Asgari Ücret Yarışında Kaybeden İşveren Olmayacak
Prof.Dr.A.Gürhan Fişek
SORU : Asgari ücretin 1300 TL olması olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
YANIT : Bugün asgari ücretin yükseltilmesini bekleyen geniş bir kesim var. Çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar ve böyle bir adımdan mutluluk duyacaklar. Bu insani açıdan bizi de mutlu eder.
Bu kesimin özelliği şudur: Örgütsüzdürler ve siyasal partilerin seçim öncesi vaadlerinden, büyük ölçüde etkilenerek, oylarını yönlendirmektedirler.
Asgari ücret tespit komisyonunun yapısına baktığımız zaman, siyasal iktidar, hangi “sınıf esasına dayanan örgüt”ün (işverenler ya da işçiler) yanında yer alırsa, onun istemlerinin kabul edildiğini görürüz. Yıllardır, işçi sendikalarının istemleri hep göz ardı edildi. Bu kez de edilecek; tek farkla ki, asgari ücret 2015’ten 2016’ya %30 artmaktadır (Bu bir önceki yılda ilk 6 ayda %6 ve ikinci altı ayda %6 idi).
Özetlersek, asgari ücretteki bu artış “işçi sınıfının örgütlü mücadelesi” sonucu elde edilmemiştir. Dolayısıyla, işçilere, örgütlü mücadele dışı yollarla yaşam koşullarını geliştirme şansı olduğunu öğretmektedir. Bu bir aldatmacadır.
Ayrıca asgari ücretteki bu artıştan doğrudan yararlanamayacak olanlar var :
- Kayıt dışı çalışanlar (Bunların içerisinde Suriyeli, Kuzey Iraklı ve Afgan göçmenler özellikli bir yer tutmaktadır),
- Ücreti daha yüksek olmakla birlikte asgari ücret düzeyinde gösterilenler,
- İşsizler.
Çalışma yaşamında önemli bir pay tutan bu kesimin de, örgütsüz olduğu ve geniş bir işveren kesimince tercih edildiği bilinmektedir.
Çalışma yaşamının örgütsüz kesimlerinin durumu budur. Çalışma yaşamının örgütlü kesimleri olarak niteleyeceğimiz, bir işçi sendikasına üye olmuş ve toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmakta olanların, durumuna bakalım. Bu “örgütlü” kesimin, beklentileri de, büyük ölçüde “ücret sendikacılığı” yapan işçi sendikaları tarafından savunulmakta ve ücret teması ile sınırlı tutulmaktadır. Bu yaklaşımlarını savunan sendikalar, işçilerin toplu iş sözleşmelerinin “ücret” dışındaki kazanımları ile pek ilgili olmadıklarını ortaya koymaktadırlar.
Dolayısıyla, baştan beri vurguladığımız bu örgütsüz kesimlerin beklentileri ile çoğu sendikalı işçinin beklentileri de buluşmaktadır. Ana tema ne pahasına olursa olsun, ücretlerin yükseltilmesidir. Vardığımız nokta şudur: İster örgütlü, ister örgütsüz olsun, işçilerin çok büyük bir bölümü, sınıfsal bakış açısından yoksun oldukları için, “ücret” eksenli yaklaşımlara karşı çok duyarlıdırlar ve bundan mutluluk duymaktadırlar.
“İşçi sınıfının sendikal örgütlerinin beklentileri” ise, daha farklı olmalıdır. “İnsanca yaşamak” amacıyla, “ücret” için mücadelenin yanı sıra, “sosyal politika” önlemleri ile desteklenmiş bir proje ortaya konulmalıdır : “Yaşam koşullarının geliştirilmesi”.
SORU : “Yaşam Koşullarının Geliştirilmesi” Projesini biraz açar mısınız?
YANIT : Bugünün koşullarında işçi sınıfının sendikal örgütleri şu üç hedef çevresinde odaklanmalıdır :
- Tam istihdamın sağlanması : İşsizlikle mücadele adı altında yapılanlardan şimdiye kadar hiçbir başarı elde edilememiştir. Çünkü, özelleştirmeler ve taşeronlaştırma yoluyla, işsizliği emecek en önemli araç olan kamu girişimciliği yıkılmıştır. Özelleştirme ve taşeronlaştırma olgusuna son verilmelidir. Başta tarım, hayvancılık, ormancılık alanında olmak üzere tüm alanlarda kamu girişimleri ve kooperatifler güçlendirilmelidir; böylece kurallara uygun çalışan ve kamu kaynaklarına sırtını dayamayan özel girişimcilik ile birlikte dev kamusal yapılar da varlıklarını sürdürebileceklerdir. Bu tam istihdamın sağlayacağı tüm kazanımlarla, çalışma yaşamının düzenlenmesine olanak verecektir.
- Ulusal sağlık sistemi : 12 Mart 1971 ve sonra 12 Eylül 1980 Askeri Darbeleri ile başlayan ve AKP iktidarı ile süren, toplumsal yıkım, sağlıkta da yıkıma yol açtı. Ülkenin kapılarını küreselleşme dalgasına tamamen açtı ve sağlıkta ticarileşme adına yapılabilecek ne varsa yaptı. Şimdi bu çarkı geri çevirmenin ve kamu girişimciliği+kooperatifler yoluyla insana değer veren, onun sağlığını koruyan bir yapının kurulmasının zamanıdır.
- Kamu maliyesindeki düzenlemeler : Dolaylı vergilerle halkın sırtından sağlanan gelirlerin yerine, çok gelir elde edenlere dolaysız vergilerin konulması. Böylece gelir bölüşümünün düzeltilmesi yönünde adımlar atılması. Bu önlemler, halkın sıklıkla kullandığı elektrik, gaz (doğal, tüp), su ve benzin (ve gaz) üzerindeki vergilerin sıfırlanmasını da içermelidir.
SORU : Asgari ücretin 1300 TL olmasını bir kazanım olarak görürsek, bunun karşılığında işçiler neler kaybedecekler ?
YANIT : Gerek CHP’nin seçim programında ve gerekse yeni hükümetin gündeminde, asgari ücrette işveren yükünün azaltılması ile ilgili öneriler var. Hepsi aynı kapıya çıkıyor: Kamunun bazı gelirlerinden vazgeçmesi. CHP, gelir vergisi alınmaması ve prim desteği verilmesi yoluyla işveren yükünü azaltmayı planlamıştı. İşverenler AKP hükümetinden, artışı sübvanse etmenin de ötesine geçerek “bölgesel asgari ücret” ve “kıdem tazminatı fonu” önerilerini yeniden pişirerek önümüze sürmesini beklemektedirler. Eğer bu öneriler kabul edilirse, kaybeden işveren olmayacaktır.
Kaybeden, kamunun “telafi edici” adımlarından etkilenen ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun aktüeryal dengeyi sağlamak için, “katkı payları” vb uygulamalarının üzerine yıkıldığı, halk olacaktır. Olası “telafi” edici adımlara örnek vereyim : Devlet, Milli Eğitime bağlı okullara daha az bütçe ayırması; üniversite hastanelerinin bütçe paylarının azaltılması ve SGK tarafından ödenmeyen harcamalarının daha büyük boyutlara ulaştırılması; zamların ve dolaylı vergilerin arttırılması vb.
SORU : Devletin bu yükü paylaşması durumunda hükümetin İşsizlik Sigortası Fonu’nu kullanacağı söyleniyor. Sizce bu doğru olabilir mi?
YANIT : Evet, doğru olabilir. Çünkü devlet bunu hep yapıyor. Daha önce de işsizlik sigortası fonları amaç dışı kullanılmıştı. Hatta daha gerilere gidelim: Sosyal Sigortalar Kurumu’nu ödeme güçlüğü içerisine düşüren, 60 yıla yakın bir zaman SSK gelirlerinin devlet tarafından sorumsuzca kullanılması olmuştur.
İşsizlik sigortası fonundaki paralar büyük boyutlara varmıştır. Aklın yolu bize iki seçenek sunmaktadır :
- İşsizlik sigortası primlerinin düşürülmesi,
- İşsizlik halinde yararlanma koşullarının genişletilmesi.
Bunlardan hiç biri yapılmayıp, paraların devlet tarafından amaç dışı kullanılması olasılıklar arasında en başta gelenlerdendir.
SORU : Bazı iktisatçılardan da asgari ücretin 1300 TL olmasının fazla bir anlam ifade etmeyeceği yorumları yapıldı. Bu artışın enflasyon karşısında eriyeceği belirtildi. Durumu siz nasıl yorumluyorsunuz, haklı olabilirler mi?
YANIT : Kuşkusuz haklı olabilirler. “Ücret” sendikacılığı başta olmak üzere, “ücret” temalı tüm girişimlerin, kaçınılmaz yazgısı budur. Enflasyon karşısında erimeyecek kazanımlar, örgütlülük ve “ücret”ten bağımsız sosyal politika adımlarıdır.
SORU : İşsizliğin çift haneleri gördüğüne tanık olduk. Böyle bir ortamda gençler ve kadınların iş yaşamına katılması nasıl özendirilir?
YANIT : Bunu ilk sorumuza dönerek yanıtlamak istiyorum. Tam istihdam, “kadınların ve gençlerin”, daha iyi yaşam ve çalışma koşullarına kavuşmalarını kapsamaktadır. Bunun için eğitim çok önemlidir. Çünkü çalışma yaşamında, kalıcılığın ve statünün aracı, mesleki ve teknik eğitimdir. Öğrenim görenlerin, istihdama katılım oranlarının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu da yolumuzu eğitimle aydınlatmamız gerektiğini bize öğretmektedir.
BİR YORUM
Nail Dertli
(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı
Araştırma Görevlisi)
Değerlendirmelerinizi bu sabah Evrensel Gazetesi’nde okudum (http://www.evrensel.net/haber/266662/prof-dr-fisekten-asgari-ucret-uyarisi-artisin-kaybedeni-patron-olmayacak). Benim açımdan değerlendirmeleriniz birkaç açıdan son derece önemli. Öncelikle, teknik ve karmaşık bir konuyu bile açık ve anlaşılır bir dille açıklamışsınız. Evrensel Gazetesi’nde bir dönem ben de muhabirlik yaptım. Okur kitlesi büyük ölçüde kır ve kent emekçilerinden oluşuyor. Rahatlıkla okuyup, anlayabilecekleri bir metin olmuş. Yaygın bir şekilde okunacağından eminim. Değerlendirmeleriniz özellikle sendikal çalışma yürüten işçilerin daha geniş bir bakış açısıyla konuya yaklaşmasına olanak sağlayacaktır.
İkincisi, asgari ücretin düzeyine ilişkin tartışma büyük ölçüde hukukçular ya da ekonomistler tarafından son derece teknik bir tartışmaya indirgenerek yürütülüyor. Geniş kesimlerin gündelik hayatlarını doğrudan etkileyen bu tartışmayı, işçi sınıfının farklı kesimlerini dikkate alan bir çerçeveye oturtmanızın da isabetli olduğunu düşünüyorum. Özellikle örgütlü bir mücadeleye dayanmayan “iaşe” biçimindeki artışın yol açtığı yanılsamaya ilişkin vurgunuzun önemi, umarım işçi sınıfının hem sendikal hem siyasal örgütleri tarafından dikkate alınır.
Son olarak, sınıfsal bakış açısı, ücret ve yaşam koşullarının geliştirilmesi mücadeleleri arasında kurduğunuz ilişki sosyal politika alanında egemen güncel eğilimin unutturmaya çalıştığı bir bütünlük gibi geliyor bana. Burada kurduğunuz ilişki bana tezimde yürütmeye çalıştığım tartışmayı hatırlattı. Tezimde sermayenin tarihsel eğiliminin emeğe meta biçimini dayatmak olduğunu öne sürüyorum. Buna göre sermaye insanı basit bir meta sahibine (emek gücü) indirgemek istemektedir. “ücret” meta sahibinin mülkiyet hakkının bir uzantısı olarak belirmektedir. Tek başına ele alındığında ücret, kapitalizmi dönüştürmez, piyasa ilişkilerini geriletmez. Sermayenin aksine emeğin tarihsel eğilimi ise kendisine dayatılan meta formuna direnme, meta niteliğinin sınırlandırılması ve mümkünse metadışına çıkma biçimindedir. Emek bunu, üretim noktasında sermaye denetimini sınırlandırarak (iş hukuku uygulamaları) ve yeniden üretim alanını piyasa gereklerinden bağımsızlaştırarak (sosyal güvenlik) yapar. Bu kapsamda Dünya Bankası ve benzeri kuruluşların sosyal güvenliği belirli riskler ya da yoksulluk karşısında basitçe gelir transferi yapan (telafi) tekniklere indirgemesi bana anlamlı geliyor. Tam istihdam, ulusal sağlık sigortası ve bölüşüm ilişkilerine müdahaleyi odak noktasına yerleştirmenin, meta statüsünü reddedip, insani kapasitenin özgürleştirilmesi açısından son derece kritik önemde olduğu kanısındayım.
Kişisel olarak Evrensel-Sendika.org gibi yerlerde daha fazla yazmanızı isterim. Bunun özellikle genç kuşakların, olguları ele alış biçimini önemli ölçüde etkileyeceğini düşünüyorum.