İyilik Kavramının Toplumsal Boyutu
“İyilik” toplumumuzda çok üzerinde durulmuş, düşünülmüş ve konuşulmuş bir kavramdır. Bu kavramla ilgili anımsatmalarıma üç pencereden bakarak başlayacağım:
- Pencere : “İyilikten maraz doğar”, “İyilik et kemlik bul” vs.
- Pencere : Bir yöre insanı ile karşılaştığınız zaman ona yol sormamanız önerilir. Çünkü o kadar iyi ve yardımseverdir ki, “bilse de bilmese de yolu tarif eder”.
- Pencere : “Diyet”. Ömer Seyfettin’in ünlü romanı, yapılan iyiliğin sık sık hatırlatılması karşısında, yardım görenin düştüğü durumu açıklayan can alıcı örneklerden biridir.
Demek ki, hem iyilik eden ve hem de iyilik gören yönünden olumsuz sonuçlar doğurabilen bir olguyla karşı karşıyayız. İşte bu yüzdendir ki, insanların birbirlerine iyilik etmelerine ya da yardım etmelerine dayanan bir sosyal güvence sistemi yerine; kurumsallaşma getirilmeye çalışılmıştır. 19.yüzyıl sonlarından başlanarak 20.yüzyılda daha büyük bir kararlılıkla, insanın en doğal hakkı olan “bugününü ve yarınını güvence altına alması” ilkesi benimsenmiştir.
Çağdaş sosyal güvenlik sistemi, nimetlerin paylaşılmasını, “hayır” olmaktan çıkarmakta ve birey için bir “hak”ka dönüştürmektedir; bunun karşılığında da ondan toplumun bireyi olarak bazı külfetlere katlanmasını beklemektedir.
Bunun içindir ki, çağdaş sosyal güvenlik sistemi, “sosyal yardım”ları en aza indirmeyi, süreklilik kazandırmamayı ve ancak ara-çözümler olarak kullanmayı benimsemektedir.
O zaman küreselleşmenin derinlik kazanmasıyla birlikte sosyal yardımların da yaygınlık kazanması olgusu nasıl açıklanabilir? Bunun yanıtı küreselleşmenin “çağdışı” bir sistem olmasıyla açıklanır.
Şöyle ki: Geleneksel (tutucu) ve çağdaş (ilerici) yaklaşımları yanyana dizdiğimizde, küreselleşmeyle topluma dayatılan çözümlerin, genellikle, geleneksel yaklaşımlarla örtüştüğü görülür. Buna örnek olarak şu konu başlıklarını gösterebiliriz:
- Kadına yaklaşım
- Çocuğun değeri
- Hizmetlere (eğitim, sağlık, sosyal güvence vs) verilen önem ve herkese ulaştırılması,
- Hak arama ve örgütlenme özgürlüğü.
Bu göstergeleri, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim beyannamesi, Anayasa Taslağı ve Hükumet Programı’nda aradığımız zaman, küreselleşme ile örtüştüğünü bulabiliriz. O zaman tutuculuk, AKP ve küreselleşmenin, toplumlara aynı şeyleri dayattığını görebiliriz.
Tayland’dan başlayan “yeşil kart” serüveninin, Türkiye’de ilk kez bir Dünya Bankası uzmanınca, 2.Sağlık Kongresi’nde dillendirilmesi de o zaman bir “haberci” olarak algılanmalıydı. Yine aynı şekilde, yoksullara “nakit” para yardımını zorunlu koşul olarak koyan Dünya Bankası programlarının da sosyal yardımları abartma konusunda bilinçli bir müdahale içerisinde oldukları düşünülmeliydi. IMF ve Dünya Bankası ile onunla anlaşma imzalayan hükumetlerin, aslında işsizlikle mücadele ediyor görünüp, bir çok insanın çalışma yaşamının dışına düşmesi ve sosyal yardımların kaçınılmaz “müşterisi” durumuna düşürüldüğü de görülmeliydi.
Adalet ve Kalkınma Partisi tutucu yüzü ile yukarıda tanımladığımız yaklaşımın çağ-dışı yüzü çok iyi anlaşmaktadır. Bu uyumu en iyi sergileyen belgeler, AKP belgeleridir.
AKP hükumetinin, sosyal politikası, iki hörgüçlü bir deveye benzemektedir. Hörgüçlerden biri, küreselleşmeyle bütünleşmeyi; öteki taşıdığı sosyal yardım ağırlığıyla ithal reçetelere bağımlılığı simgelemektedir. Böylece iki hörgüç, aynı zamanda, küresel güçlere “itaatkar” bir yaklaşımın da simgesi olmaktadır.
AKP Seçim Beyannamesi’nde, sosyal politikalarının temeline, ”millete ait olanı millete vermek” prensibini ve “halka hizmet hakka hizmettir” anlayışını yerleştirdiğini, ‘kimsesizlerin kimsesi’ olma anlayışını özümsediğini söylemektedir (s.7 ve s.62).
Ülkenin olanaklarının, toplumsal refahın paylaşımında sosyal adaleti gerçekleştirmenin en temel kaygıları olduğunu söylemektedir (s.62).
Burada yine söz ile eylem uyuşmazlığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü, “sosyal yapının güçlendirilmesi” başlığı altında yer alan tüm müdahale alanlarında, aslında, küresel düzenle bütünleşme hedeflenmektedir.
AKP Seçim Beyannamesi’nde ve 60.Hükumet Programı’nda “sosyal yapının güçlendirilmesi” başlığı altında toplanan, eğitim, sağlık, çalışma yaşamı, sosyal güvenlik, sosyal yardımlar konusundaki ayrıntılı irdelemeler başka bir yazımızda yapılmıştır (Fişek A.G.: 2007). Biz bu yazıda yalnızca sosyal yardımlar çerçevesi ile sınırlı kalacağız.
Ülkemizde sosyal güvenlik sorununun en temel belirleyicileri arasında, işsizlik ve kayıt dışı istihdam yer almaktadır. Çünkü her kisi de kişileri sosyal sigortalar kapsamının dışına itmektedir. Bu durumda sosyal yardımların devreye girmesi kaçınılmaz olmaktadır. Halbuki, çağdaş sosyal güvenlik düzeninde, sosyal yardımlar yalnızca boşluk dolduran ve en aza indirilmesi gereken desteklerdir.
Sosyal yardımın, yaygınlık ve süreklilik kazanması bir toplum için en büyük tehlikelerden biridir. Çünkü, çalışmadan yaşamını sürdürebilme olanağı, insanları tembelliğe ve bağımlılığa iter. En az gelirle yaşayabilmek için, içe kapanmayı (sosyal ilişkilerini en aza indirmeyi) getirir. Yine sosyal yardımlar, ailenin ve çocuklarının, gelişme ve yükselme umutlarını sıfırlayacağından, eğitimde, sağlıkta, çalışma yaşamında en az ile yetinmeyi körükler.
Buna karşın, AKP’nin sosyal yapının güçlendirilmesi programında, en geniş yeri, sosyal yardım ve sosyal hizmetler tutmaktadır. Bu çalışmaların kapsamına, genel olarak risk altında olan ve sosyal sigorta sisteminin dışına düşen kişiler girmektedir.
Sosyal yardımlar, AKP programında da belirtildiği gibi, “ihtiyaç içindekilere (ya da muhtaçlara)” ulaştırılan yardımlardır. Bu ise, sosyal güvenliğin tarihsel sürecinde, sakıncaları ortaya konmuş ve özellikle insan onuruyla bağdaştırmakta zorlanılan bir hizmet biçimidir. Ancak görülen odur ki, AKP iktidarı ile birlikte, sosyal yardımlarda olağanüstü bir genişleme sağlanmış ve bu alanda sağlanan Dünya Bankası kredileri ile karşılıksız yardımlardan yararlanan önemli bir nüfus ortaya çıkmıştır.
AKP Seçim Beyannamesi ve 60.Hükumet programında, değişik terimlerle ortaya konulan bu yardıma muhtaç kesim, sosyal yardım bağımlısı bir konuma itilmiştir.
Yardıma muhtaç olanlara ilişkin nitelemeler:
- Nüfusun en düşük gelirli yüzde 6’lık kesimi
- İhtiyacı olan ya da ihtiyaç sahibi
- Yoksul öğrenci
- Dar gelirli .
Beyannamede değinilen ve yardıma muhtaç olanlar için öngörülen, yardım ve destekler şöyle sıralanabilir :
- Çocuklarını düzenli olarak okula göndermeleri şartıyla annelere her ay eğitim yardımı,
- Öğrenimini sürdüren kız çocuklarına ve orta-öğrenimini sürdürenlere eğitim yardımı,
- İlköğretim ve orta-öğretimde okuyan çocuklara kırtasiye, önlük gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması,
- Taşımalı eğitim uygulaması kapsamında okullara taşınanlardan yoksullara öğle yemeği, özürlülere ücretsiz taşıma,
- Okul çağı öncesindeki çocuklarının düzenli sağlık kontrollerini yaptırmaları şartıyla her ay doğrudan annelere sağlık yardımı,
- Yaşlı-malul ve sakat aylıkları,
- Yeşil kart harcamaları,
- Bedelsiz kömür dağıtımı,
- Vatandaşların acil ihtiyaçlarını yerinde karşılamak için aylık periyodik yardımlar.
AKP hükumetinin, artışından ötürü övündüğü sosyal harcamaların ağırlığını, bu sosyal yardımlar oluşturmaktadır. Zaten AKP Seçim Bildirgesi ve 60.Hükumet Programı’nda, “sosyal devlet”in anıldığı satırlar, çoğunlukla, “sosyal yardım”lardan söz edildiği bölümlerdir. Bu Hükumet’in sosyal politika yaklaşımını sosyal yardımların oluşturduğunu göstermektedir.
Bu saptamamızı, Seçim Beyannamesi’nin 91.sayfasından yaptığımız bir başka alıntı ile destekleyelim : “Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı devletimizin ‘Sosyal Devlet’ olma ilkesi ve toplumumuzda sosyal adaletin gerçekleştirilmesi hedefine öncelik vermektedir. Bu çerçevede bütün sosyal yardım ve destekleri vatandaşlarımızın hakkı ve devletin de görevi olarak kabul etmektedir.”
Hükumet, sosyal sigortalar sistemimizde kara deliklerden söz ederken, sosyal yardımların hızlı artışı ile övünç duymaktadır. Beyanname’nin yine 91.sayfasında, bu olgu rakamlarla anlatılmaktadır : “Değişik bakanlıklarımızca vatandaşlarımıza ulaştırılan sosyal yardımların miktarı 2002 yılında 1,4 milyar YTL iken Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde hızla artırılmış ve 2006 yılında 5,7 milyar YTL’ye ulaşmıştır. 2003-2006 döneminde toplam olarak 14,8 milyar YTL sosyal yardım harcaması yapılmıştır. Böylece sosyal yardımların milli gelire oranı yüzde 0,45’ten yüzde 1,05’e çıkmıştır.”
Seçim Beyannamesi’nde, “insanımızı yardıma muhtaç durumdan kurtararak, kendi alın teri ile geçinen bireyler haline getirmek” bir hedef olarak konulmaktadır. Kırsal alanda sosyal destek projeleri bulunduğundan söz edilmektedir. Buna karşın, sosyal yardımların gitgide daha büyük miktarlara ulaşması, bu konuda yeterli başarının sağlanamadığını ortaya koymaktadır.
Aynı dönemde, çeşitli ülkelerde, Dünya Bankası tarafından, yoksulluğu azaltma projelerinin uygulamaya konulmuş olması dikkat çekicidir. Dünya Bankası, Türkiye’de “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu”, Brezilya’da “Acil Toplumsal İhtiyaçlar Fonu”, Hindistan’da “Ulusal Yenilenme Fonu”, Bolivya’da “Acil Sosyal Fonu” gibi kuruluşlar aracılığıyla, yapısal reformların “tamamlayıcı” bir parçası olarak yoksulluğu azaltma projelerini ortaya koymuştur. Çoğu programın, ekonomik krizi izleyen sosyal patlamaları önleme gerekçesiyle uygulamaya konulmuş olması da dikkat çekicidir. Çünkü, korkulan, örgütlü, siyasal başkaldırılar değil; anlık, tepkisel ve en önemlisi özel mülkiyeti yani “varsıl” olanın malvarlığını tehdit eden hareketlerdir. (Zabcı, 2003)
Bu örnekler, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sosyal politikasının temelini oluşturan sosyal yardımların, diğer bir deyimle yoksulluğun azaltılması projesinin, ithal malı bir reçete olduğunu ortaya koymaktadır.
AKP sosyal politikasının bir devenin iki hörgücüne benzediğini söylemiştik :
- Küreselleşmenin dayatmalarına boyun eğmek (“Bağımsızlık” kavramının unutulması; eğitimde ve sağlıkta özel kesimin güçlendirilmesi; sağlıkta hastaneciliğin baş-tacı edilmesi, çalışma yaşamında esnekliğin geliştirilmesi; sosyal güvenliğin bireysel emekliliğin yedeğine alınması; sosyal güvenlik fonlarının piyasa araçları olarak algılanması),
- Sosyal yardımları çoğaltmak (Dünya Bankası’ndan ve alınan kredilerle ya da diğer uluslararası kuruluşlardan değişik adlar altında bireylere, merkezi hükumet ve yerel yönetimlerce çalışmama karşılığında para, kömür, erzak vb. dağıtma; kişi-şirketlerden “sosyal sorumluluk” ya da “hayır yapma” amacıyla toplanan “lütuf”ların gereksinme içinde olanlara dağıtılması ).
Her ikisi de halkı daha çok yoksullaştırmaya, daha çok umutsuzluğa ve daha çok bağımlılığa itmektedir.
TÜİK ve Merkez Bankası tarafından birlikte yapılan, Tüketici Eğilim Anketleri’nin ortaya koyduğu, kısa ve uzun erimli tüketici umutsuzluğu bunun en belirgin kanıtıdır (TÜİK-MB, 2007).
Karakter özellikleri ve bir kurban motifi oluşuyla AKP’ye pek uygun düşen deve simgesinin yerine, Anadolu insanına daha uygun düşen dağ keçisini düşünmekte yarar vardır. Mücadeleci, gözü yükseklerde, bağımsızlığına düşkün bir hayvanla simgelenebilecek bir sosyal politika arayışı, bize daha çok yakışır (Fişek Enstitüsü, 2003).
Türkiye’de 1980 sonrası ivme kazanan, eğitim-sağlık-sosyal güvenliğin özelleştirilmesi politikası, işte bu küresel gelişimin bir uzantısı ve izleyicisidir. Bu süreç, 1980’den bu yana, zaman zaman iniş çıkışlarla da olsa, ustalaşarak sürmüştür. Ama bunu başarma (daha doğrusu bitirme) olanağı, AKP iktidarı kadar hiçbir iktidara sunulmamıştır. Yolundaki tüm taşların (rakiplerin) ayıklandığı ve toplumun işsizlikle korkutulduğu bir ortamda, AKP iktidarı, bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaktadır. Bir yandan bu fırsatı değerlendirerek sosyal kurumları çökertirken, öte yandan Osmanlı’nın devamı olma misyonunun gereklerini yerine getirmeye çalışmaktadır.
Para basma, yerini, dış borçlanmaya bırakmıştır. Bu süreçte, AKP’nin en büyük destekçisi, işsizlikten korkmuş; sosyal yardımlarla beslenen ve denize düşenin sarıldığı sosyal yardım “dal”ını bırakmak istemeyen, “bir işi olmayan”lar ve aileleridir.
Sosyal yardım o kadar yaygın ve koşullu sunulmaktadır ki, toplumun bir kesimi bunun bağımlısı olmuştur. En büyük korkusu, bunun kesilmesidir. Bu bağımlılık ilişkisi, Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Vakfı, Yeşil Kart ve Yoksulluğun Azaltılması Projelerinin mimarı Dünya Bankası tarafından ustaca planlanmış ve uygulanmıştır. Böyle dış kaynaklı reçetelere “itaat” edenlere “itaat” eden geniş bir kitle yaratılmıştır.
Yaygın ve koşullu sosyal yardım bağımlıları ve ekonomik dalgalanmadan korkan “çıkar” eksenli düşünen geniş “itaatkar” yığınının yönlendirdiği ve her türlü örgütlenmenin ezildiği, bir ortamda, ulusal çıkarlardan ve demokrasiden söz etmeye olanak yoktur.
Bağımsız, onurlu bir siyasal politikanın uzantısı olarak; külfetleri de nimetleri de paylaşmayı hedefleyen bir sosyal politika, Türkiye’yi, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki saygın konumuna oturtacaktır. Bu saygınlığın temel belirleyicilerinin hiç unutulmaması gerekir. Bunlardan ilki, en güçlüler karşısında bile bağımsız ve mücadeleye hazır olmak; ikincisi her şeyi toplumla birlikte yapmak; üçüncüsü de günübirlik çözümlerle yetinmek yerine öngörü sahibi olmaktır.
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği’nin yayın organı Sosyal Hizmet için 08.05.2008’de yazılan yazı
KAYNAKLAR:
- Adalet ve Kalkınma Partisi Seçim Beyannamesi, 2007 www.akparti.org.tr/secimbeyannamesi.asp
- 60.Hükumet Programı, 2007 www.tbbm.gov.tr
- A.G.Fişek (2007) : “SİVİL (!)” İTAATKARLAR (ya da AKP’nin Sosyal Politikasının Çıkmazları) www.fisek.org/sosyalpolitika)
- Fişek A.G. (2005) : “Küreselleşmenin Yakıtı : Beyin Göçü” Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı 81 Temmuz Ağustos 2005.
- Fişek Enstitüsü (2003) : Beyin Göçünden Beyin Gücüne, www.dagkecisi.com
- Türkiye İstatistik Kurumu – Merkez Bankası (2007) : Tüketici Eğilim Anketi www.tcmb.gov.tr/tuketanket/tuketicimainyeni.html
- Zabcı, Filiz Çulha (2003) : “Sosyal Riski Azaltma Projesi : Yoksulluğu Azaltmak mı, Zengini Yoksuldan Korumak mı?” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı : 58-1, Ocak-Mart 2003.
İlk Yayın : “İyilik Kavramının Toplumsal Boyutu”, Sosyal Hizmet (Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Yayını) 2008 Ankara.