Beyin Göçü Olgusuna Yeni Bir Yaklaşım

Bugün insanlığın ulaştığı uygarlık düzeyini bir tek şeye borçluyuz : Bilgi.

İnsandan başka hiç bir canlı varlıktan elde edilemeyen bilgi, bir üretim sonucu ortaya konulabilmektedir. Bilgiyi üreten kişiye bilgin (üstün beyingücü, aydın) dediler. Bilgini çok olan ve onlara iyi bir üretim ortamı sunan ülkeye de çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış ülke (süper güç, gelişmiş ülke) dediler.

Bilgin kişinin bu denli önemli ve vazgeçilmez bir rolü varsa, onu elde etmek için de bir yarış var demektir. Bir yazar, bilgin kişiyle ilgili şu notu düşüyor: “Üstün beyin gücünün sayısı azdır. Yetiştirilmesi zahmetli ve pahalıdır. Yapısal özelliğinde ise nazlılık, kırılganlık ve akışkanlık vardır. Elde tutulması, hoşnut edilmesi ve verimli kılınması güçtür.” (Bekir Özgen: Beyin Gücü, Beyin Göçü ve Yabancı Dille Eğitim – abece dergisi Eylül 2000 Sayı:169 s.8)

Göç olgusuna yaklaşımda çifte standart

Bugün göçmen olgusuna çifte standartla yaklaşılan bir dönemi yaşıyoruz. Nitelikli ve eğitimli insangücünün göçüne göçveren ülke olumsuz, göçalan ülke olumlu bakmaktadır. Niteliksiz ve eğitimsiz insangücünün göçünde ise külahlar değişmiştir. Göçveren ülke bunu bir kayıp olarak görmemekte; göç alan ülke ise mutlaka engellenmesi gereken bir yük olarak görmektedir.

Nitelikli ve eğitimli insangücünün, kök-ülkelerinden kalkarak, daha iyi olanaklar sunan bir başka ülkeye gitmesi “beyingöçü” olarak tanımlanmaktadır. Geçici ya da kalıcı olsun, bu olgunun Türkçemizde göçten başka karşılığı yoktur. Bu terim ise, olguyu açıklamakta yetersizdir. Çünkü tüm boyutlarıyla beyingöçü olgusunu ortaya koyduğumuzda; bunun yalnızca göçmenlerin tek taraflı bir eylemi olmaktan öte, çok-aktörlü bir oyunla karşı karşıya olduğumuzu anlamaktayız.

Bu yazımız, bu aktörleri ve rollerini kavramayı ve bunların ışığında kök-ülke yararına stratejiler geliştirmeyi amaçlamaktadır.

Beyin göçü için ortam hazırlanmıştır :

Beyingöçü eylemi tekil bir olay değildir. Yalnızca göçmen kişiyi ilgilendiren ve yalnızca onun beyninin ürünü değildir. Onu çevreleyen koşullardan, yaşadığı toplumsal ilişkilerden, aldığı eğitimden ve gelecek beklentilerinin karşılanabilirliğinden bağımsız değildir.

Göçmen kişi özelinde bu saydığımız etmenler incelendiğinde, çoğunlukla göç kararının tutarlı olduğu görülmektedir. Beyingöçünün önüne geçmenin ya da “tersine göç”ü gerçekleştirebilmenin ya da savunabilmenin ön koşulu da işte göçe yol açan bu etmenlerin (diğer bir deyimle ortamın) değiştirilmesidir.

Beyingöçünü doğuran ortam kendiliğinden oluşmamıştır; çoğunlukla bilinçli olarak oluşturulmakta ve beslenmektedir:

  1. Bilgi ve bilgiye erişim olanakları dünya yüzünde eşitsiz dağılmıştır. Beyingöçü ve yeni buluşlarla bu eşitsizlik her geçen gün biraz daha artmaktadır. Hiç kuşkusuz buluş yapan, yeni yeni bilgiler elde eden kaynaklar, bunu hemen paylaşmaya yanaşmamakta; ancak ticari bir meta haline dönüştürdükten sonra ya da meyvelerini topladıktan sonra yavaş yavaş yaymaktadır.
  2. Teknolojinin yeniden üretimi ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bazı ülkeler en üstün teknolojilere ulaşabilecek ekonomik, bilimsel-teknik olanaklara sahiptir. Teknoloji geliştirebilmek için öncelikle bunu destekleyen bir politikaya ve geniş kaynaklara gereksinme vardır. AR-GE kısaltmasıyla ünlenen araştırma geliştirme eylemi, öncü kuruluşlarca ve belli ülkelerce önemsenmekte ve desteklenmektedir. Bunun ödülü, bilimsel-teknik sıçramaları öncelikle gerçekleştirme, daha çok kaynak elde etmek ve daha çok bilgin çekebilmektir. Böylece bu alandaki eşitsizlik gitgide artmakta ve göçalan ülkenin cekiciliği artmaktadır.
  3. Göçveren ülkelerin eğitim sistemleri, genellikle, ülke gereksinmelerine göre değil; evrensel olarak nitelenmekle birlikte göçalan ülkelerin gereksinmelerine göre planlanmıştır.
    • Yabancı eğitim kuruluşlarının göçveren ülkede çalışmalar yapmasıyla başlayan yönlendirme; çeşitli destek ve telkinlerle ulusal sistemi de etkilemekteydi. Göçalan ve “çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış” ülkelerin artan karizması ve çekiciliği, eğitimde de onlara özentinin artmasına neden olmuştur. Özentinin ilk adımı, eğitim dilinin bu ülkelerin dilleriyle yapılması olmuştur.1
    • Onu izleyen ikinci adım, müfredat programlarının ve eğitim içeriklerinin, “küresel” daha doğrusu “göçalan” ülke gereksinmedekilerle benzer bir biçimde tasarımlanması olmuştur. Ülkemiz açısından bu konuda verebileceğimiz en belirgin ve çarpıcı örnek, “ara eleman” yerine “en üst düzeyde eğitilmiş eleman” yetiştirme politikamızdır (Teknisyenlerin azlığına karşın mühendis; ebe-hemşirelerin azlığına karşın doktor bolluğumuz vs). Bilimsel çalışmaların, yabancı dergilerde basılması yönündeki koşullandırma ve zorlamalar da, hem içerik ve hem dil bakımından bu “küresel” politikayı desteklemektedir.
    • Bu yönlendirmenin son aşaması, özellikle üniversitelerde yaygınlaşan akredite olmak, yani gerek kalite gerek müfredat programı açısından, göçalan ülkelerdeki benzerleri ile aynılaşmış olmalarının belgelenmesi (onay alma) çabalarıdır.
  4. Eğitimin daha üst basamaklarının göçalan ülkelerde alınması yönünde özendiriciler ve yönlendirmeler vardır. Daha gelişmiş bilimsel ortamlar ve olanakların, buluşların ve çarpıcı bilimsel araştırmaların, göçalan ülkelerde gerçekleşiyor olması, göçveren ülke bilim insanlarını, yukarıda tanımladığımız yönlendiricilerin de katkısıyla, görgü-bilgi ve deneyimlerini arttırmak için yurt-dışına çıkmaya zorlamaktadır. Göçveren ülkelerin, geçici ama önemli “nitelikli ve eğitimli” insangücü kaynaklarından biri de bu gruptur. Bunlar arasında, vazgeçilmez gördüklerini ise alıkoyma çabaları genellikle sonuç vermektedir.
  5. Göçveren ülkelerde, nitelikli ve eğitimli insangücünden en verimli biçimde yararlanacak istihdam alanları oluşmamıştır. Gerek eğitim sistemiyle ve gerekse yurt-dışı görgü-bilgi-deneyim arttırmalarla, çalıştığı alanda belli bir noktalara ulaşmış bilginlerin, göçveren ülkelerde bu çalışmalarını sürdürebilme olanakları sınırlıdır. Özelleştikleri alanların o ülkede karşılığı yoktur; ya da bir takım oluşturup kaynaklarla besleyecek ölçüde önemsenmemektedir. Bunun önemini anlatmak, takım kurmak ve kaynakların sürekliliğini sağlamak için geçen yıllar, bilgin kişinin göçalan ülkede hızla gelişen AR-GE zincirinde geri halkalara düşmesine yol açmaktadır. Göçalan ve göçveren ülkede çalışmak konusunda yaptığı seçimin, aslında, bilimsel yarışta kulvarını seçmekten başka bir şey olmadığını düşünmektedir.
  6. Göçveren ülkenin kendi uzmanına ve kendi çalışanına verdiği değer, daha düşüktür. Bu onun ezilmişliğinin ve özgüveninin yokedilmişliğinin de bir sonucudur. Yarışta farklı kulvarlar ya da kastlar yaratılmasında, gelişmiş ülkelerin üstünlük taslamalarının da çok önemli bir payı vardır. Kendi bilginine ve kendi gücüne güvenemeyen göçveren ülke, bilim ve teknoloji alanında da göçalan ülkenin egemenliğine teslim olmaktadır. Kendi koşullarını çok iyi bilen ve çok iyi yetişmiş kendi elemanlarının ürettiği sonuçlar ya da geliştirdiği stratejiler ikinci plana itilmekte ve baltalanmaktadır. Bunun sayısız örnekleri arasında, “sağlıkta sosyalleştirme” uygulaması yerine “sağlık sigortası” seçeneğinin üzerinde ısrar edilmesini sayabiliriz.
  7. Göçveren ülkelerin yaşam koşulları ve insanlarına sunduğu olanaklar, göçalan ülkelere göre daha geridir. “Nitelikli ve eğitimli” insanların, göçalan ülkelerde elde ettikleri gelir ve yaşam standardı ile kök-ülkelerinde elde ettikleri arasında önemli farklar vardır. Kök-ülkesine döndüğünde, karşılaşacağı yukarıda tanımlanan engellenmelere ek olarak, düşük yaşam standardı ve düşük gelir de, “üstün beyin gücü”nün geleceğine kaygı ile bakmasına yol açan etmenlerden biridir. Göçalan ülkeler ise, bu alanda sundukları olanaklar ve gelecek garantileri ile zihin çelmede eşsizdirler.
  8. Göçveren ülkenin durumunu düzeltme, atılımlar yapma ve yenilikleri kucaklama güdüsü zayıftır.Baştan beri saydığımız etmenlerin pasifleştirdiği göçveren ülke, zaten nerede yanlış yaptığını kavrayamadığı gibi, yaptığı bu yanlışların üstesinden gelme güdüsüne de sahip değildir. Tersine gitgide daha çok göçalan ülkeden gelen telkinleri, bir nimet sayarak uygulamaya çalışmaktadır. Bu da onun daha çok dibe batmasına daha çok kan kaybetmesine neden olmaktadır.

Bu ortamdan gelişmiş ülkelerin sağladığı yarar, yalnızca beyin yağması ile sınırlı değildir.

Göçveren (kök-ülke) ülkenin, eğitim sistemlerinin, gelişmiş ülkelerdeki bilimsel-teknik ortama paralel olarak düzenlendiğini ve ülke gereksinmelerinden çok “küresel” gereksinmelere göre tasarımlandığını görmüştük. Bu aynı zamanda, “küresel” bilimsel-teknik ortamın da o ülkeye taşınmasını zorunlu kılmaktadır. En ileri teknolojinin taşınması, özendirilmesi ve yaygınlaştırılması, bir yanıyla beyin göçünün bir özendiricisi, ama öteki yanıyla da bir ticarettir. Yalnızca eğitsel amaçların, laboratuvar çalışmalarının ötesine geçen bu ileri teknoloji transferi, toplum bilincini de etkilemekte ve onun beklentilerinin de yönlendirilmesine yol açmaktadır. Atasözlerimiz arasında da yer alan, “kendi olanaklarına bakmadan, iğreti olarak daha üstün olanakları yaşama çabalamasına” ilişkin söz çok ünlüdür; buraya tam denk düşmektedir.

Özenti yalnızca yabancı dille eğitim ya da eğitimin küreselleştirilmesi konusunda değildir. Eğitim ve uygulama araçlarından yararlanmada da, özenti ve olanakların dengesiz kullanımı göze çarpmaktadır. Çok basit antibiyotiklerle tedavi edilebilecek yada aşı ile önlenebilecek bulaşıcı hastalıkların azımsanamayacak sayısına karşın; kaynakların daha çok teknoloji ve daha ender hastalıklar için harcanması buna bir örnektir. Bugün ülkemizde bilimsel sunumlarda power-point olanaklarından yararlanmaktan; hastalıklara tanı koymada bilgisayarlı beyin tomografisi, manyetik rezonans vs kullanmaya kadar; organ transplantasyonundan yurt-dışı dergilerde makale yayınlatma yarışına kadar bir çok uygulama; ülkedeki eşitsiz dağılımın da işaretidir. Bu aynı zamanda, israfın da bir kanıtıdır. Göçveren gelişmekte olan ülke için artan bütçe açıklarını oluşturan bu kalemler; göçalan gelişmiş ülkeler için ise dış ticaret fazlalarını oluşturmaktadır.

Gelişmiş ülkeler göç alırken, “nitelikli ve eğitimli insan”ı ucuza maletmektedir. Genellikle göçveren ülkenin bu konudaki parasal kaybı hesaplanırken, yalnızca göçeden kişiye yapılan eğitim harcamaları hesaplanır. Aslında bu kişi, çok daha geniş bir eğitilmiş nüfus içerisinde süzüle süzüle seçilmiştir. Göçeden’i yetiştirebilmek için, daha bir çok öğrenciye gereksiz bilgiler öğretilmiş; umutlar verilmiş; hiç bir zaman ulaşamayacakları hedefler, cok önemliymiş gibi gösterilmiştir. Bu politika, yalnızca yükseköğretimde değil liselerde de yürütülmüştür. Görüldüğü gibi, göçeden kişinin topluma maliyetini çıkarabilmek için, neredeyse tüm eğitim bütçemizi hesap etmemiz gerekir. Çünkü, göçalan ülke, ancak bu denli geniş bir harcama yaptıktan sonra, hedefi olan “bilgin”leri elde edebilecekti. Türkiye gibi göçveren daha bir çok gelişmekte olan ülke olduğunu düşünürsek; yitirilen / kazanılan kaynakların ne denli büyük boyutlara vardığı kolayca anlaşılabilir.2

Beyingöçünü göçveren ülkelerin istihdam politikaları :

Genç işsizliği, beyingöçünün önemli nedenlerinden biridir. Kök-ülkesinde kendisi için, düşlerine ve eğitimine uygun iş bulamayan gençler, bu işleri göçalan ülkelerde aramaktadırlar. Nitelikli ve eğitimli gençler arasında bu kırılganlık ve sabırsızlık daha fazladır. Ülkedeki istihdam olanakları ile eşleştirilmeyen meslek yönlendirmeleri ve meslek eğitimi, “nitelikli ve eğitimli” işgücünün işsizliğini besleyen etmenlerden biridir. Aldığı eğitime uygun işlerde çalışmayanlar da az değildir. Bundan da öte, yapılan işlerin de ne denli yetkinlikle ve işin gerektirdiği “geniş” bakış açısıyla gerçekleştirildiği tartışmalıdır. Bir çok iş, aslında çok değişik branşlarda elemanların takım oyunuyla ortaya çıkarılmayı beklerken; bir tek kişinin kısır ve dargörüşlü yaklaşımıyla “bitirilmek”tedir.

Ayrıca ücret politikası, “nitelikli ve eğitimli” insangücünün kendisine uygun gördüğü düzeyin çok altındadır. Bu düşük ücret düzeyi, gelecek konusunda olduğu gibi, bugün sağlayabileceği yaşam düzeyinde de karamsarlık yaratmaktadır.

Aydınlara karşı ayırımcı tutumları da etkilemektedir.

Öte yandan “nitelikli ve eğitimli” insanlar, bilimsel yaklaşımın gereği olarak aykırı ve yeni fikirleri ortaya atabilmekte; egemen düşünce ve yaklaşımlarla ters düşebilmektedirler. Gerek çalıştıkları ortamda ve gerekse siyasal planda aykırı sesleri, göçveren ülkelerin (ki genellikle gelişmekte olan ülkelerdir; ki demokrasileri sınırlıdır) yönetimlerince hoş karşılanmamaktadır. Demekki düşünce özgürlüğündeki sınırlılıklar, “nitelikli ve eğitimli” insanların hem bilimsel ve hem de siyasal olarak kendilerini ifade etmelerini engellemekte; onları göçe zorlamaktadır.

Zorunlu göç, hem göçmende ve hem de gönderen ülkede “red”detme eğilimlerini arttırmaktadır. Bu da, “tersine göç” ya da “uzakta da olsa ondan yararlanma”yı olanaksızlaştırmaktadır.

Bilimsel ve teknik ortamlar, en iyi takımı biraraya getirmeye ve üretimin kollektif (grupçu) bir eylem haline getirilmesini gerektirir.

Üretim eylemi, bireysel bir başarı değil; bir takım oyunuyla ortaya konulan grupçu bir girişimdir. Düşünce özgürlüğündeki sınırlılıklar, en yeteneklilerin (aykırı) budanması, yaşam kaygısıyla ekibi oluşturması beklenen elemanların çok değişik kurumlara dağılmış olması, kendisini takım çalışmasında da ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir takımı kurmak, göçalan ülke için daha kolaydır. Çok değişik ülkelerden, kendi ülkesine göre daha yüksek ücretlerle, tanımlanmış fonksiyonlar için eleman beklemek daha kolaydır.

Beyin göçünü destekleyen politikalarda, madalyonun öteki yüzü, tersine göçün önüne engeller konulması ve özendirilmemesidir.

Beyin göçü ile, göçveren ülkenin en dinamik ve atılgan unsurları yitirilmektedir. Kalanlar arasında aynı özellikleri gösterenler olsa da, bu dinamizm kaybı, toplumun genel yapısını etkilemekte ve hantal, değişikliklerden ürken ve yeniliklere kapalı bir sistem gelişmektedir. Bu sistemin ördüğü koruyucu kalkan, dışarıdan gelecek katkı çabaları kadar, tersine göç girişimlerinin de etkinliğini kırmaya, bunları başarısız kılmaya çabalar.

Geri dönüp bakıldığında aynı koruyucu kalkanın,yurt dışına çıkarken aynı ölçüde düş-kırıcı, caydırıcı ve bezdirici olmadığı görülür. Sanki “nitelikli ve eğitimli” insanların ülkeden kaçmasını ister gibidir. Yukarıdan beri saydığımız beyin göçüne zorlayan göçveren ülkedeki ortamı anımsarsak, tüm bu davranışların belirlenmiş bir politikanın ögelerini oluşturduğunu ve beyin göçünü özendirdiğini söyleyebiliriz.

Onun içindir ki, bir ülke, “nitelikli ve eğitimli insangücü”nün yoğun dış-göçüne sahne oluyorsa, orada “beyin göçünü özendiren politikalar” var demektir.

Kimse kendisinin bir başkasından daha vatansever olduğunu iddia etmesin.

Tüm bu koşullar altında, yurt dışına göç eden “nitelikli ve eğitimli” insanları suçlamaya ya da göçetmediği için kendisine ayri bir “erdem” kondurmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu durumdan sıkıntı duyanların, önce beyin göçüne yol açan ortamı düzeltmeyi kendilerine iş edinmeleri gerekir.

Bugün en kolay ve en ucuz söz, yurt dışına göç eden aydınların,ülkelerini yeterince sevmediği iddiasıdır. Ama geride kalanların, ülkenin bugün düştüğü duruma bakarak, kendilerini bir kez de bu açıdan bakarak yargılamaları gerekir.

Beyin göçü olgusunun göçveren ülkeler için yararları üzerinde de durulmalıdır.

Bugüne değin göçmenlerin ülke ekonomisi üzerine katkıları üzerinde ağırlıkla durulmuştur. Onların, yurt dışında yatırdıkları sosyal güvenlik primlerinin nasıl kök-ülkeye aktarılabileceği üzerinde yapılan sayısız çalışmalar ve mahkeme kararları bulunmaktadır. Bu da doğal olarak, göçmenlerde yalnızca kazançları ile ilgilenildiği duygusunu yaratmış ve bir duyarlılık ve tepki oluşturmuştur.

Beyin göçü olgusunun, ülkenin bilimsel-teknik ortamına güç kaybettirdiği bir gerçektir. Ancak kendi sorunlarını aşmak için yeni bilgilere, teknolojilere ve kaynaklara gereksinme duyan bir ülkenin, bunu yurt dışına gönderdiği “nitelikli ve eğitimli eleman”larıyla sağlaması düşünülebilir. Bilginlerin, yalnızca evrensel bilgiye katkıda bulunmakla kalmayıp,edindikleri bilgi ve deneyimleri kök ülkelerine aktarmaları; o kök-ülkede kısa erimde üretilemeyecek bilgiye erişilmesini, yeni bir soluk kazanılmasını ve atılım yapılmasını getirebilir. Yine beyin göçünün, göçveren ülkenin, yurt dışındaki imajı açısından yapacağı katkılar ve göçedenlerin yurt dışında oluşturacakları baskı grupları (lobi, diaspora) bunun olumlu yönleri arasında sayılabilir. Onların iyi koşullarda yaşamaları ve çalışabilmeleri, bilginin değerini kök-ülke insanına gösterebilmesi ve bunun ülkemizde de sağlanması özlemini beslemesine yol açmaktadır.

Göçedenlerin de kök-ülkelerine vefa borcu vardır.

Beyin göçüne yol açan / iten ortam ne olursa olsun, kök-ülkenin kendi aydınlarını (bilginlerini) yetiştirme çabası da gözardı edilmemelidir. Yine kök-ülkeden göçetmeyerek, ülkesinin gelişimine katkıda bulunmayı seçen aydınların bu çabalarında yalnız ve desteksiz bırakılmamaları gerekir. Göçedenlerin, kök-ülkelerine bir vefa borçları vardır. Bu döviz aktararak ya da emekliliklerinde ülkeye dönmeleri ile ödenecek bir borç değildir. Bu yaşanan her gün, edinilen her fırsatı değerlendirerek, bulunduğu noktadan kök-ülkesine köprüler kurmasını ve güç aktarmasını gerektirir. Kendi elde ettiği ortamın ve olanakların hepsinin, kök ülkesinde de ivedilikle ortaya çıkmasının sağlanması için çaba göstermesi gerekir. Bu bir borçtur ve sorumluluktur.

Beyin göçünden beyin gücüne : Dağkeçisi Yaklaşımı

Kök-ülkesinin dışında iş yaşamında yer alan “nitelikli ve eğitimli” insanların yaşamı zordur. Hiç bilmedikleri bir yörede kendilerine yeni bir düzen kurmaya ve ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Dayanışmaya ve sosyal desteğe en çok gereksinme duydukları dönemler, özellikle yurt dışına çıktıkları ilk yıllardır. Bunun için kendi aralarında ve kök-ülkeleriyle iletişim ağlarının fazla olması ve dayanışmanın geliştirilmesi zorunludur.3 Böylesi ağların kurulması, zaman içerisinde, elde ettikleri birikimlerin paylaşılması ve kök ülkeye aktarılmasına da olanak sağlar.

Göçmenler, ister kol emekçisi, ister fikir emekçisi olsun, elde ettikleri yeni bilgi ve deneyimlerle zenginleşiyor; çağdaş uygarlık değerlerini ve düzeyini bireysel olarak yakalıyorlar. Ama bu, göçalan ülkede bir ağırlık oluşturmuyor; doğal ve sıradan sayılıyor. Buna karşılık, kök-ülkesinde, bu yeni ve “güç”lü bir soluk. Bu soluğun kısa erimde ortaya çıkması için, göçmenlere şu soruyu yöneltiyoruz : “Ülkende değişmesini istediğin ilk şey ne?”

Beyin göçünü, kök-ülke için bir kayıp olmaktan çıkarıp, bir kazanıma dönüştürmenin anahtarı da buradadır. “Nitelikli ve eğitimli” insangücünün göçalan ülkeyi tercih etmesine yol açan etmenlerin, kök-ülkede de gelişmesinin sağlanması; kök-ülke ve göçalan ülke arasındaki kültür, bilim ve teknoloji yönünden farklılıkların giderilmesi için çalışılması beklenmelidir. Bu “Dağkeçisi (Chamois)Yaklaşımı”nın önde gelen ve uzun erimli hedefidir.

Genç nüfusun yaygın olduğu, genç işsizliğinin giderek en önemli sosyal sorunlardan biri haline geldiği ülkemizde, gözlerini yurtdışına çevirenlerin sayısı az değildir. Ülkemizde istihdam sorunları hafifletilinceye, yaşam-çalışma koşulları “çağdaş uygarlık düzeyi”ne çıkarılana kadar gençlerin bir bölümünün kendileri için çıkış olarak yurtdışında çalışmayı seçmeleri de anlayışla karşılanmalıdır. Onlara en büyük zorlukları yaşadıkları göçmenliklerinin ilk yıllarında destek olunmalıdır.. Ancak öncelikle, göçalan ülkelerin “niteliksiz” insan gücünün göçü konusundaki katı engelleri gençlerimizi anlatılmalıdır.

Gençlere yeni iş alanları sunmak, “nitelikli ve eğitimli” insan gücüne dönüşmek için fırsatlar sunmak çok önemlidir. Her şeyden önce bunun için, teknik eğitim sistemimizin ve eğitime destek olanaklarının geliştirilmesi gerekir.4 Bu gençler arasında bilim-uygulama yarışını da hızlandıracak ve ülkenin dinamizmini yükseltecektir. Teknik eğitim düzeyinin artması, yeni iş alanlarının açılması ve üretimin niteliksel ve niceliksel gelişmesine de hizmet eder.

Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi’nin bu yaklaşımı yaşama geçirmek için yürüttüğü çeşitli çalışmalar vardır. Bunların başında, internet olanaklarından yararlanmak gelmektedir. www.dagkecisi.com (veya) www.beyingöcü.com sayfalarına girerek, yaklaşım hakkında daha geniş bilgi almak olanağı vardır. Bunun yanında anket formları ile iz bırakmak; foruma katılarak görüşlerini yazmak olasıdır. Ayrıca, bu web sayfasında, yurtdışında çalışmalarını yürüten Türklerin, başarı öykülerine ve ürünlerine de yer veren bir bölüm bulunmaktadır.5

Yine bu Enstitü bünyesinde geliştirilmekte olan diğer bir çalışmada, genç işsizliğine karşı ve gençlerin başarıyı yakalayabilmeleri için “spor” bir eylem alanı olarak görülmektedir. Yurt-dışına göç eden Türklerin, sporda başarının önemini, getirisini ve bunun ön şartı olarak çok yönlü ekip çalışmasını daha kolay kavrayacakları varsayımından hareketle; gençler için, sporcusundan psikoloğuna; beslenme uzmanından antrenörüne kadar geniş ve uyumlu bir çalışma ortamı yaratılması için katkıları hedeflenmektedir.6

Her şeyden önce Dağkeçisi Yaklaşımı’nın dünyanın değişik yörelerine dağılmış olan göçmenlerin, kök-ülkeleri aracılığıyla, hem birbirleriyle, hem dağkeçisi olmaya aday gençlerle ve hem de çalışmalarını kök-ülkede yürüten meslektaşlarıyla bağ kurmaları ve sürdürmeleri düşüncesi yaygınlaştırılmalıdır.

Yurt dışındaki Türklerin gücünden konuşurken, bunun bir sezi ya da varsayım olduğunu da söylemeliyiz. Bugüne değin, bu gücün ölçülmesine ya da envanterinin çıkarılmasına ilişkin yapılmış bir çalışma yok. Onun için ilk evrede yapılması gereken, bireysel düzeydeki güçlerin dökümünü çıkarmak; onların başarılarını ve sunabileceği olanakları ortaya koymak; bu güçler arasında nasıl birliktelikler oluşturulacağını tartışmak ve bunun kök-ülke ve diğer ülkelerdeki göçmenler üzerinde yapacağı etkileri değerlendirmek.

Beyin göçünü nasıl beyin gücüne çevirebileceğimize ilişkin düşünce atölyeleri, yalnızca kök-ülkede değil, göçeden birden fazla kişinin bulunduğu her ortamda yapılmalıdır. Varılan sonuçların buluşturulması, hem çalışanları coşkulandırır, hem de düşünceyi yaşama geçirmeye yardımcı olur.

Varolan hiç bir sosyal olgudan korkmamak, bunu sosyal ortamın bir ürünü olarak görmek ve kontrol etmeye yönelmek gerekir. Beyin göçü olgusu da böyledir. Böyle bir sosyal olgu varsa reddetmek ya da göz yummak yerine onu kök-ülke çıkarına kullanmanın yolları aranmalıdır.

Yeni göçmenler için en iyi seçeneklerin ve olanakların sunulması; bunun için de en çok o ortamlarda yaşayanların katkıları ile dayanışmanın geliştirilmesi gerekir. Bunun için internet ortamı ve belirli siteler bir köprü,bir buluşma yeri olarak kullanılabilir. Yurt dışında çalışmalarını sürdürenlerin kendi ilgi ve çalışma alanlarını duyurmaları; benzer ilgi-çalışma alanlarındaki yurttaşlarıyla sanal ortamda buluşmaları bir adım olabilir. Bu kontrollu ortam, hem insanlarımızın savrulup tek başına kalmalarının önüne geçer; hem de birikimlerini kök-ülkelerine aktarabilmeleri için kolaylaştırıcı bir araç olur.

İlk Yayın : Binyılların Kavşağında Türkiye’nin Toplumsal Gerçekleri,, Tek Gıda İş Sendikası Yayını, s.295-307 “Beyin Göçü Olgusuna Yeni Bir Yaklaşım” 2003


 

1: Eğitim sisteminin beyin göçünü özendiren ve kolaylaştıran ögelerinden biri de, yabancı dille öğretimin yürütülmesidir. Kendi diline ve kültürüne yabancılaşan kuşakların, 1968’li yılların söylemiyle “kültür emperyalizmi”nin de katkısıyla, gözlerini göç alan ülkelere dönmesi kaçınılmazdır. Tüm eleştirilere karşın ülkemizde yabancı dille öğretim yanlışının sürdürülmesi, bilim dilinin Türkçeleştirilememesi de göç vermenin alt yapısını oluşturmaktadır.Yabancı dille eğitim ve eğitimin küreselleştirilmesi (akreditasyon bunun ilk adımıdır), beyin göçü için uygun malzemeyi yaratırken; kök-ülkenin yararlanabileceği malzemeleri de kırıp dökmektedir. Halbuki insanların yaratıcılıkları, kavrayıp özümsemeleri anadillerinde en verimli biçimde ortaya çıkabilmektedir. Çağrışımlar, insanın düş gücünü en çok geliştiren ve onun gelecek yaşamında sıra-dışı bir kişi olmasına yol açan uyaranlardır; bu uyaranları üretebilen beyin ancak izlediği konuyu çok iyi anlayıp, bunu geçmiş deneyimleriyle bütünleştirebilen beyindir. Bunu yabancı dilde gelen öğretici mesajlarla gerçekleştirmek çok zordur. Buna karşın, çeşitli yabancı dilleri öğrenmiş olmanın, hem bilgiye ulaşmak ve hem de bilginlerle iletişimi geliştirmek bakımından kişiye katkısı büyüktür. Yabancı dilin öğretim dili olarak kullanılmasına karşı çıkarken;çok küçük yaşlardan başlayarak çok-dilli kuşaklar yetiştirmenin doğru bir hedef olduğunu belirtmek gerekir.

2: Burada not edilmesi gereken önemli bir nokta, seçilip alınanların dışında kalanlarda., yaratılan eksiklik ve başarısızlık duygusunun, ileride ezilmişlik ve gerikalmışlık duygusuyla, göçalan ülkenin emellerini gerçekleştirmesine yardımcı olacağıdır.

3: Onun için yurt-dışında çalışmak üzere göçedenleri “dağkeçisi” olarak adlandırıyoruz. “Chamois” cinsi dağ keçisi anadolunun güneyinde ve avrupanın güneyinde apenin dağlarında yaşayan dağkeçisi türüdür. Mücadeleci, özgürlüğüne düşkün, doruklara tırmanmayı seven ve bir zamanlar Türklerin simgesi olarak kullanılmış bir hayvandır.

4: Eğitim sistemimizde ara eleman (teknik eleman) gereksinmesi ile eğitimde uygulama-çözümlere daha çok ağırlık verilmesi gerektiği düşüncesi sıklıkla dile getirilir. Örgün eğitimdeki sınırlı uygulama olanaklarını aşmanın yolu, ileri teknoloji kullanan üreticilerle ortak çalışmalardan geçmektedir. Ülkemizde çeşitli izole örnekleri görülen bu ortak çalışma ve özendirme örnekleri yaygınlaştırılmalıdır.

5: ÇalışmaOrtamı Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2001 (No.56), Eylül-Ekim 2002 (No.64), Ocak-Şubat (No.66) sayılarında Vakıf görüşü ve çalışmaları ile ilgili yazılar bulunmaktadır.

6: Bu konuda spor alanında yetkin bilim ve eylem adamlarının katılımıyla düzenlenen Düşünce Atölyesi’nin CD kaydı, Vakıf arşivinden elde edilebilir.