İşyeri Hekimliği ve Hekimlerin Meslek Örgütü

HEDEF

Türkiye’de işçi sağlığına yönelik ilginin gelişmesinde Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) her zaman ayrı ve özgün bir yeri olmuştur.

Hiç kuşkusuz bu yönelişte, hekimlerin konuya ilgisinin payı belirleyicidir. Ülke ölçüsünde sosyal politikaları etkileyen girişimlerde hekimlerin ağırlıklı rol alması, yalnızca ülkemizde olmamıştır.

Büyük Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkışından sonra İngiliz halkı, kırsal alandan kentlere yoğun olarak göç etti ve vahşice sömürüldü. Ülkenin geleceğini tehlikeye sokacak ölçüde kuşaklar hırpalandı. Beslenme yetersizlikleri, gelişme bozuklukları, bulaşıcı hastalıklar ve meslek hastalıkları, bu vahşi kapitalizmin bıraktığı ayak izleri oldu. Ayak izlerinin belgelenmesinde ve sergilenmesinde hekimlerin önemli payı oldu. Bu izler bugün de insan belleğinden silinmemiştir. Uluslararası planda, işçilere yönelik bir çok insan haklan girişiminde bunların etkisi hissedilir.

Toplumdaki sağlıksızlığa kayıtsız kalamayan bazı değerli İngiliz bilim insanları, araştırmalarla yayınlarla ve parlamento düzeyindeki girişimleri ile önce çocuk işçiler için, sonra kadın işçiler için yasalar çıkarttırmayı başardılar. Yine bu değerli insanlarla, onlara yandaş olanlar 19. yüzyılın ilk yarısında, İngiltere’de fabrikalarda hekim bulundurulması zorunluluğunu getirdiler.

Ülkemizde, ilk zorunlu işyeri hekimi istihdamı madenlerde gerçekleşmiştir (1869). Ülke ölçüsünde
İşyerlerinde hekim bulundurma zorunluluğu ise İngiltere’den 100 yıl sonra 1930’da sağlanabilmiştir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (Um-HıfK) Madde Î80 ile “Devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran bütün iş sahipleri, işçilerinin sıhhi ahvaline bakmak üzere, bir veya müteaddit tabibin sıhhi murakabesini temine ve hastalarını tedaviye mecburdur. Büyük müessesatta veya kaza ihtimali çok işlerde tabip daimi olarak iş mahallerinde yahut civarında bulunur. (….)” hükmü getirilmiştir.Bu tarihte, Türkiye’de tüm işyerlerini kapsayan bir iş yasası yoktu. Um-HıfK’nun önemi, 7 yıl boyunca, çalışma yaşamına da yön vermesidir. 1937’yi izleyen yıllarda da, çalışma yaşamında ağırlığını korumuştur.

Bu yasayla hekimlere verilen koruyucu hizmet görevlerinin, 1950 yılında Hastalık Sigortası Kanunu’nun çıkışıyla birlikte, ortadan kaldırıldığı sanılmıştır (1). Bu sanının yaygınca desteklenmesi, uzun yıllar işyerinde hekimlik yapanların da yalnızca tedavi hizmetleri ile ilgilenmesine neden olmuştur.

işyeri hekimlerini tedavi edici hizmetlere hapsetmeyi kazanç sayan çevrelerin oyunu, 1978 sonrası Çalışma Bakanlığı’nda yürütülen çalışmalar (örneğin işçi sağlığı iş güvenliği denetiminin etkinleştirilmesi. Ulusal Düzeyde İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurulu vb.) ve 4.7.1980 yılında çıkarılan “İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri Hk. Yönetmelik” ile bozulmuştur. Bütün bu girişimlerde. Çatışma Bakanlığı’nda görevli ve yıllarını işçi sağlığı alanına vermiş hekimlerin çabaları başat bir rol oynamıştır, işyeri hekimlerine İlişkin olarak çıkarılan bu yönetmelik de uzun yıllar gözlerden saklanmaya çalışılmış ve raflarda tozlandırılmıştır.

Bu saklambaç oyununu bozan da Türk Tabipleri Birliği olmuştur. 28.6.1987’de aldığı Kongre Karan ve bunu izleyen etkinlikleri ile TTB, konuyu getirip sağlık ve çalışma kamuoylarının önüne koymuştur.

Kongre’den bir gün önce, 3. toplantısını yapan İşçi Sağlığı Kolu’nca hazırlanan karar gerekçesinde şöyle denmektedir:
“İşçilerin işyerinden kaynaklanan çeşitli etmenler dolayısıyla kazaya uğramaları ve hastalanmaları; varolan hastalıklarının ilerlemesi hekimlerin ve bu sağlık zararları ile ilgilenen bir grup uzmanın ana ilgi alanlarından biri haline gelmiştir. Özellikle sanayileşmenin hızlandığı günümüzde, işçi sağlığı, tıpta bir uzmanlık dalı olarak benimsenmiştir.

İşçi sağlığı ile ilgilenen hekimler arasında, hiç kuşkusuz, en zor görev işyeri hekimlerine düşmektedir. Gerek işçilerin çalışma koşullarını daha yakından tanıyabilme olanakları ve gerekse işçilerin sağlık durumlarını bilmeleri, onları, çok özel bir konuma getirmektedir. Hekim, hem çalıştığı işyerindeki bir çok görevliden çok daha ehliyetle konuya sahip çıkabilir; hem de diğer meslektaşlarına, bu hastanın ya da yaralının tedavisinde yol gösterici olabilir.

İşte bu çok özel konum, hekimlerin işçi sağlığı konusunda bilgili olmaları ile pekiştirilebilecektir. Aksi ise, hekimlerin, hem bu özel konumlarını yitirmelerine ve hem de meslek saygınlığının zedelenmesi sonucunu doğuracaktır. (…)

Odaların, (…) hem üyelerine yeni iş alanları açmak ve hem de mevcut işlerin adilane dağılımını sağlamak üzere etkinliklerini arttırmaları da bir zorunluluktur.’

Bu gerekçelerle Türk Tabipleri Birliği 35. Kongresi’ne sunulan ve oybirliğiyle kabul edilen “Karar” ise şöyleydi: ‘Odaların, işyeri hekimi atamasında yasal görevlerini iyi bir şekilde yapabilmesi için, yasa gereği hekim bulundurma zorunda olan işyerlerini saptaması, izlemesi ve işyerlerine “İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartlan, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik” gereğince “İş Hekimliği Sertifikası” konusunda, odalara yardımcı olmak üzere Merkez Konseyi kurslar düzenlemelidir.”

TTB yine 1988 yılında düzenlediği II. Ulusal işçi Sağlığı Kongresi (4-7 Nisan 1988, Ankara) ile de Kongre Karan’nı kamuoyuna duyurma ve onun desteğini isteme olanağını bulmuştur(2). Türk Tabipleri Birliği’nin o tarihteki Başkanı Prof. Dr. Nusret H. Fişek, TMMOB tarafından düzenlenen “İnsan-Makine ilişkisi Sempozyumumda (16.11.1987, Bursa) yaptığı konuşmada, şöyle diyordu:
“Yabancı ülkelerde Halk Sağlığı Fakülteleri, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda araştırmalar yapan ve personel yetiştiren kurumlardır. Ülkemizde üniversitelere yön vermek üzere kurulan YÖK, dünyada her gelişmiş üniversitede Halk Sağlığı Fakültesi bulunmasına karşın, Türkiye’de hiç bir üniversitede bu konuyu bilimsel yönden ele alacak ve personel yetiştirecek bir kurumu, ilgililerin ısrarına rağmen, açmamıştır. Türk Tabipleri Birliği bu açığı kapamak için çalışmalara başlamış ve işçi sağlığı konusunda en yetkili altı hekimimizden oluşan bir kurul kurmuştur. Kurul ele alınacak ilk sorunun işyeri hekimlerinin eğitilmesi olduğunu gözönüne alarak bir eğitim programı hazırlamıştır. Tabip Odaları’nın işyerlerine atanacak hekimleri seçme yetkisi vardır. Merkez Konseyimiz bu yetkiden yararlanarak Kurulun hazırladığı programını aşamalı
olarak uygulanmasına karar vermiştir.”

II. Ulusal işçi Sağlığı Kongresi’nin açılış konuşmasında ise şöyle diyordu:
“Bu Kongre’yi Türk Tabipleri Birliği düzenlemiş olabilir. Ama şu bilinmelidir ki, biz bu Kongre’yi, yalnızca bizim çabamızın değil, kolektif bir çabanın ürünü olarak görüyoruz. Bu kolektif çaba, ülkemizde işçi sağlığı iş güvenliği konularına ne denli ilgi duyulduğunu da göstermiştir. Biz, gizli kalmış potansiyelin su yüzüne çıkmasını ve Kongre boyunca bu alandaki işbirliğinin gelişmesini amaçladık. Eldeki göstergelere bakarak, bunun başarıldığı anlaşılmaktadır.

Bildiğiniz gibi, Türk Tabipleri Birliği, Anayasamızın merkezi ve yerel yönetim yanında kurduğu özerk kamu kuruluşlarından biridir. TTB yasası bize, hem hekimlerin haklarının korunmasını; hem hekimliğin kamu ve kişi yararına uygulanması ve geliştirilmesini sağlamak görevini vermiştir. Bizim işçi sağlığı ve işyeri hekimliği ile ilgilenmemizin nedeni budur. “(3)

Bu kongre de, tıpkı I. Ulusal işçi Sağlığı Kongresi’nde (19-21 Ekim 1978, İstanbul) olduğu gibi, yaygın katılım ve coşkuyla gerçekleştirilmiştir. Sendikaların, bilim insanlarının ve tabip odalarının desteği, uygulamaya konulan “iş hekimliği sertifika programı” ile buna bağlı eylem zincirinin de benimsenmesinde etkili olmuştur.

TTB’nin “İş Hekimliği Eylem Planı” yıllardır varolan bir kaç hükme dayanıyordu. Bunlar,

  • TTB Yasası Madde 5 ve 28
  • 7.5.1987 tarih ve 3359 sayılı “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun sürekli eğitimle ilgili hükümleri
  • İşyeri Hekimlerinin Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik (IşyHekYön.) Madde 4 ve 6.

İşyHekYön., işyeri hekimini, iş hekimliği alanında bilgi ve beceri sahibi hekim olarak tanımlıyordu (Madde 3). Ama İşyerlerine baktığımızda, bu niteliğe uyan ancak bir kaç hekimle karşılanabiliyordu. O tarihte, ancak 2-3 Tıp Fakültesi’nde, 6-7 yıllık tıp eğitimi boyunca, en çok 8 saat iş sağlığı dersleri okutuluyordu. Bu alanda, lisansüstü çalışma yapan hekim sayısı ise 1’di.

O zaman şu soru akla geliyordu? İş hekimliğini bilmeyen işyeri hekimleri, bugüne değin, işyerinde ne yapıyorlardı? Bir kez, iş hekimliğini bilir görünüyorlardı. En tehlikelisi buydu; çünkü Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’ne göre bir meslek ahlak kuralı çiğneniyor insanlar aldatılıyordu. Bu tüzüğü izlemekle görevli olan TTB’nin buna kayıtsız kalması da suçtu.

İkincisi, iş hekimliğini bilmeyen hekimler, asıl görevlerini bırakıp, zorunlu olmadıkları tedavi hizmeti görevlerine yöneliyorlar ve yalnızca bununla ilgileniyorlardı. Bu da çok önemli bir mesleki hatayı beraberinde getiriyordu; işçilere yönelik koruyucu sağlık hizmetleri örgütlenmediği için, meslek hastalıktan önlenemiyor ve gözden kaçırılıyordu. Bunun yanında, iş kazalarına, kronik hastaların, yaşlıların, sakatların, kadınların ve çalışan çocukların korunmasına ilişkin çalışmalar unutuluyordu.

Üçüncüsü, iş hekimliği ile uğraşmayan işyeri hekimleri, görev alanlarını daraltarak, hem kendi özlük haklarını zedeliyorlar; hem de, meslektaştan için yeni yeni iş alanları açılmasını önlüyorlardı. 1988 öncesi yapılan çeşitli araştırmalarda, 25 işyerinin aynı anda işyeri hekimliğini yapan hekimler saptanmıştır. Bu 25 işyerinden alınan küçük küçük ücretler, ancak bir tek işyerinin hekimliğinden alınacak ücrete eşdeğerdi. Ama işyerlerinden alınacak en az ücretler konusunda bir standart yoktu; işyeri hekimleri İçin, kurumlarla anlaşma yapacak hekimler için konulan “asgari sözleşme ücreti” bir ölçüt olarak kullanılmaya çalışılıyordu.

İşyeri hekimliği bir ek işti. Onun için de tabip odalarından, TTB Kanunu Madde 4 gereği izin alınarak yapılması gerekiyordu. Gerçekten de hekimler bu izin için tabip odasına başvuruyorlardı; çünkü, SSK. ilaç yazma yetkisi vermek için böylesi bir yazı tekliyordu. Ancak tabip odaları bu izni verirken hiçbir denetim uygulamıyor; hatta bu konudaki kayıtlan da düzgün tutmuyorlardı. Tabip odaları, bu konudaki potansiyel güçlerinin farında değildi; üyeleri de, tabip oda-arından bir şey beklemiyordu. Görünürde bir denge vardı; ama bu denge olumsuzluklar üzerine kurulmuştu.

TTB’nin 35. Kongresi’nde (1987) alınan karar, getirisi yeterince bilinemeden; ama, bir umut ve iyi niyetli bir çıkış olarak değerlendirildi. Bu karar 2 önemli sonuç getiriyordu:

  1. Bundan böyle tabip odaları, kendilerine başvurarak işyeri hekimi olmak için izin isteyen hekimlerin kayıtlarını düzenli olarak tutacaklardı.
  2. . Bu hekimlerden, işyeri hekimliği yapmaya elverişli olduğunun ölçütü olan en azından bir “İş Hekimliği Sertifikası” istenecekti.

O tarihte, “İş Hekimliği Sertifikası” veren, üniversiteler de içinde olmak üzere hiçbir kurum yoktu. İşyHekYön’e koymuş olmasına ve aradan 8 yıl geçmiş olmasına karşın Çalışma Bakanlığı da böyle bir sertifika programı oluşturmamıştı. Bu alanda, lisans üstü çalışmalar yapan ve kendisini bu alanda kabul ettiren kişi sayısı da, ülke çapında 6-7’yi geçmiyordu.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, bu eksiği gidermek üzere, alanındaki en yetkin kişilerin yeraldığı İşçi Sağlığı Kolu’nun kesin söz ve karar sahibi olduğu bir kurs başlattı.İş hekimliği sertifika kursunun ilk aşaması 36 saatlik bir programdı ve her yıl gerçekleştirilecek 4 saatlik “sürekli eğitim konferansları” ile bu süre arttırılacaktı.

Türk Tabipleri Birliği işçi Sağlığı Kolu’nun, kesin söz ve karar sahibi olduğu konu, yalnızca eğitim programlan değildi. TTB Merkez Konseyi’nin, iş hekimliği alanındaki politika, strateji ve uygulamaları konusunda da tartışmasız bir otoritesi vardı.

Üzerinde ısrarla durduğumuz bu saygınlık ve gücün, elde edilen başarıda çok önemli bir payı olmuştur. Herşeyden önce bilimsel titizlikle, uygulamanın usanmaz ödün istekleri, önemli ölçüde frenlenebilmişti. Ancak bütün bilimselliği ve ülkü İçin atılan adımlara karşın, yapılanlar, daha sonraki yıllardaki bozulmanın da tohumlarını İçinde taşıyordu.

Sözgelimi, kursların ücretli olarak yapılması gibi. Ülke çapında ve hızlı tempoda yürütülecek bir programda, eğitimcilerin en az yorucu yolla illere ulaştırılması ve dinlenmelerinin sağlanması; gelir sağlanan bir etkinlikte emeklerinin karşılığı olmasa bile ona yakışan bir ders ücreti ödenmesi gerekliydi. Küçük bir üye grubu için yapılacak çalışmada, örgütün, tüm üyeleri için ayrılan fonlarının kullanılması da haksızlıktı. Bunun için, işçi sağlığı kolu çalışmaları için kurs gelirlerinden oluşan ayrı bir fon oluşturuldu ve Merkez Konseyi, İlk iki yıl boyunca Kol’dan izin almadan, ayrı bir hesapta tutulan fonu hiçbir zaman kullanmadı.

İş Hekimliği Sertifika Kursları’nın ilki İstanbul’da, çağrılı 60 hekimden 38’inin katılımı ile başladı, İstanbul Tabip Odası’nın düzenleme konusundaki titizliği, katılımcıların devamını izleme konusundaki özeni ve İşçi Sağlığı Kolu’nun eğitim kalitesine yönelik “mükemmelliyetçi” yaklaşımı en zor engelin aşılmasını sağladı, İstanbul’daki kursu 4 ay sonra Eskişehir izledi. Bu ön uygulamalardan sonra, tabip odalarının ve hekimlerin istemleri, uygulamanın yaygınlaştırılması için önemli bir itici güç oluşturdu. Bir genelge ile uygulama, tüm tabip odalarım kapsayacak biçimde yaygınlaştırıldı. 1990 ilkbaharında kurs düzenlenen oda sayısı 17’yi
bulmuştu. Ülkenin dört bir yanında, tek bir merkezden yönlendirilen programlar ve gönderilen eğitmenlerle, sunuşların belirli bir kalite düzeyinde tutulması sağlanmaya çalışıldı.

İş Hekimliği Sertifika Kursları’nın bu denli yaygınlaşmasında ve tutulmasındaki etmenlerin başında, tabip odalarının uygulamaya ağırlıklarını koymaları geliyordu. Bölgelerindeki işyerlerinin saptanması, hekim bulundurmayan işyerlerine yönelik yasal işlemlere kadar varan uygulamalara yönelinmesi ve hekimlerin işe yerleştirilmelerinde gösterilen başarı, umut verici olmuştu.

“1988’in ilk aylarında başlatılan İş Hekimliği Sertifika Kursu Uygulaması, çok kısa sürede köklenmiş ve filizlerini vermeye başlamıştır. Bunda, doğru ve gerçekçi politikalar izlenmiş olmasının ve atılımların tam zamanında yapılmış olmasının önemli payı vardır.

1990 sonbaharında da, TTB, işçi sağlığı etkinlikleri yönünden, yoğun bir atılım zorunluluğu ile karşı karşıyaydı. Sertifikalı hekim sayısı 4400’ü bulmuştu. Bazı tabip odaları, işyeri hekimlerine yönelik hizmetler bakımından beklenen örgütlülüğe yaklaşmıştı. Çeşitli odalar arasındaki farklı uygulamaları gidermek ve ülke çapında örgütlülüğü arttırmak için, varolan “eşgüdüm-iletişim görevlilerinin sayısını ve odaları ziyaret sıklıklarını arttırmak zorunluydu.

Öte yandan İşyeri hekimliği, yalnızca steteskopla yapılabilecek bir görev değildir. Çalışılan işyerinin özelliklerine göre, kanda kurşun analizinden, odyometrik testlere; akciğer fonksiyon testlerinden, havada toz ve buhar ölçümlerine kadar çeşitli destek hizmetlerine gerek gösterir, işyeri hekimlerinin, yasalarca öngörülen görevlerini yapabilmeleri için, işverenlerin, yine yasalarla belirlenmiş, yukarıda saydığımız hizmetleri vb. satın almaları gerekir. İşte, en azından, yalnızca bu neden, işyeri hekimlerinin görevlerini yapabilmeleri ve tabip odalarının da işyeri üzerindeki ağırlıklarını arttırabilmeleri için, “destek hizmetteri’nin (mobil-ünit uygulamasının), TTB tarafından geliştirilmesi kaçınılmazdı. Bu girişim, aynı zamanda, önemli ve yeni bir gelir kaynağı oluşturuyordu.

Bu adımlar, ertelenemez ve vazgeçilemez bir konumdaydı. Bunları bir kenara koyup, kurs isteyen 21 tabip odasının istemleri karşılansaydı, sertifikalı hekim sayısı 4400’den, 80O0’e çıkacaktı. Şu anda gücümüz ve olanaklarımızla, 4400 sertifikalı hekimi işe yerleştirmeye, işlemlerini yürütmeye, yakınmalarını ve sorunlarını çözümlemeye, iş güvencelerini sağlamaya, odalarda giderek artan yalnızca bu alanda çalışan profesyonel görevliler gereksinmesini karşılamaya ve tıkanıklıklarını aşmaya çalışıyoruz. Bu sayı, önlemler alınmaksızın, iki katına çıktığında, yukarıdaki istemlere yanıt verebilmek olanaksız olacaktır.

Yeni kurslar açılmasının ve yeni sertifikalı hekimler yetiştirilmesinin önkoşulu, eşgüdüm-iletişim görevlilerinin etkinleşmesi, odalardaki işyeri hekimliği kollarının daha da işler hale getirilmesi ve yaygın mobil-ünit ağının gerçekleştirilmesiydi.”(4)

Hekimler, ufukta görülen İşsizliğe, sürgünlere ve iş güvencesindeki yetersizliklere karşı, meslek örgütünün, işyeri hekimliği uygulamasıyla, yeni iş alanı açması ve burada belirleyici bir rol kazanmasından coşku duyuyordu.

işte bu coşku ve yöneliş, iş hekimliği programlarının artan çekim gücü bir tehlikeyi beraberinde getiriyordu.

Türkiye’de tüm hekimlerin istihdam ve güvence sorunlarının çözümünü tek bir iş alanına tek bir programa bağlamaya olanak yoktu. Aşırı yüklenme, bu programların çöküşüne neden olabilirdi. Bu tehlikeyi gören İşçi Sağlığı Kolu, “Spor Hekimliği Sertifika” ve “Sağlık Personelinin Sağlığı (SPS)” Programlarını başlatırken; Merkez Konseyi de Sürücü Kursu Hekimliği Sertifika Programını başlattı. Her üç program da, üzerinde çalışıldığı ölçüde umut veren çalışmalardı (5,6).

Özellikle işyeri hekimlerinin yoğun olarak çalıştırıldığı, büyük sanayi kuruluşlarını barındıran büyük kentlerin tabip odaları, uygulamada önemli adımlar atmışlar ve bir sistemi oturtmaya çalışmışlardır.(7) Buldukları işyeri hekimliklerini onaylatmak üzere, tabip odasına gelen hekimlerin yerini, odada oluşturulan listelerden kendilerine iş önerilen hekimler almaya başlamıştı. Özellikle sertifika almış hekimlerin görevlendirilmelerinde, adaletli iş dağılımının yapılmasına özen gösterilmesi; TTB Yasası’nın öngördüğü ama o güne değin gerçekleştirilemeyen bir olaydı. Bu konuda. Kongre Karan ile kesinleştirilen bir Yönetmelikle, nesnel koşulları sergileyen bir düzenleme getirilmiştir.

Yine hekimlerin sürekli eğitimi, hep konuşulan ama, uygulamaya geçirilemeyen (ya da çok küçük gruplar için gerçekleştirilen) bir konuydu, iş Hekimliği Programları, ilk kez. ülke çapına yayılmış olarak sürekli eğitim çalışmasının da meslek örgütü eliyle gerçekleşme modelini ortaya koymuştur. Bunlardan başka, bugün yaygınca tartışılan “iş güvencesi” sorunu da bu çerçeve içinde ele alınmıştır. Görevine haksız son verildiği kanısına varılan hekimin yerine atama yapılmayarak, işveren üzerinde zorlayıcılık ve caydırıcılık meydana getirilmesi de, ilk kez gerçekleştirilmiştir.

Bu çalışmaların getirdiği önemli sonuçlardan biri de kendisini yayın alanında göstermiştir. Kurslara katılanlara dağıtılan kitaplar, yalnızca bu çalışma dolayısıyla üretilen materyaller olup; Türkiye’de, işçi sağlığı İş güvenliği alanındaki önemli bir açığı doldurmuştur. O güne değin, sınırlı bir kesime ulaşan bir kaç kitaptan sözedilebiliyordu. TTB’nin bu alandaki yayınları, sözel sunumların kolaylaştırıcı etkisi ile de yaygın bir kullanıma kavuşmuştur.

Yine ilk kez gerçekleştirilenlerden biri, işyeri hekiminin işyerlerinden alması gereken en az ücretin, harcadığı emekle orantılandırılması oldu. İşyHekYön., işyeri hekiminin koruyucu hekimlik görevleri için İşçi başına en az ayda 15 dakika harcamasını öngörüyordu. 50 işçilik dilimler halinde işyeri hekimlerine farklı en az ücret getirilmiştir. Böylece işyerinde tam gün görev yapması gereken hekimle, 60 işçinin çalıştığı ve ayda 15 saat kalması gereken hekim arasında, en az ücret yönünden farklılık ortaya konulmuştur.

Geçen süre göstermiştir ki, en az ücretle, işyerinde harcanması gereken zaman arasında kurulan bu bağlantı hakçadır ve işverenlerin çoğu tarafından da olumlu karşılanmaktadır. Sorun çıkan işyerlerinin çoğunda, işyeri hekimlerinin yasal olarak kalmaları gereken süreden daha az kaldıkları halde, ücreti aynen almak istedikleri görülmüştür.

Ancak bütün bunlar işyeri hekimlerinin görünen sorunlarının su yüzüne çıkanlarıydı. Görevini bilimsel titizlik ve insancıllık ilkeleri ile yürütmeye çalışan işyeri hekimlerinin önündeki temel sorun çok daha derinlerdeydi.

Olmazsa olmaz koşullar gerçekleştikçe, bu temel sorun da ortaya çıkmaya başlamıştı.İşyeri hekimlerinin, İşyHekYön.’de ILO Sözleşme ve Tavsiye Kararları’nda gösterilen ödevlerini yerine getirebilmeleri İçin, önce bir ekibe gereksinmeleri vardır. Çünkü bu konuda her-şeyi bilmelerine, her köşeye yetişebilmelerine olanak yoktur, ikinci olarak da, bu ekip çalışmasına destek olacak bir laboratuvar vb. hizmetlerine gereksinme vardır, işyerindeki gürültünün haritası çıkarılması; gaz, toz, duman yoğunluklarının ölçülmesi vs. hem bir yasal zorunluluk ve hem de hizmetin bir gereğidir. Ancak bu pahalı araç-gereçleri, bunları kullanacak yetişmiş insangücünü tüm işyerlerinin bulundurulması anlamsızdır. Onun İçin de. işyeri dışından verilecek bir “destek hizmeti’ne gerek vardır.

Bu destek hizmetini sağlayamayan işyeri hekimi görevlerini tam olarak yapamaz. Bu destek hizmetini sağlayamayan işveren ise, iş Yasa-sı’nın öngördüğü yükümlülüklerini yerine getiremediği için, işçilerin işten uzak kalması, verimsiz olması yanında ceza vb. kayıplara uğrar.

Böylesi bir destek hizmetinin TTB tarafından gerçekleştirilmesi de hem meslek örgütünün ve hem de işyeri hekiminin işyerindeki konumunu yükseltecektir. Ayrıca verilecek destek hizmetinin saptanabilmesi için, işyerine giren TTB uzmanları işyeri koşullarını değerlendirip, hem işyeri hekiminin performansını ölçebilir; hem de ona yol gösterebilir. Bu ölçme ve yol gösterme, bir anlamda TTB’nin İşyeri koşullarını denetlemesi sürecinin de başlangıcıdır.

Ayrıca İşçi Sağlığı Kolu tüm etkinlikleri ile toplum örgütlerine yaklaşım konusunda da köklü değişim istemleri dile getirmiştir… O güne değin. Mimarlar Odası ve bazı mühendis odaları dışında uygulamaya doğrudan müdahale olanakları çok enderdi. TTB Merkez Konseyi (ve İşçi Sağlığı Kolu), politikaları eleştiren, ülke sorunlarını deşen, üyelerinin haklarını savunan, mevzuat düzenlemeleri isteyen ve yarını düşleyen vb. çok önemli işlevlerin ötesinde; politika oluşturan, üyelerine hak sağlayan, mevzuat oluşturan ve yarını şekilleyen bir davranış içerisine girmiştir.

Bir toplum örgütünün, saklı gücünü ortaya çıkarmıştır. Bu da üyelerin meslek örgütlerine yönelmelerini ve umut beslemelerini getirmiştir. Ayrıca “para kazanmak” gibi yalın bir hedef olmasa da, tüm bu etkinlikler Türk Tabipleri Birliği’ne önemli miktarlarda gelir de sağlamıştır.

İşçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliğini sağlama, çok bilimli bir olgudur; bir ekip çalışmasını gerektirir. O zaman, işyeri hekimlerinin işyerinde birlikte çalışmak konumunda olduğu ekip elemanlarının meslek örgütleriyle ilişkiler de önem kazanmaktadır. Yalnızca hekimlerin meslek örgütünün çabası, konunun ancak ir boyutunun gelişmesine neden olur. Bu da güdük ve çarpık bir gelişmeyi getirir ki, bunun acısı bir süre sonra frenlenen uygulamayla kendisini ortaya koyar. TTB’nin kendi örgütlenmesini geliştirip etkinliğini arttırırken; aynı çabanın diğer ilgili meslek birlikleri (örneğin TMMOB, Diş Hekimleri Birliği, Hemşireler Derneği vb.) bünyesinde de aynı düzeye çıkarılması için çaba göstermelidir. İşyerlerine yönelik hizmet ve denetim ağının, devlet denetim organlarının ekseninden, toplum örgütlerine doğru kayması çok önemlidir.

Bunun için de elde araçlar ve olanaklar bulunmaktadır.

Ne yazık ki, 1990 sonu bütün bu kurulan programda ve çalışmalarda bir dönüm noktası olmuştur. El
değiştiren yönetim, Türkiye’nin tüm kurumlarında olduğu gibi, hizmetlerde de etkisini göstermiştir. Önce işçi Sağlığı Kolu’nun başkanı görevinden ayrılmıştır. Çalışmaları sürdürmeyi deneyen diğer kol üyeleri ise, üç yılın sonunda görevlerini bırakmışlardır.

Bugün TTB, yalnızca işyeri Hekimliği Sertifika Kursları düzenleyen, bu kursların kendileri dışındaki merkezlerce düzenlenmesi korkusunu içinde taşıyan; bunun için de Çalışma Bakanlığı’ndan Yönetmelikte kısıtlayıcı hükümler getirmesini bekleyen bir noktaya kadar çekilmiştir. Neyse ki, sanayi merkezlerinin yoğun olduğu bazı tabip odalarında, konuya gönül vermiş insanlarla, bunların haklı çabalarını içine sindirebilen yöneticiler eliyle uygulama ayakta tutulabilmektedir.

8 yıllık TTB işçi Sağlığı Deneyimi, başardıkları, başaramadıkları, yitirdikleri ve eksikleri ile ülkemizin işçi sağlığı tarihinde yerini almaktadır. Ancak şu unutulmamalıdır ki, deneyimler, yalnızca o örgütün çatısı içinde kalmamakta; toplumda başka odaklardan filiz verebilmektedir. Örgütler ve toplumsal hareket, dalgalı bir gidiş gösterebilir ama; deneyimler sürekli artan bir birikim göstermektedir. İnsanları umutlu kılan ve ülkülerini sürdürmelerini sağlayan da zaten budur.

İşçi sağlığında çekim odağı olmak her konuda olduğu gibi çeşitli toplum örgütleri ve kurumları arasında bir yarıştır. Bu yarış süreklidir ve sonucu belirleyen de, o örgüt ya da kurumun, diğerleri üzerinde kurduğu moral egemenliktir. Bugün görülen odur ki, hekimlerin meslek örgütü, bu yarışta, elde ettiği avantajlı konumu hızla yitirmektedir.

Kaynaklar:
(1) T. Akbulut, S. Velicangil: “Yurdumuzda İş Hekimliği Hizmetlerinin Gelişmesi ve Bu Konuya ilişkin Çeşitli Sorunlar Üzerine Bir inceleme”, İ.Ü.T.F. Mecmuası, Cilt 40 1977.
(2) U. Cilasun: Türk Tabipleri Birliği’nin işçi Sağlığı Politikası 2. Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi (4-5-6-7 Nisan 1988, Ankara) Kitabı. Haziran 1991 Ankara s. 45
(3) Prof. Dr. Nusret H. Fişek : Apış Konuşması – 2. Ulusal işçi Sağlığı Kongresi (4-5-6-7 Nisan 1988, Ankara) Kitabı, Haziran 1991 Ankara s. 11
(4) Doç. Dr, A. G. Fişek : Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyeliğinden İstifa Mektubum- 1.2.1991 s.13
(5) TTB işçi Sağlığı Etkinlikleri ve Boyutları: Türk Tabipleri Birliği Haber Bülteni. TTB Merkez Konseyi Yayın Organı, Nisan-Mayıs-Haziran 1990 Sayı 23 s.12-15
(6) Mesleksel Sağlık Tehlikelerimiz … Ve Biz – Türk Tabipleri Birliği Haber Bülteni, TTB Merkez Konseyi Yayın Organı. Haziran 1989 Sayı 19 s. 10-11
(7) Ankara Tabip Odası işçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Komisyonu 1995-1997 Çalışma Yönergesi.

İlk Yayın : “İşyeri hekimliği ve Hekimlerin Meslek Örgütü”- Fişek Sağlık Hizmetleri ve Araştırma Enstitüsü Yayını, Mayıs-Haziran 1995, Sayı 20.