurumun açılması, yaşamsal gereksinmelerini karşılama konusunda yurttaşları zora sokmaktadır. Kötü ekonomi yönetimi, bulanık bir gelecek, üretebilmek için daha huzurlu bir ortam arayanlar için, seçenek arayışını hızlandırmaktadır. Paranın bir kamçı gibi kullanılması, toplumcu düşünceleri ve dayanışma duygularını silmekte, gelecek kaygılarını arttırmaktadır.

3.2 Göç-veren Ülke Açısından Beyin Göçünün Olumlulukları ve Olumsuzlukları

Göç-veren (KÖK) ülke açısından beyin göçünün olumlu ve olumsuz yanları şöyle sıralanabilir :

3.2.1 Olumluluklar:

  • Göçeden beyinlerin kendilerini geliştirme olanaklarıyla kazanımları sayesinde dünya bilim ve teknoloji dünyasına katkıda bulunularak ülkenin imajı yükseltilmekte,
  • Bilimsel ve teknik alanda hiçbir zaman ülke olanakları ile ulaşılamayacak bilgi-deneyime kestirme yoldan ulaşılmakta,
  • Göçeden beyinlere ülkelerine döndüklerinde, çalışma ve yaşama alanlarında dinamizm ve yenileşme yaratmakta.

3.2.2 Olumsuzluklar:

  • Beyin gücü yitirilmekte
  • Büyük ekonomik kayıplara uğranılmakta
  • Beyin göçü desteği almak zorunda kalarak ulusal politikaları zedelenmekte
  • Göçedenlerden cesaret ve örnek alanlarla göç eğilimi artmakta
  • Yaratıcılık, yeni iş alanlarının oluşturulması konusunda geri sıralara düşmekte
  • Uzman açığını yabancı ülkelerin 8.sınıf uzmanları ile çözme eğilimine girmekte
  • Özgüven eksikliği ve toplumca sosyal-kültürel gelişmekte eksiklikler çıkmakta
  • Toplum en dinamik kesimini yitirmekte.

3.3 Göç-alan Ülke Açısından Beyin Göçünün Olumlulukları ve Olumsuzlukları

Göç-alan ülke açısından beyin göçünün olumlu ve olumsuz yanları şöyle sıralanabilir :

3.3.1 Olumluluklar

  • Sürekli bir akış içerisinde genç ve seçme beyinleri çalıştırma olanağı bulmakta
  • Bilim ve teknoloji şampiyonluğunu korumada olabildiğince bu dinamizmden yararlanmakta (eşit koşullarda yapılmayan bir yarışta şampiyon oluyor)
  • Gelişmekte olan (göçveren) ülkelerin sınırlı beyin gücünü ithal ederek, onları daha da göçalan ülkelere bağlı kılmakta
  • Çok geniş bir tabanı kapsayan “beyin” seçme ve eğitme sürecindeki büyük maliyetlerden kurtulmakta
  • Siyasallaşma olasılığı olmayan ve her an sınır dışı etme yolları açık bulunan insan gruplarına bilimsel ve teknik çalışmaların yükünü aktarmak
  • Çok-kültürlü yapılar oluşturarak üretimi nicelik ve nitelik olarak zenginleştirmek,
  • Etnik ve dinsel farklılıklar nedeniyle grupları birbirine karşı uyararak ülkeyi yönetme kolaylıkları elde etmek.

3.3.2 Olumsuzluklar

  • Göçeden beyinler ve ailesi, göçalan ülkenin sosyal giderleri içerisinde bir yük oluşturmakta,
  • Farklı kültürlere bölünmüş toplumlarda, iç çatışma kaynağı çıkmakta.
  • Göçle gelen beyinlerin edindikleri bilim ve teknoloji yükü ile en kısa zamanda ülkesine dönmesiyle ekonomik kayıp oluşmakta.

Karşılıklı olarak olumluluk ve olumsuzlukların eşit ağırlıklı oldukları bir an için varsayılsa, göç-veren ülkelerin bu işten zararlı çıktıklarını şeklen gösterme olanağı bulunabilir. Bu gerçekte de böyledir.

4

Kol Emeğinin Göçler Sonrası Yaşadığı Değişimler ve Bunun Getirileri

Göç-veren ülkeden göç-alan ülkelere doğru hareketlenen insanlardan bir bölümü de, “daha çok beden gücü” ile çalışanlardır. Kol emeği olarak da nitelediğimiz bu kesim, gelişmiş ülkelerdeki, insangücü açıklarının artmasıyla bir gereksinme sonucu davet edilmişlerdir. Doğaldır ki, “davet”li olanları, bir sonraki dönemde -gereksinme ortadan kalksa da- “davetsiz”ler izlemektedir. Göç-alan ülkeler, nitelikli insangücünün (kafa emeğinin) tersine, kol emeğine her zaman gereksinme duymazlar; dolayısıyla göçler konusunda seçicidirler. Kol emeği konusunda, basına da yansıyan “kaçaklar”, “kaçak göçmenler” vb dramların ana nedeni, işte bu gereksinme dalgalanmasıdır.

Öte yandan, nitelikli insangücü de kendi içinde, “azdan çoğa” doğru katmanlar oluşturabilmekte; bir önceki dönemde gereksinme duyulan sınırlı-nitelikli insangücüne bir sonraki dönemde gereksinme duyulmayabilmektedir. Ancak bu yeni dönemde, göçmenleri geri göndermek sorun olmaktadır.

“Kafa emeği” (beyin göçmeni) olarak nitelenen ve “davet” ile gelenlerle, “kol emeği” (göçmen) olarak nitelenenlerin, hem yaşantıları ve hem de karakteristikleri bakımından büyük farklar bulunmaktadır. Herşeyden önce, yeni toplumla bütünleşmede farklılıklar ortaya çıkmaktadır. “Kafa” emekçileri, işleri gereği zaten dil bilerek gelmekte ve bütünleşmede önemli bir avantaj yakalamaktadırlar. Geliştirdikleri iş ilişkileri, sözel iletişim ağırlıklı olduğu ve soyutlamalar içerdiği için, benimsenmeleri daha kolay olmaktadır. Buna karşın, “kol” emekçilerinin, işleri gereği dil bilgilerini sınırlı geliştirmeleri yeterli olmakta; soyutlamalara gereksinme duyulmadan, varolan becerilerini kullanarak üretimde bulunabilmektedirler.

“Kafa” emekçileri ile “kol” emekçileri arasındaki, en önemli farklardan biri, göç ettikleri ülke ile ilişkilerinde ortaya çıkmaktadır. “Kafa” emekçilerinin çekirdek aile bağlarının ötesinde, “kol” emekçilerinin geniş aile bağları ve hemşehrilik bağları sözkonusudur. Bu kökleri ile olan yoğun bağlantı, “tutum” aktarımlarını değil de, “kaynak” aktarımlarını daha belirgin olarak ortaya çıkarmaktadır. Bu yoğun bağlantı, aynı zamanda, dönüş eğilimlerinde de farklılık oluşturmaktadır.

“Kol” emekçilerinin, geri dönüş eğilimlerini azaltan iki önemli etmen vardır: Birincisi, yeni kuşakların göç-alan ülkede yerleşmesi (kök salması) ve ikincisi de “beyinlerindeki dönüşüm” ile “göç-veren ülkedeki dönüşümlerin” hızının aynı olmamasıdır. Dolayısıyla göçmenlerle hemşehrileri arasında önemli sosyal ve kültürel uyumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Buna karşın, “beyin göçmenleri”nin zaten göç-veren ülkeyle olan zayıf bağları, dönüşü sürekli erteletmektedir.

5

Ortak Akıldan Güçbirliğine

Küreselleşmenin derinleştirdiği eşitsiz gelişme ve merkezin zenginleşmesi, bir yandan beyin göçüne yol açmaktadır; öte yandan da beyin göçü ile beslenmektedir. Küreselleşmenin “olmazsa olmazı”, en üstün nitelikte olan bu eğitilmiş insangücüdür.

Küreselleşme, emek süreçlerinden ne bekliyorsa, eğitim süreçlerinden de onu beklemektedir. Dünyanın hangi köşesinde üretilirse üretilsin, bir makine parçasıyla, aynı makinenin diğer parçaları arasında, teknik özellikler bakımından tam bir uyum hedeflenmiş ve başarılmıştır. Bu kez dünyanın hangi köşesinde yetiştirilirse yetiştirilsin, aynı dili konuşabilen, aynı amaca hizmet etmeye hazır, aynı eğitim programlarıyla yetiştirilmiş ve kendisini “çalışmaya adamış” genç beyinler hedeflenmiş ve başarıya büyük ölçüde ulaşılmıştır.

Demek ki, tüm dünyadaki eğitim süreçleri tek bir amaca doğru yönlendirilmek istenmekte ve bu da büyük ölçüde başarılmaktadır. O da bilimsel ve teknik gelişmenin kapitalizmin hizmetine sokulması ve küreselleşmenin daha da etkinleşmesi.

Küreselleşmenin derinleştirdiği bir başka olgu da yoksulluktur.

Yoksulluğu yalnızca gelire erişim sorunu olarak görmemeliyiz. Yurttaşlık haklarına erişememek, eğitime erişememek, sağlığa erişememek de yoksulluğun en güçlü bileşenlerindendir. Hepsini kapsayacak en önemli bileşen de sorunları çözme kapasitesinden yoksunluktur.

Eşitsiz gelişme, kapitalizmin doğasında vardır; küreselleşme bunun en keskin biçimiyle ortaya çıkmasına neden oldu. Buna yalnızca küresel ölçekte değil, aynı zamanda, ulusal ölçekte de bakabiliriz. Eşitsiz gelişme, hem coğrafi olarak hem de gelir bölüşümü açısından ulus toplumları derinden etkilemektedir. Zenginliklerin çok daha küçük bir grupta toplanması ve yoksulluğun yayılması ortaya çıkmaktadır.

İnsan hakları kavramının bir uzantısı olarak yaşaması gereken kamu hizmetlerinin hızla özelleştirilmesinin, beyin göçünü besleyici etkisi vardır. Birey-toplum köprüsünün kırılmasına yönelik bu girişim, aynı zamanda toplumsal sorumluluk duygusunun da yokedilmesinin bir aracıdır.

Eğitim alanı, bütün bu gelişmelerden bağımsız değildir. Gitgide okuma şansını yitirenlerin ya da okusa da “beyin göçü ya da bilgi transferi” için seçilmemiş olanlar, işsizlik ya da mesleğinden uzak işlerde çalışma olgusu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Artan işsizlik ve “işe karşı ilgisizlik”, yeni çözümler, yeni atılımlar ve yeni iş alanları beklemektedir. En dinamik ögelerini beyin göçü ile kaptırmış olan ülkeler, kıstırılmış ve bastırılmış beyinleri ile istihdam sorunlarına çözüm üretememekte, hazır ve ithal reçetelerin kurtuluş olduğu telkinlerine boyun eğmektedirler.

Beyin göçünü yalnızca bireylerin bir sorunu olarak görmeyip, sosyal bir olgu olarak ele almak zorundayız. Her sosyal olguda olduğu gibi, sorumluluğun tek tek bireylerde değil; buna yol açan güçlerde olduğunu anlamak gerekir. Dolayısıyla, burada bir “göç”ten çok, bir “hortumlama”dan söz edebiliriz.

Bu o denli sosyal bir olgudur ki, hortumlanan beyinlerin yeni organizmalarına uyum sağlayabilmeleri için, göç-veren ülkelerin eğitim sistemleri ve içerikleri de göç-alan ülkelerin gereksinmeleri doğrultusunda uyumlandırılmaktadır. Eğitimin küreselleştirilmesi deyimiyle dile getirilen bu olgu; akreditasyon ile belgelendirilmekte; yabancı dille eğitim ile beslenmekte; her şeyden önce olanaksızlıklarla ve kısır çekişmelerle çaresizlik üretilmektedir. Göç-veren ülkenin eğitim alanı, bilinçli bir şekilde beyinlerini göç etmeye zorlanmaktadır.

  • Küreselleşmenin derinleştirdiği ve sistemleştirdiği beyinlerin çevreden merkeze doğru akışı olgusu, aynı zamanda küreselleşme-karşıtı girişimlerinden merkezi olmak konumundadır.
  • Beyin hortumlamasının en aza indirilmesi
  • Zengin beyin yataklarının toplum yararına değerlendirilmesi
  • Bölgesel işbirliği programları ve eğitimin yeniden yapılandırılması
  • Toplumun bireyine vefa borcunu ödemesi (yani insan haklarını sağlaması)
  • Bireydeki toplumsal sorumluluk duygusunun güçlendirilmesidir.

Göçler, küreselleşmenin yakıtıdır (3). İster kol emeği, ister kafa emeği olsun, kendi toplumunun en dinamik ve gelişmeye en açık kesimini oluşturuyorlar. Her türlü özveriye ve yeni gittikleri yerde tutunmak için mücadele vermeye hazırlar. Göç-veren ülkenin, en büyük kaybı işte bu özelliklerdeki bir potansiyeli elden kaçırmasıdır. Yapması gereken ise, gidişlerini izleyen ilk 5 yıl içerisinde, onları geri kazanmaktır. Bunun için aktif bir politika gerekir; gerekirse tek tek uğraşmak gerekir.

Tersine göç için yapılması gereken hazırlıklar

  • Toplumsal sorumluluğun yaşamın ve eğitimin her alanında titizlikle işlenmesi
  • Önce ülkeden göç etmeye zorlanmaması
  • Göç etmiş olanların en geç 5 yıl içerisinde dönebilmesi için,
    • Giderken desteksiz bırakılmaması
    • Her yıl dönüşün sağlanması
    • Göç boyunca çalışmalarının izlenmesi ve destek verilmesi
    • Geri dönebilmesi için elverişli ortamların yaratılması
    • Mesleğini uygulama olanakları
    • Herkese yaşamsal gereksinmelerini karşılama olanağı sağlanması
    • Kendini geliştirme kanallarının açık tutulması
    • Değerbilirliğin en önemli özendirici olduğunun unutulmaması.

Özetle, göçedenleri kazanmanın birinci adımı, kendine çeki düzen vermektir. Bunun için, özellikle, yurt-dışına göçenlerin, bilgi ve yeni deneyimlerinden yararlanmak gerekir. Göçlerinin ilk beş yılında, “evrensel olan ile ulusal olanı” harmanlamış olmaları gerekir. Bu da, çağdaşlık yolunda bir dönüşüm için en uygun malzemedir.

Tam da bu noktada, yurt-dışında çalışmış kafa ve kol emekçilerinin güçbirliğini gündeme getirebiliriz. Biz buna, beyin göçünü, beyin gücüne ve eyleme dönüştürmek diyoruz (www.beyingocu.com). Beyin göçünü, göç-veren ülke için bir kayıp olmaktan çıkarıp, bir kazanıma dönüştürmenin anahtarı buradadır. “Nitelikli ve eğitimli” insangücünün, göç-alan ülkeyi tercih etmesine yol açan etmenlerin, göç-veren ülkede de gelişmesinin sağlanması; göç-veren ve göç-alan ükeler arasındaki kültür, bilim ve teknoloji yönünden farklılıkların giderilmesi için çalışılması beklenmelidir. Bu “Dağkeçisi (Chamois) Yaklaşımı”nını önde gelen ve uzun erimli hedefidir.

Ülkedeki ekonomik-sosyal-kültürel dönüşümde, bu iki kümenin katkılarıyla, hep birlikte, evrensellikle ulusalı buluşturabiliriz. Varolan Hiçbir sosyal olgudan korkmamak, bunu sosyal ortamın bir ürünü olarak görmek ve kontrol etmeye yönelmek gerekir. Beyin göçü olgusu da böyledir. Böyle bir sosyal olgu varsa reddetmek ya da göz yummak yerine onu göç-veren ülke çıkarına kullanmanın yolları aranmalıdır.

Ancak bu şekilde küreselleşmenin hızını kesip, az gelişmiş ülkelerin, denge kurmaları için bir umut ışığı tutuşturabiliriz.

OKUMA LİSTESİ :

  • Fişek A.G. (2003) : “Beyin Göçü Olgusuna Yeni Bir Yaklaşım”, Bin Yılların Kavşağında Türkiye’nin Toplumsal Gerçekleri-1 içinde, Tek Gıda İş Sendikası Yayını, s.295-307 İstanbul.
  • Fişek A.G. (2005) : “Küreselleşmenin Yakıtı Beyin Göçü” – Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim Eylem Merkezi Vakfı Yayını, Temmuz Ağustos 2005, Sayı 81.
  • Gökbayrak Ş. (2006): Gelişmekte Olan Ülkelerden Gelişmiş Ülkelere Nitelikli İşgücü Göçü ve Politikalar – Türk Mühendislerinin Beyin Göçü Üzerine Bir İnceleme (Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
  • Çalışma Ortamı Dergisi (2001,2002,2003) : Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nın “Dağkeçisi Yaklaşımı” ile ilgili olarak Mayıs Haziran 2001 (No.56), Eylül-Ekim 2002 (No.64), Ocak-Şubat 2003 (No.66) sayılarında yazılar bulunmaktadır.

İlk Yayın : “Beyin Göçünden Beyin Gücüne : Evrensel Olan ile Ulusal Olanı Buluşturmak” (Sosyal Politikada Güncel Sorunlar – Prof.Dr.Alpaslan Işıklı’ya Armağan Kitabı içinde), A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, 2009, Ankara.