Kırk Katır mı? Kırk Satır mı?

Kapitalizmde uygun fiyatı yakaladığında her şey kiralanabilir ya da satılabilir. İnsan hakları belgelerine baktığımızda, bu ilke, mallar için geçerli ama insanlar için geçerli değil.

1944 Philadelphia Bildirgesi’nin dillere destan ilkelerinden biri, “emek bir mal değildir” özdeyişidir. Ama bu ilkenin çiğnendiği durumlar da çok görülmüştür.

Bugünlerde insan ticareti de yaygınlaşmıştır. İnsan hakları ihlalinin kabul edilemez biçimlerinden olan insan ticareti bir çok biçimiyle yasa dışı biçimde yürümektedir.

Gitgide örgütsüzleşen, güvencesizleşen yetişkin emeği de uysallaşmaktadır. “Kiralık” kavramının ortaya atılmasına cesaret edilmesi, hele “emlakçı”lar gibi “özel istihdam büroları”nın oluşması işte bu uysallıktan ve boyun eğmekten kaynaklanmaktadır. İşsizlik ve açlıkla terbiye edilmeye çalışılan geniş kitleler, sessizliğini korumaktadır.

Ama hükümet, sağlı sollu hamlelerle, zaten ülkede yaşananlardan şaşkına dönmüş işçileri, daha da şaşırtmaktadır. Önce kıdem tazminatı fonu yeniden pişirildi; şimdi kiralık işçilik uygulaması TBMM komisyonlarında (İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı).

Sanki işçilere şu soruluyor : Kırk katır mı? Kırk satır mı? Yoksa ikisi birden mi?

Kiralık işçi uygulamasının bir benzeri, yıllardır “mevsimlik geçici tarım işçileri” için uygulanmaktadır. “Dayıbaşı” ya da “çavuş” tarafından, tarla sahiplerinin hizmetine sunulan işçi aileleri, gelirlerini “dayıbaşı”ndan almakta ve bu alışverişten en karlı çıkan, büyük kar elde eden “dayıbaşı” ve “tarla sahipleri” olmaktadır. Bu iş ilişkisinde, işçi ailelerinin yaşama ve çalışma koşullarının kötülüğü yürekler acısıdır. Bu işçi ailelerinin, yaşadıkları “uzaktaki köy”lerinden, tarlalara taşınmaları da bir çok trafik kazası ve ölümle gündeme gelen başka bir acı tablodur.

TBMM gündemindeki yasa tasarısında, “dayıbaşı”ların rolü, “özel istihdam büroları”na devredilmek istenmektedir. Ancak varolan acı tablonun, “insancıllaştırılması” için hiç bir önlem düşünülmemiştir. Üstelik, aynı çalışma düzeninin “sanayiden sayılan işler”e taşınması da tasarlanmaktadır.

Yasa tasarısında, dokuz ve daha az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçilerin çoğunluğunun, “kiralık” olarak çalıştırılması planlanmaktadır.

  • (On ve daha az işçi çalıştıran işyerlerinin tüm işyerleri içindeki payı % 85; çalıştırdıkları işçilerin tüm işçiler içerisindeki payı ise %28’dir.)

10 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde bu oran işçi sayısının %25’idir. Yukarıdaki kapsam hesabına devam edersek ;

  • (On ve daha çok işçi çalıştıran işyerinin tüm işyeri içindeki payı %15; çalıştırdıkları işçilerden “kiralık” çalıştırılması planlananların oranı ise %18’dir.)

Demek ki, hükümet, tüm işçi nüfusunun %46’sının “kiralık” sisteminin içine girmesini planlamaktadır. Böylece kolayca işten çıkarılabilecekleri gibi, kıdem tazminatı yükümlülüğü de olmayacaktır.

Dokuz ve daha az işçi çalıştıran işyerlerindeki bu uygulama, yaşanan iş kazalarının daha da artmasına yol açacaktır. Şöyle ki :

  • Zaten iş kazalarının % 18’inin (ölümlü kazaların %8’inin) bu işyerlerinden kayıtlı olanlarında meydana gelmektedir (SGK 2014 İstatistikleri – T: 3.41).

  • İstatistikler, iş kazasına uğrayanların önemli bir bölümünün yeni işe başlayan işçiler olduğunu ortaya koymaktadır.

  • İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın etkisiz olduğu işyerlerinin başında bu küçük işyerleri gelmektedir (İşyeri hekimi eğer gidiyorsa bu işyerlerinde en çok ayda 1 saat kalmaktadır. İş güvenliği uzmanları ise, bu işyelerinde en çok ayda 2,5 saat kalmaktadır. Bu süre içinde yapılması gereken işlerin çok kapsamlı olduğu düşünülürse, baştan savma yapılacağını anlamak zor değildir).

Gelelim Komisyondan geçen tasarının son haliyle ilgili çıkmazlara :

  1. Kiralama süresinin 8 ay ile sınırlanması “kıdem tazminatı” ödemesinden kurtulmak için düşünülmüştür.

  2. Geçici (kiralık) iş kavramı, yine sözleşme yapılması beklentisi dolayısıyla, işçiyi “özel istihdam bürosu”na mahkum kılar. Boyun eğici ve örgütsüz olmak zorundadır.

  3. Uzun yıllardır “doğum makinesi” ve “evde bakım robotu”na dönüştürülmeye çalışılan kadınlar, yasanın önemli hedef gruplarındandır. Onların çalışma istekleri, “uzaktan” ya da “kısmi çalışma” ile giderilmek istenmektedir. Çünkü iktidarın çalışan kadın politikası, “ev eksenli” ve “düşük ücretli” çalışmaya dayanmaktadır. Yasa tasarısı, bu amacı desteklemektedir.

  4. Coğrafi kapsam : Tasarı yurt dışına kiralık işçi gönderilmesine olanak vermektedir.

  • Eğer şirket merkezine günlük gidiş dönüş yapamayacak kadar uzakta olan bir işyeri ise, barınma koşulları önem kazanacaktır.

  • Şirket merkezinin bulunduğu yerleşmeden uzaktaki yurt köşelerinde kiralanan işçiler için iş güvenliği uzmanının o yöreye gitmesi gerekeceğinden, OSGB (ortak sağlık güvenlik birimi) uygulamasından yararlanılamayacak; “iş yerleştirme bürosu”nun kendi iş güvenliği uzmanını istihdam etmesi gerekecek; bu da maliyetleri yükseltecektir.

  • İşyeri hekimi istihdamı, ancak tabip odası sınırları içerisinde mümkün olduğundan, bunu aşan durumlarda yerel istihdama başvurmak zorunda kalınacak bu da maliyetleri yükseltecektir.

  1. İş sağlığı ve iş güvenliği : Her bir kiralanan işçinin gittiği işyerindeki çalışma koşulları gözönünde tutularak (tek tek her işyeri için),

  • İşyeri hekimi tarafından sağlık yönünden o işyerinde o işi yapabileceğine ilişkin sağlık raporu verilmesi gerekir.

  • İş güvenliği uzmanı tarafından, işçinin de katılımı ile o işi çevreleyen koşulların ortaya konulması için risk değerlendirilmesi, acil çıkış planı ve gerekirse patlamadan korunma dokümanı ortaya konulması gerekmektedir.

  • Her işçi için kiralandığı işyerinin özellikleri gözönüne alınarak 8-16 saat/yıl iş sağlığı güvenliği eğitimi verilmesi gerekmektedir.

  1. Her işçi için kiralandığı işin özelliklerine uygun “mesleki eğitim belgesi” olması gerekir. Demek ki, her işçi her iş için kiralanamaz.

Bütün bu çıkmazlar bize, bu yasal yükümlülüklerin yerine getirilemeyeceğini; böylece işçilerin iş güvencelerinin ve yaşama koşullarının daha da kötüleşeceğini; sağlık – güvenliğinin tehlikeye atılacağını düşündürmektedir.

Yasa tasarısı hangi köşesinden tutulursa, işçi hakları yönünden dökülmektedir. İşçi sendikalarının ve demokratik kitle örgütlerinin bu konudaki direnişlerinin haklı olduğunu görmek için, “insan haklarına saygılı” olmak yeterlidir.

Bu küresel saldırılar karşısında işçilerin, “ölümlerden ölüm beğenmek”tense, önce örgütlenerek sonra saflara sıklaştırarak direnmekten başka çaresi yoktur.