İnsan Uyur, Tehlike Uyumaz
Risk yaşamın vazgeçilmezlerinden… Sabah yatakta gözümüzü açtığımız saniyeden gece yeniden kapattığımız ana kadar bir çok tehlike ile karşılaşırız. Bunları listemeye kalksak sayfalar sayfalar sürer. Bu upuzun listeyi inceleyen ya da yalnızca düşünen bir kişi, yataktan hiç çıkmak istemeyebilir. Ama bu da onu kurtarmaz. Yatağın içinde de, risk altındadır. Çığ düşebilir; deprem olabilir; sel götürebilir ya da sobadan çıkan gazdan zehirlenebilir.
Risk yaşamın vazgeçilmezi ise, onunla tanışmamızın zamanı gelmiştir. Onu tanıyacağız ve ancak izin verdiğimiz ölçüde yaşamımızdan yer almasını sağlamaya çalışacağız.
“Kişinin gördüğünden yoksun kalmaması” dileği, çok yerindedir ve sosyal güvenliğin temelini vermektedir. Kişinin yaşam düzeyini ve düzenini koruması için çok yönlü politikalar gerekir; sosyal güvenlik bunlardan bir bölümüne yanıt verebilir. Onun için, bazı yazarlar, sosyal güvenliği “gelir azalması ve gider artması” durumlarında devreye giren bir tazmin mekanizması olarak tanımlar.
Bireyin, gördüğünü (yani yaşam düzeyini) yitirmesi bir tehlikedir. Bu tehlikeye uğrama olasılığına ise risk adını veriyoruz. Risk her zaman vardır; riskleri önlemek çoğunlukla olasıdır. Ama bazen de başarı kazanmak adına, riskler göze alınır. O zaman bireyin hangi risklerle yüzyüze olduğunu bilmesi ve bunlarla baş etmeyi ya da uzlaşmayı bilinçli olarak seçmesi gerekir.
Eğer karşı karşıya kaldığımız tehlikeler, bizim dışımızdaki insanlar için de, bir tehlike oluşturuyorsa, sosyal bir karakter kazanır. Aynı tehlikeyle karşı karşıya kalan insanlar, onunla başa çıkabilmek için elele verirse, yürüttükleri mücadele de sosyal bir karakter kazanır.
İstenmeyen riskler, sosyal politikanın ve sosyal güvenliğin temelini oluşturur. Bunların önlenmesi için yürütülecek çalışmalar ile ortaya çıktığında zararlarının en aza indirilmesi çalışmaları “risk”e karşı çalışmalar başlığı altında toplanabilir. Ama bu risklerle karşı karşıya olan yalnızca tek tek bireyler olmadığı, bir çok birey aynı risklerle karşı karşıya olduğu için, bunları gruplayarak yaklaşmak ve çalışmaları bu gruplar üzerinden yürütmek gereklidir.
Sosyal politikanın olduğu gibi, sosyal güvenliğin de en temel konularından biri risk gruplarıdır. Risk, tehlikeli durumla karşılaşma olasılığıdır. Risk grupları ise, aynı tehlikeyle yüzyüze gelen insanların oluşturdukları gruplardır.
Bir çok risk grubundan söz edilebilir. Bunlardan bazılarını şu şekilde sınıflandırabiliriz :
- Coğrafi Özellikler Açısından Risk Grupları
- Tayfun
- Sel
- İklim
- Deprem, yanardağ vb.
- Demografik Özellikler Açısından Risk Grupları
- Çocuklar
- Gençler
- Yaşlılar
- Cinsiyet Özelliklerine Göre Risk Grupları
- Kadınlar
- Erkekler
- Cinsel Tercihleri Farklı Olanlar
- Sağlık Özelliklerine Göre Risk Grupları
- Engelliler( Ortopedik, işitsel, görsel, zihinsel)
- Kronik hastalığı olanlar
- Hamileler, Yeni doğum yapanlar, Çocuğunu emzirenler
- Yenidoğanlar ve bebekler
- Aynı yörede sağlık hizmetlerinden yararlananlarla yararlanamayanların bir arada bulunması
- Toplumsal Çatışmalar Açısından Risk Grupları
- Ayrımcılık
- Göçmenlik
- Terör
- Savaş
- İstihdam Durumu Açısından Risk Grupları
- Çalışanlar (Kendi içinde, istihdam biçimleri ve işkollarına göre sınıflandırılabilir)
- A-tipik çalışma biçimleri, kayıt dışı çalıştırılanlar
- İnşaat, tarım, madencilik.
- İşsizler
- Emekli
- Öğrenci
- İş aramayanlar.
- Çalışanlar (Kendi içinde, istihdam biçimleri ve işkollarına göre sınıflandırılabilir)
Sosyal güvenliği, kişinin insanca yaşama düzeyini sürdürmesini sağlayan sistem olarak görürsek, yukarıda saydıklarımızın içerdiği tüm tehlikeler karşısında, harekete geçmesi gerektiğini düşünürüz. Önce böyle bir tehlikeyle insanın buluşmasını önlemeye çalışmalı; eğer bunu başaramazsa en az zararla atlatmasını sağlamalı; bundan da başarılı olamazsa, yeniden eski dengesine kavuşmasını sağlamalıdır.
Dünya uluslarının tümü, sosyal güvenliği yukarıda tanımladığımız ölçüde, kavrayıcı ve kapsayıcı olarak görmek istememektedir. Özellikle tarihsel gelişime baktığımız zaman, oldukça kısıtlayıcı davranıldığını görebiliriz. Dünya uluslarının, sosyal güvenliğin sağlanmasındaki en düşük standart konusunda çoğunlukla uyuşabildikleri çizgiyi bize Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 105 sayılı Sözleşmesi göstermektedir. Bu sözleşme, aşağıdaki risklerin, sistem tarafından karşılanması gerektiğini ortaya koyar :
- İş kazalarıyla meslek hastalıkları,
- Analık hali,
- Hastalık (sağlık yardımları),
- Hastalık (işgöremezlik yardımları),
- Sakatlık,
- Yaşlılık,
- Ölüm,
- Aile yükleri,
- İşsizlik.
Bunlardan “aile yükleri” dışındakiler, Türkiye tarafından benimsenmiş ve sosyal sigortalar mevzuatına eklemlendirilmiştir.
“En az ücret” gibi, “sosyal güvenliğin en az normları” da, olması gerekenin çok altında bir düzeyi tanımlamaktadır. Sigortacılık mantığından yola çıkarak, karşılaşılan tehlikenin yaralarını onarmak için ille de nedenini arama çabası fazlaca öne geçmiştir. Sigortacılığın bu başat rolü, onarım sürecini de zedelemektedir. Sözgelimi, “ölüm” sigortasından yararlanmak için, “ölü”sünün bulunması gerekmektedir. Buna karşın, dağ-deniz kazalarında ve maden kazalarında bu her zaman mümkün olmamakta; ya da çok gecikmektedir. Bu süre içinde, yakın çevresinin yaşadığı sıkıntılar, hiç bir şekilde bağışlanamaz.
Gerçekleşen bir risk dolayısıyla, ivedilikle, kişi ve yakın çevresinin uğradığı kayıplar hızla giderilmelidir. Bundan sonra, nedenler üzerinde durulmalı ve bir daha yinelenmemesi için alınması gereken önlemler düşünülmeli ve uygulanmalıdır.
İlk Yayın : “İnsan Uyur, Tehlike Uyumaz” Çalışma Ortamı Dergisi Temmuz Ağustos 2011 Sayı 117