Çocuklar Yönetime
HEDEF |
Türkiye’nin son nüfus sayımında, 56.473.035 kişilik bir nüfusa sahip olduğu ortaya çıktı. Ancak, bu nüfusun, 21 yaşın altında olan 20.382.194’ü (% 36,1) oy kullanamıyor. Oy kullanmada öğrenim durumuna ilişkin sınır yok. Buna karşın, seçilme hakkı yönünden 25 yaşın üstünde olanlarla ilkokulu bitirmiş olanlar, bu olanağa sahip. Ülkemizde 1990 sayımına göre 25 yaşın altında tam 31.057.325 kişi yaşamaktadır. Bu kesim, toplam nüfusun % 55’ini kaplıyor. 25 yaşın üstünde olup da ilkokulu bitirmemiş olanları da eklersek bu oran daha da büyüyecektir.
Ülkemizde yaşayan çocuk ve gençlerin (11-24 yaş) sayısı 16.630.523 milyondur. Bu da nüfusumuzun %
29,4’ünü oluşturuyor. Demokrasiden sözederken, bu nüfus kesiminin görüşlerini dile getirmesi, kararlara katılması gerektiğini nasıl gözardı edebiliriz.
Bugün Türkiye ve Dünya için “Neyin doğru, neyin gerekli olduğu’nu ancak belirli bir yaşın üzerindekiler konuşabiliyor. 18 yaşın altındakilerin dernek, kooperatif kurma hakları da yok. işçilik yapıp, iş yasasından da yararlanamıyorlar. Dolayısıyla sendikaya üye olma hakları yok. Buna karşın çocuklar her 23 Nisan’da göstermelik olarak devlet büyüklerinin koltuklarına oturtulmakta ve sanki onlarla alay edilmektedir.
Ülke nüfusunun yandan çoğunu oluşturan çocukların ve gençlerin, hakları güvence altına alınmadan,
geliştirilmesi için gerekli mekanizmalar oluşturulmadan, demokrasiden sözetmek olanaklı mı?
Yakında yayınlanacak bir araştırma çalışmamızda, çocukların, kaygılarının, iyi eğitim alabilme, temiz-yeşil çevrede yaşama, gelecekte iş bulabilme konularında yoğunlaştığı saptanmıştır.Bunlara sağlık alanındaki kaygıları da eklersek, en temel konularda bile çocukların beklentilerine yanıt vermeyen bir demokrasi, “azınlığın” demokrasisi olmaz mı?
Demokrasinin geliştirilmesinden söz etmeyi seviyorsak, önce çocuklarla gençlerin, haklarına sahip
çıkmalarını sağlayıcı mekanizmaları, adım adım oluşturmayı ertelememeliyiz.
Çocuklar için tanınan tek örgütlenme olanağı okullardaki “kollar. Ciddi bir demokrasi deneyimine
dönüştürülebilecek olan “kol’lar yeterince çalıştırılmıyor. Bu yapılar, tasarımlanmasından uygulanmasına kadar, kolların üretici etkinliklerinin kol çalışanı çocuklar tarafından yapılacağı; bütün arkadaşlarınca da denetlenip değerlendirileceği bir ortam oluşturmaktadır. Burada eğitim, üretim ve katılım olguları elele gitmektedir.
Çocuklar için önemli demokrasi deneyimlerinden biri de, ekip çalışmasını gerektiren spor etkinlikleri.. Bu çalışmalar paylaşmayı, dayanışmayı ve bir hedef için en iyiyi yapmayı amaçlamaktadır. Ama ne yazık ki, okullarda, seçilmiş küçük bir grubu kavradığı gibi, ülkedeki bireysel sivrilmeyi hedefleyen spor politikası nedeniyle önü tıkalı durmaktadır. Spor bilimleri ile uğraşanların (sözgelimi spor hekimlerinin) katılmayışı da buradaki ekibi güdük ve çalışmaları da verimsiz kılmaktadır.
Bütün bu demokrasi deneyimlerini yitiren veya yetersiz yaşayan çocuk, bir de, yaşamına ilişkin kararlarda, genellikle, katılımında sınırlamalar ve baskılarla karşı karşıyadır.
iş bulma, sosyal güvence, temiz-yeşil çevrede yaşama kaygılarının üzerine “can kaygısı” da binmiştir.
Çocuklar, “gereksinmeden kurtulma” olanağının ne denli kısıtlı olduğunu; ne denli dış ve iç borç yükü ile dünyaya geldiklerini, su başını (koltukları) tutanların yerlerini bırakmamak için nelere başvurduğunu artık görüyor ve biliyor.
Tek tek çocukların, ya da onları anlayabilmiş bile olsa, ailelerinin, bütün bu sorunların üstesinden gelmesi olanaksız. Çünkü bu bir toplum sorunudur.
Çocuklarını (ve insanlarını) birbirine kırdırmayı ve ayakta kalanları da üniversite sonrası bir daha birbirine kırdırmayı hedefleyen egemen uygulama çağın gerektirdiği yaklaşımla uyumlu değildir.
Çağımız, insan haklan ve toplumun bireyine borçlu sayıldığı bir çağdır. Bugün iki eğilim çatışma halindedir.
Bunlardan birincisi, insanların doğduğu anda bir takım haklarla dünyaya geldiğini düşünmekte; bunun bedelini atalarının zaten, topluma ödediğini; kendisinin de İleride zaten ödeyeceğini bilmektedir, insan hakları belgelerini ve sosyal içerikli uluslararası sözleşmeleri dayatan ve benimseten bunlardır.
ikincisi ise, bireyi ya da toplumsal getirileri gözönüne almayan, paranın gücüne İnanan ve toplumun gönencinin (refahının) ancak bir avuç insanın zenginleşmesinin yan ürünü olduğuna İnanmaktadır.
Dolayısıyla tek tek insanlara (hatta doğar doğmaz hiç emek vermediği bir çağda) haklar tanınması, onun umurunda bile değildir. Olsa olsa, “insan hakkı” kavramı, bir çifte standart yaklaşımıyla, ekonomik çıkarları gerektirdiğinde bir “araç” olarak kullanılabilir. Uluslararası para ve kredi mekanizmalarını ellerinde tutanlar, sermaye için küreselleşme, emek için ulusal sınırlara hapsolmayı İsteyenler bunlardır. Maastricht Antlaşması ve benzeri bütünleşme çabalarında sosyal bütünleşmeyi önemsemeyenler ve sosyal gelişmelerin önünü tıkamaya çalışanlar ve şu anda da başarılı olanlar bunlardır.
Şimdi çocuklara sorsak bu yaklaşımlardan hangisini benimserler. Hiç kuşkusuz birincisini.
O zaman durmayalım soralım. Bu kadar çocuğun ve gencin yaşadığı bir ülkede, onlara rağmen yapılan her uygulama, ülkenin yarınını İpotek altına almaktadır. Çocukların elini kolunu biraz daha bağlamaktadır, Türkiye nin 1995 yılında Kabul ettiği Çocuk Hakları Bildirgesi’nde, çocuğun özel olarak korunacağı, “yasalar ve başka yollarla, sağlıklı ve normal biçimde, özgürlük ve saygınlık koşullarında bedensel, zihinsel, ahlaki, manevi ve toplumsal olarak gelişmesine olanak sağlayacak fırsat ve kolaylıklardan” yararlanacağı öngörülmektedir (ilke 2). Yine aynı bildirge, çocukların sosyal güvenlik olanaklarından yararlanacağını, sağlık içinde gelişme ve yetişme hakkı bulunduğunu; bu amaçla kendisine ve annesine özel bakım ve koruma olanakları sağlanmasının gerektiğini vurgulamaktadır.
Türkiye tarafından kabul edilerek yasa gücü kazanan Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 7 ve 10. ilkelerinde şu yaklaşımı sergilemektedir: “Çocuğun, uygun bir yaş sınırına ulaşmadan önce çalışmasına izin verilmez; hiçbir durumda sağlık ve eğitimine zarar verecek ve bedensel, zihinsel ya da ruhsal gelişmesine engel olacak bir işte çalışmasına yol açılıp izin verilemez. … Çocuk, eğitimle aynı amaçlara yönelik oyun ve eğlenme konusunda tüm olanaklarla donatılır; toplum ve kamu makamları çocuğun bu haktan yararlanma olanaklarını artırmaya çaba gösterir.” Uygulamaya baktığımızda çocuklar için bu hakların sağlanmasında yeterli adımların, bugüne değin atılmamış olduğunu görmekteyiz. Bu tabloyla karşılaşan çocuğa ne anlatacağız? Bu yetmezlikleri nasıl açıklayacağız? Büyüklerin iyi niyetini nasıl kanıtlayacağız?
Yine bildirge, “çocuk, ırk, din ve başka herhangi bir ayrımcılığı besleyen uygulamalardan korunur. Anlayış, hoşgörü ve halklar arasında dostluk, barış ve evrensel kardeşlik ruhuyla, güç ve yetkilerini insanlığın hizmetine sunması gerektiği bilinciyle yetiştirilir” diyor. Bu alanda, çocuk haklarının, dünya ölçüsünde, çiğnenmesine ne bahane bulacağız?
Bir hakkı, en iyi o hakka sahip olanların koruyup geliştirebileceği unutulmamalıdır. Bugüne değin, büyüklerin, çocuklar için demokrasinin ve çocuk haklarının öngördüğü olanakları sağlamamış olması, çocuklara, kendi haklarını en etkin bir biçimde sahiplenme ve savunma hakkını da doğurmuştur.
Hedefimiz, anaokulundan başlayarak, katılımcı, üretici, paylaşımcı yöntemlerle, çocukları önce “kol” ve “spor” etkinlikleriyle, daha sonra toplum örgütlerinde özgün mekanizmalar kurdurup, geliştirmelerine olanak tanıyarak, kendi görüşlerini, büyüklerce herhangi bir telkin çabasına girilmeden, ifade etmelerine olanak vermektir.
Toplum örgütlerinde bu mekanizmalar yoktur, ama oluşturulmalıdır.
Çocukların, görüşlerini özgürce ifade edebilme mekanizmalarını geliştirmeleri gerekir. Çocuklar, seçtikleri sorunlar üzerine önce özgürce görüşlerini ortaya atmalıdırlar. Bunu özgün sözcüklerle yazıya dökülmesi izlemelidir. Yazının yanında, şiir, resim vb. anlatım araçlan da kullanılabilir. Bütün yapıtlar, kitapta toplanmalı ve karar mekanizmalarını etkileyecek olanlara ulaştırılmalıdır. Bir çok odakta yürütülen çalışmalar, daha sonra, yöresel ve ulusal düzeyde toplantılarla tamamlanmalıdır. Bu süreç her yıl yenilenmelidir. Burada dikkat edilecek olan, “kendilerini her şeyin en iyisini bilen” sanan büyüklerin telkinlerinden korunmaktır. Çocuklar
kendi özgün çizgilerini ve görüşlerini belirlemelidirler.
Bu amaçları da, çocukların yasama ve yürütme erkinde görev alabilmeleri olanağı mutlaka izlemelidir.
Kendimizi ve çocuklarımızı, milletvekili seçiminde yaş sınırının kaldırıldığı güne göre hazırlamalı ve bu ortamın oluşturulmasına katkıda bulunmalıyız.
Artık çocukların ve gençlerin de bu toplumun bireyi olduğunu kabul edelim. Seslerini duyurmalarına olanak verelim.
İlk Yayın : “Çocuklar Yönetime” – Çalışma Ortamı Dergisi – Fişek Sağlık Hizmetleri Araştırma Enstitüsü Yayını, Ocak-Şubat 1995, Sayı 18.