Aklımız Nerede ?
Türkiye’de yaşanan derin çıkmazın temel neoderi “sınıf çatışması temelli düşüncelerin” etkisizleşmesidir. İster siyasal planda olsun, ister ekonomik planda olsun, sınıf temelli düşünce, kendi dışındaki düşünce odaklarını da bu “derin çıkmazdan” kurtarabilirdi.
12 Eylül 1980 (daha doğrusu 12 Mart 1971) askeri darbeleri, aslında “sınıf temelli” düşüncelere darbe olmuştur.
Türkiye’ye aydınlanmayı getiren bilim insanları, siyaset önderleri, işçi-memur sendikası önderleri, yazarlar, sanatçılar örselenmişlerdir. Bu şiddetli darbe, yeni kuşakların da “sınıf temelli düşünce ve eylemlere yönelmelerini ve örgütlenmelerini” olumsuz etkilemiştir.
Darbeler, Türkiye’nin aydınlanma hareketini çökertmek için çeşitli silahlar kullanmışlardır :
- İşçi memur ayırımı
- Çalışma koşullarındaki kötüleşmenin önlenmeyen yükselişi
- Siyasal ve sendikal barajlar
- Cepheleşme
- Zulüm.
Biz bu yazımızda, bu silahlardan bir tanesini incelemek ve “halen bu silahı kullanmakta olanların” elinden almak için önerimizi anlatmak istiyoruz. “Çalışma koşullarındaki kötüleşmenin önlenmeyen yükselişi” için işsizlikten, güvencesizliğe bir çok gösterge sayılabilir. Biz gösterge olarak “iş cinayetleri”ni kullanmak istiyoruz.
Çok dar bir işçi kesimini ele alan Sosyal Güvenlik Kurumu istatistikleri, her gün 4 ve yılda 1500’e yakın işçinin öldüğünü ortaya koymaktadır. Ama toplu ölümler, toplumun dikkatini çekmekte ve öfkesini kabartmaktadır. SOMA maden kazasından ötürü duyduğumuz öfke küllenmeden, ERMENEK maden kazası bir gülle gibi gündemimize düştü; hem üzüntü hem de öfke içindeyiz. Ama her gün en az 4 işçinin ölümü ile sonuçlanan ve bir çok işçinin de sakat kalmasına neden olan iş kazalarıyla meslek hastalıklarını irdelemeden, sağduyu içeren çözümlere ulaşamayız.
Soruyorum size:
- İş kazalarının nedeni ne? İşverenlerin kar hırsı.
Kar hırsı olmayan işveren olur mu? Olmaz. Çünkü içinde yaşadığımız kapitalist düzen, onu daha fazla kar için mücadele etmeye zorluyor. Sırtında bir de rekabet kamçısı var. Onu, insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermeye ve kurallara uyarak çalışmaya kim çağıracak ? ORTAK AKIL. - İşçinin sırtında işsizlik korkusu ve yoksulluk cenderesi var. Yasalar ona hak ve özgürlükler vermiş. Tek tek işçiler bu haklarını kullanabiliyorlar mu? Hayır. 2012 yılında çıkan 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası, işçiye, “işinde hayati bir tehlike varsa, işi bırak” diyor. Mümkün mü? Hayır. Ermenek’li maden işçilerinden biri, seçeneksizliklerini şu sözlerle ortaya koyuyor : “Aşağıda ölüm, yukarıda açlık”. Kim onların imdadına yetişecek ? ORTAK AKIL.
- Yasa, işyerlerini sağlıklı ve güvenli kılabilmek için, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarını görevlendirmiş. “Yarı fiyatına çalışırım” diye kapı çalan uzmanlar varken; işverenin kolayca işten atabilme hakkı varken; işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının, bağımsız çalışabileceklerini kim söyleyebilir? KİMSE. Onların güvencesi, mesleklerini bağımsız olarak yürütebilmelerinin anahtarı nedir? ORTAK AKIL.
O zaman tek tek olunca kullanılamayan “aklın yolu”nu, ORTAK AKIL ile yaşama geçireceğiz. Ortak aklın, birlikte örgütlenmemiz olduğunu bileceğiz. Yasalarla en güzel hakları verseniz de, yasalarla en akılcı yükümlülükleri getirseniz de, ORTAKLAŞA yürürlüğe koymadıkça başarılı olamayız.
2012 yılında çıkarılan İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın en büyük eksiği, bu ORTAK AKLI ve bizim ÖRGÜTLÜ mücadelemizi göz ardı etmesidir.
Acaba Bakanlık uyarılmadı mı? UYARILDI.
2005 yılında, Çalışma SG Bakanlığı tarafından, danışma amaçlı kurulan Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi, kamu kuruluşlarının yanında, işçi-memur-işveren sendikaları, meslek odaları ve bir sivil toplum kuruluşu temsilcisinden oluşuyordu. ORTAK AKLI temsil edecek en uygun bileşim yakalanmıştı. Ben de STK temsilcisi olarak seçilen Fişek Enstitüsü adına bu konseye katılıyordum.
Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi’nden Çalışma SG Bakanlığı’nın beklediği, kendisi tarafından hazırlanan, İş Sağlığı Güvenliği Yasası Taslağı’nın olgunlaştırıp, herkesin benimseyeceği bir hale getirmesiydi.
Kurulan alt komisyonlardan biri, DİSK, Türk İş, TTB, TMMOB, KESK ve Fişek Enstitüsü’nün birarada çalıştığı çalışma grubuydu. Yasanın bir kazanım olacağı, ancak yaşama aktarılmasında büyük güçlüklerle karşılaşılacağı; örgütlü zeminde uzlaşmalarla adım adım yürünmesi gerktiği düşünüldü. Bunun için önerilen yol, ORTAK AKLIN ÖRGÜTLENMESİ idi. Kısaca mevzuatın hazırlanmasından, denetimine kadar, tüm toplum kesimlerinin temsil edildiği, idari ve mali yönden özerk bir İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ KURUMU kurulması istendi.
Ulusal Konsey’de bu öneriye Bakanlık şiddetle karşı çıktı. Kendi getirdiği yasa metninin kabul edilmesini istedi. Buna karşın kamu dışında kalan temsilciler de, ÖNERİ’nin sahiplenilmesini ve çalışmaların sürdürülmesini istedi. Yapılan oylamada kamu kesimi temsilcileri : 8 ve kamu dışından gelenler : 8 oy verdi. Bunun üzerine Bakan’ı temsilen toplantı masasının başında oturan başkan kendi oyunun iki sayılacağını ve tartışmaların bittiğini bildirdi.
Kısa bir süre sonra, Yönetmelik değiştirilerek Fişek Enstitüsü, Konsey’den çıkarıldı. Bir süre sonra toplantı düzeni kayboldu. Bakanlık beş yıl sonra sosyal tarafların fikrini almadan İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nı yayınladı. Ardından bir sürü erteleme, çıkarılan yönetmeliklerde sık sık değişiklikler yaşandı.
Değil ORTAK AKLIN ÖRGÜTLENMESİ, ortak akla danışmak bile iktidara zor gelmişti. Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi, bir daha hayretmedi.
Her gün iş kazalarında ortalama 4 işçi ölmeye devam ediyor. Bu yıl bir de toplu ölümler eklendi.
Onun için, ne zaman bir iş kazası haberi okusam, ne zaman toplu ölümlerle sarsılsam, kendi aklından başkasına değer vermeyen hükümeti SORUMLU tutarım.
ORTAK AKLIN örgütlenmesi, hükümetin çağrısı ile olmayacak. “Sınıf temelli düşünce”yi benimsemiş, işçi sendikalarının ve gönüllülerin zorlaması ile olacak.