Sağlık Personelinin Sağlığı

Sağlığını yitirene sorarsanız, “Dünyadaki en büyük hazine nedir?” diye, alacağınız yanıt “Sağlık” olacaktır. Buna karşın, kendisini sağlam sanan kişilere bu soru soruyu sorduğunuzda, değişik yanıtlar alabilirsiniz.

Sağlığını yitirmenin nasıl bir şey olduğunu sormak isterseniz, “Damdan düşenlere” yani hastalananlara ve onların en yakınlarına sorun; bir de sağlık personeline sorun. Hele sağlık personeli öyle acı yüklü olguları yaşamaktadır ki, hastalarının yaşadığı açmazı içinde hissetmektedir ki, kuşkusuz “hasta ve yakınlarından” çok daha fazla deneyimlidir.

Bir gün herkesin sağlığının bozulması kaçınılmazdır. Yapmamız gereken bu kara günü olabildiğince öteye itmektir. Bunun için yürütülen çalışmalar, koruyucu sağlık hizmetleri başlığı altında toplanır.

Sağlığı korumanın değerini en çok sağlıkçıların bilmesi gerekir. Her gün karşılaştıkları acı, umutsuzluk ve pişmanlık içindeki hastalardan nelerin yapılıp, nelerin yapılmaması gerektiğini çoktan öğrenmiş olmalıdırlar.

Yalnızca evde, sokakta değil, iş çevremizde de sağlığımızı bozan kötülüklerle karşılaşırız. İş tehlikeleri az değildir; ama tanıması bilgi ve dikkat ister. Bu tehlikelerden korunmak, önerilen önlemlere uymak da bilinç ister.

Bir inşaat işçisi, emniyet kemeri, takmadan yüksekte çalıştığında; ya da bir döküm işçisi tozun dumanın ortasında maskesiz çalıştığında, ona “cahil” deriz.

Ama sağlık alanında, en basit önlemi almayana ne demeli? “Cahil” diyemezsiniz çünkü ortalama eğitim düzeyi en yüksek kesimlerden biri sağlıkçılardır. Bunu ancak sorumsuzluk ve öngörüsüzlükle açıklayabiliriz.

Sağlık personelinin karşı karşıya kaldığı sorunları incelerken, hiç kuşkusuz bu olgu, yürütülen sağlık politikalarıyla içiçe girmektedir. Yine bu konu, kimleri sağlık personeli olarak gördüğünüzle de yakından ilgilidir. Kısaca bu iki konuyu açıklayalım:

Sağlık personelinin sağlığı (SPS) konusu, sağlık politikalarıyla içiçedir. Çünkü, koruyucu sağlık hizmetlerinin ağırlık kazandığı bir sosyalleştirme politikası, sağlıkçıların daha çok toplum içerisinde çalıştırılmasını hedefler. Bu yaşam alanlarındaki risklerle sağlıkçıların daha çok karşılaşmasına yol açabilir. Sözgelimi, kardan yolu kapanmış bir köye erişmeye çalışan sağlıkçıların, “donma” tehlikesi ile karşı karşıya kalması bir çok meslekte önümüze çıkmayacak yaşamsal bir tehlikedir. Buna karşın, koruyucu sağlık hizmetleri umursamayan, çağ-dışı (geleneksel) sağlık hizmet modellerinde, hastanecilik uygulamaları daha önem kazanır. O zaman sağlıkçıların önüne, yoğun teknoloji kullanımının getirdiği mesleksel sorunlar yığılmaya başlar. Her iki uygulamada, işyerindeki mesleksel bağımsızlık ve konum sıralamaları birbirinden farklıdır.

Yine aynı çerçevede, sağlık ocaklarını aile hekimliği merkezlerine dönüştürmeye çalıştığınız zaman, tersanelerde taşeron kullanımında olduğu gibi, çalışma koşullarından sağlık koşullarına kadar tüm sorunların derinleşmeye başladığını görürsünüz. Çünkü, yeni patronunuz, çalışma sürelerini uzatmaya, çalışma süreleri içerisinde soluk aldırmamaya, alınması zorunlu sağlık-güvenlik önlemlerini maliyet kaygılarıyla ikinci plana itmeye başlar. Artık işyerindeki mesleksel bağımsızlık ve konum sıralamaları da değişmiştir.

Sağlık personelinin sağlığı (SPS) konusu, ülkenin sosyo-ekonomik düzeniyle de yakından ilgilidir. Çünkü, halkın geniş kesimlerinin, hizmetlerden yoksun kalması (su, kanalizasyon, sağlıklı konut, eğitim vb), bulaşıcı hastalıkların, en çok görülen hastalıklar sıralamasında öne geçmesine yol açar. Bu öncelikleme, aynı zamanda, sağlık personelinin karşılaşma olasılığı olan mesleksel riskler içerisinde bulaşıcı hastalıkları öne çıkarır.

Ele aldığımız konu bir avuç insanı mı ilgilendirmektedir? Hayır. Sağlık personelinin kapsamı oldukça geniştir. Kimler sağlık personelidir? Kapsam, yürütülen sağlık politikasına göre farklılık gösterir. Ayrıca yeni teknolojilerin sağlık alanına yansıması, sağlık mesleklerine de yeni eklemeler getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) ortaya koyduğu sağlık personeli listesi ise, eksikleriyle birlikte yol gösterici olmayı sürdürmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, sağlık meslekleri şöyle sıralanır :

  • Hekim
  • Hemşire
  • Dişhekimi
  • Sağlık memuru
  • Ebe
  • Eczacı
  • Biyolog
  • Diyetisyen
  • Veteriner
  • Ziraat mühendisi
  • Tıp fizikçileri
  • Sağlık mühendisleri
  • Çevre sağlığı teknisyenleri
  • Çocuk gelişimi uzmanları
  • Sosyal hizmet görevlileri
  • Sağlık eğitimcileri
  • Fizyoterapistler
  • Değişik dallarda çalışan teknisyenler
  • Hastabakıcılar
  • Hizmetliler
  • İdari işler görevlileri
  • Şoförler.

Sağlık personelinin karşı karşıya kaldığı mesleksel tehlikeler içinde, “en çok görülen, en çok sakat bırakan ve en çok öldüren” özelliklerine göre, önde gelen 4 tanesi şunlardır :

  1. Enfeksiyonlar : Yalnızca bulaşıcı hastalıkların tedavisi ile uğraşan servislerde değil; ameliyathanelerde, kan ya da solunum yoluyla geçen hastalıkların tedavisiyle uğraşılan bölümlerde de sağlık personeli risk altındadır. Hepatit, AİDS, şarbon sağlıkçıların meslek hastalıklarının en bilinenlerindendir.
  2. Radyasyon : Görüntüleme merkezlerinde ve kemoterapi ünitelerinde çeşitli yollarla personel radyasyona sunuk (maruz) kalabilir. Hastalar, bir kez, ama sağlık personeli bir çok kez radyasyona sunuk kalmakta; yaşamını radyoaktivite yüklü alanlarda geçirmektedir. Servislerde ya da ameliyathanelerde, hasta başında ve korunmasız gerçekleştirilen işlemlerde sıklıkla etkilenme söz konusudur.
  3. Anestetik ve kimyasal maddeler : Ameliyathanede hastaların bayıltılması için kullanılan kimyasalların çoğu, bir süre sonra insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılarak, terkedilmektedir (Örneğin : Trikloretilen). Hastanın bayıltılması işlemini bir çok kez tekrarlayan anesteziyoloji personeli ve ameliyathane çalışanları, sızıntılar dolayısıyla risk altındadır. Ayrıca biyokimya vb laboratuvarlarda çalışan personel de çeşitli kimyasallarla karşı karşıyadır.
  4. Kaba kuvvet uygulanması (işyerinde şiddet) : Toplum hastalıklardan korunma konusunda umarsamazdır. Toplum, erken tanı konusunda duyarsızdır. Ama “en son aşamada sağlık tesisine getirdiği” hastasının ne pahasına olursa olsun kurtarılmasını bekler. Mesleğimizin kaçınılmaz bir olgusu olan bu istem karşısında, sağlık personeli de elinden geleni yapmak ister. Ama yaşamın gerçekleri ile isteklerimiz her zaman buluşmaz. Bunu kabullenmek de kolay değildir. Hele hasta ve yakınları için… Ama duyulan tepki ve öfkenin hedefine sağlık çalışanlarını oturtmak vefasızlıktır. Hele yetersiz kapasiteler ve personel sayısındaki kısıtlamaları düşündüğümüzde, hizmetteki aksamaların faturasının, yöneticilerce ustaca, sağlık personeline yönlendirilmesi hainliktir. Bu hainliği, yalnızca sağlık tesislerinin yöneticileri, yalnızca hatalı sağlık politikalarının mimarı politikacılar yapmıyor; çarpık düzeni sürdürmeyi kendi çıkarlarına uygun görenler de, günah keçisi olarak kendilerinin dışındakileri (özellikle de çalışanları) gösteriyorlar.

Bunların dışında, sağlık personelinin, meslek uygulamalarından kaynaklanan “bedensel, ruhsal ve sosyal” bir çok tehlike tanımlanabilir.

Bu mesleksel tehlikelerin tümü önlenebilir. Hiç biri kaçınılmaz değildir; uygun önlemlerle sıfıra yaklaştırılabilir. O zaman sorgulamamız gereken konu şudur : Nasıl ?

Bilim, her konuyu yeniden yeniden keşfetmez. Önce bu konuda yapılmış olan keşifleri ve uygulamaları gözden geçirir. Enfeksiyon hastalıklarının bulaşma yolları 19.yüzyıldan beri çözümlenmeye başlanmıştır. Hatta bunların aşıları ve ilaçları da çoğunlukla ortaya konulmuştur. Radyasyon konusunda ise, uluslararası sözleşmelerden, uluslararası kurumsallaşmalara kadar bir çok koruyucu mekanizma ortaya konulmuştur. Ülkemizde de bunların tümü kabul görmüştür. Kimyasallar ve anestetik gazlar ile ilgili bilgi birikimi de oldukça fazladır. Hem dünyada ve hem de Türkiye’de bunların zararlı etkilerinin nasıl tanınabileceği ve önlenebileceği konusuda geniş bir bilgi birikimi bulunmaktadır.

Sağlık personelinin karşı karşıya kaldığı risklerden “kaba kuvvet uygulanması” bunlar içerisinde çözümü en zor olandır. Çünkü toplumda şiddet kullanımı, tek başına bireysel öfke ve çaresizlikten kaynaklanmaktadır. Öyle olsaydı, insanlar, ilkel toplumlarda da, hasta tedavisini üstlenen yüce kişileri (şaman,büyücü vb) döver ve öldürürlerdi. Bu şiddet uygulaması, yenidir ve küreselleşmenin toplumda yaygınlaştırdığı bir tepki biçimidir. Bu bakımdan kesin çözümü, bir tek sağlık tesisinin kendi olanaklarıyla açıklanamaz. Ama güvenlik önlemlerinin arttırılması, güvenlik personelinin güçlendirilmesi ve potansiyel tehlikeler karşısında hasta yakınlarının sağlıkçılarla görüşmesinde sayı sınırlamasına gidilmesi düşünülmelidir.

Hiç kuşkusuz, bütün bu risklerin çoğalmasına ve etkisinin ağırlaşmasına yol açan en önemli etmen “çalışma süreleri”dir. Bu süreyi, yalnızca, çalışılan kurumda geçen süre olarak görmek doğru değildir. Sağlıkçının, bir gün içerisinde, kendi adına ya da ücretli olarak yürüttüğü diğer çalışmaları da “mesleksel riskle karşılaşılan süre” içerisinde görmek gerekmektedir. Önlemleri de bu çapta değerlendirmek gerekir.

Sağlık personelinin sağlığı (SPS) konusunda, gerek tanı ve gerekse bunların önlenmesi çalışmaları, tek tek bireylerin boyunu aşan çalışmalardır. Çünkü başarıyı sağlamak için karşılarında, ekonomik yönden kendisinden çok daha güçlü yöneticileri (ya da patronları) ve neyin nasıl yapılacağını söyleyen devasa bir bilim dalı (iş sağlığı güvenliği) vardır. Başarı için örgütlenme şarttır.

Türkiye’de sağlık personelinin sağlığı (SPS) konusunda ilk çalışmalar, 01.01.1989 yılı başında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi tarafından başlatılmıştır. “Bu bizim sağlığımız” sloganı ile yürütülen çalışmalarda, dörtlü bir yol izlenmiştir :

  1. Bu konuda bilgi birikiminin geliştirilmesi,
  2. İşyerlerinden gelen bildirim formlarından bir arşiv oluşturulması,
  3. SPS alanında yürütülecek araştırmaları özendirmek ve desteklemek adına, “TTB İşçi Sağlığı Araştırma Özendirme Ödülü konulması,
  4. Tabip odaları düzeyinde SPS kollarının kurulması.

Ne yazık ki, bu andığımız uygulama sürdürülememiştir. Türk Tabipleri Birliği’nin konuya olan ilgisi kesintilerle hala sürmekte; zaman zaman bu konuda bilimsel toplantılar düzenlenmektedir. Ancak bu mücadelenin, tüm sağlıkçı örgütleri tarafından ve özellikle de sendikalarca üstlenilmesi, kararlılıkla sürdürülmesi gereklidir.

Bu, yalnızca çalışanların kendilerine (ve ailelerine) karşı sorumlulukları değil, aynı zamanda mesleksel bir sorumluluktur. Sağlık çalışanların, yalnızca kendi mesleksel sağlıkları için değil, tüm çalışanlarının sağlığı için duyarlı olmalıdırlar. Ülkemizde meslek hastalıklarının, çoğunlukla tanı bile konulmadan gözden kaçırıldığı düşünüldüğünde, bundan sağlık çalışanlarının da önemli bir payı olduğu unutulmamalıdır. Bumerang etkisiyle, tüm çalışanların meslek hastalıklarına karşı gösterilen kayıtsızlık, sağlık personelinin sağlığını bozmakta; onların hastalıklarına karşı kayıtsızlığı beslemektedir.

Gözümüzü, kulağımızı, beynimizi bu düşüncelere açalım. Yoksa günün birinde her üçünü de, “meslek aşkıyla” kaybedebiliriz.

İlk Yayın : “Sağlık Personelinin Sağlığı”-(Sağlık-Sen Dergisi) Mart 2009