Çalışan Çocuk Sorguluyor
“Çalışan Çocuk Ne İstiyor?” sorusunun yanıtı çok yalın : Yaşamak. Çalışan çocuk, en doğal insan hakkı olan “yaşama”yı seçiyor.
Roosvelt, 1940’larda insan hakları kavramı tanımlanmaya çalışılırken, “gereksinmeden kurtulma hakkı” kavramını ortaya attı. Aynı dönemde, Maslow’un insanların gereksinmeleri doğrultusunda hareket etmesini açıklayan “Gereksinme Basamaklandırması” modelini işliyordu.
İnsanların gereksinmeleri var. Yaşayabilmek temel fizyolojik gereksinmelerinin karşılanması gerek : Yeme, içme, barınma, sağlık vb. İkinci basamak bunların güvence altına alınması, yani sosyal güvenlik. Çalışan çocuk, bu iki temel gereksinme basamağının karşılanamaması dolayısıyla, “bireysel kurtuluş çabası”na giriyor; toplumdan göremediğini, kendi bileğinin gücüyle almaya kalkıyor.
Demek ki, “çocuk emeği”ni gördüğümüz yerde, sosyal olan yoktur. Sosyal adalet yoktur; sosyal hekimlik yoktur; sosyal politika yoktur; sosyal güvenlik yoktur; sosyal barış yoktur. Ancak bunları yerli yerine koyarsanız, çocuk emeği kaybolur. Çünkü gereksizleşir.
Avrupa düşünce yapısı bu noktaya kolay gelmedi. Büyük Sanayi Devrimi’nin çocuk emeğinin omuzlarına basarak yükseldiği unutulmadı. Bu dönem için, ünlü düşünür Sismondi “kuşakları kesintiye uğrattı” demişti. Yalnızca yarattığı bedensel sağlık sorunları ve ölümlerle değil; insan beyninde yarattığı izler ve utançla da o dönem çocuklara yapılanlar unutulmadı.
Dönemin utanç verici koşullarını en iyi anlatan belgelerden biri, ilk sosyal politika yasası olarak nitelenen 1802 tarihli “Çırakların Bedeni ve Manevi Sağlıkları Hakkında Yasa”nın içeriğidir. Bu yasayla şu kazanımlar elde edilmişti:
- Çırakların çalışma süreleri günde 12 saat olarak sınırlandırılmıştır.
- Gece çalışmaları yasaklanmıştır.
- Çıraklar geceli gündüzlü işverenin yanında kalmaktaysa, kız ve erkek çocuklar için ayrı ayrı yatakhaneler kurulması öngörülmüştür.
- Çocukların okuma yazma öğretilmesi ve
- Yılda bir kat giysi verilmesi yükümlülüğü getirilmiştir.
O güne kadar olmayan bu kazanımlar, çocukların ne koşullarda çalıştırıldıklarını bize göstermektedir.
Bu yasa hem İngiltere’de hem de Dünya’da sosyal politika önlemlerinin tetikleyicisi olmuştur. Bundan sonra bir çok yasa ve belge ortaya konulmuştur. Ama Avrupa Düşünce Yapısı bakımından son olarak değinmek istediğim önemli bir belge var. Bu da 1890 Berlin Konferansı’nda alınan kararlardır. Rusya dışında kalan 14 Avrupa ülkesinin katılımı ile toplanan konferans, Avrupa ülkeleri için, çocukların çalıştırılması ile ilgili aşağıdaki hedefleri koymuştur :
- Yeraltında çalıştırılacak çocukların çalışma yaşı 14
- Tüm işlerde çocuklarının çalışma yaşının 12 olarak sınırlanması
- Yine tüm işlerde çocukların gece çalışmasının 6 saati geçmemesi
- Kadınların yeraltı madenlerinde çalıştırılmamaları
- Bütün işçilere hafta tatili konulmuştur.
Bu kararları, daha sonraki on yıllarda Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 138 sayılı çalıştırmada en düşük yaş sözleşmesi, 182 sayılı Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimleri Hakkında Sözleşme izledi. 1959 yılında Birleşmiş Milletler tarafından önce Çocuk Hakları Bildirisi ve daha sonra Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edildi.
Düşün düzeyinde çocuk emeğinin kullanılması bir insanlık suçu olarak tanımlanmaktadır.
I
Türkiye, kuruluşunun ilk dakikalarından beri çocuklarının farkında. 1930 UHK çıkarılmış; 1940’larda “çocuk işçiliğinin önlenmesi”ne ilişkin iki önemli adım atılmış:
- Bunlardan birincisi “KİT’lerin Çırak Okulları”dır. 1939 yılında çıkarılan bir yasa ile tüm kamu fabrikaları çırak okulu kurmakla yükümlü tutulmuş. Bugünkü “mesleki eğitim merkezleri”nden en önemli farkı, çırakların asla üretimde kullanılmaması. Sabahları yapılan ortak kahvaltı sonrası kuramsal derslere başlanıyor; öğleden sonra da öğretmenlerinin gözetiminde atelyeye iniliyor. Tezgahlara “üretim amaçlı” el sürmek yok. Amaç o işletmeleri ileride yüklenecek yetişmiş insangücünü yaratmak.
- Çocuk işçiliğinin önlenmesine ilişkin projelerin ikincisi de “Köy Enstitüleri”. Büyük bölümünün okuryazar olmayan ülkenin çocuklarını, üretim temelli bir eğitim yoluyla, zamanı gelince, “kalkınma yarışı”na sokmayı amaçlamıştır. Böylece çocuklar, monoton ve geleceği belirsiz, tarım işçisi olmaktan kurtarılarak, diğer çocukların da eğitime kazandırılması özgörevi ile donatılmışlardır. Yalnızca bu da değil, bu Enstitülerden yetişen öğretmenlerin, yeni üretim tekniklerini köylülere öğreterek, çocuk emeğine gereksinme duymaksızın tarım yapmalarını sağlamaları beklenmiştir.
Bu iki önemli SOSYAL PROGRAM’ın çok kısa bir süre sonra sonlandırılmasıyla, çocuk emeği ile mücadeleye ara veriliyor. 1979 yılında Uluslararası Çocuk Yılı dolayısıyla bazı kıpırdanmalar ve toplumda “farkındalık arttırıcı” girişimler var. Ama asıl hamle 1992 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “Çocuk Emeğinin Sonlandırılması Uluslararası Programı” aracılığıyla ortaya konuluyor. Başta işçi – işveren sendikaları, gönüllü örgütler, belediyeler gibi sosyal eşler (partnerler), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’yla birlikte, varlığı ve etkileri bugün de süren bir çaba içerisine giriyorlar. Çok çaba harcanıyor. Bir çok değerli model çalışma ortaya konuyor. Artık ülkemizde “çocuk emeği”ni, çocuğun “pişmesi” değil, “ateş atılması” olarak görenlerin sayısı çok artmıştır.
II
ILO/IPEC programının Türkiye için en önemli getirilerinden biri Devlet İstatistik Enstitüsü ile birlikte başlattığı “Çocuk İşgücü Anketleri”dir. Sorunun boyutlarını ve nedenlerini kavrayabilmemiz için önemli bir yol gösterici olan bu anketler, 1994, 1999, 2006, 2012 yıllarında yapılmıştır.
6-17 YAŞ DİLİMİNDEKİ NÜFUS | EKONOMİK İŞLERDE ÇALIŞANLAR | EV İŞLERİNDE ÇALIŞANLAR | |
TOPLAM | 15.247.000 | 893.000(% 5,9) | 7.503.000(% 49,2) |
ERKEK | 7.775.000 | 614.000(% 7,9) | 3.243.000(% 41,7) |
KADIN | 7.472.000 | 279.000(% 3,7) | 4.261.000(% 57,0) |
* EV İŞLERİNE DİKKAT.
2012 yılında TÜİK’in bize sunduğu verilerden yararlanarak son altı yıldaki bazı değişiklikleri not etmek istiyoruz :
- 2006 yılından 2012’ye çalışan çocuk istihdamı kentte düşmüş, buna karşı köyde çok artmıştır.
- 2006 yılından 2012’ye hem kentte ve hem de köyde evde çalışan çocukların sayısı artmıştır.
- 2006 yılından 2012’ye, çocukların çalıştığı sektörler gözönüne alındığında, tarımda çalışanların sayısında artış görülmektedir. Bu artış kırsal alan verilerinde kendini göstermektedir. Buna karşın sanayi ve hizmet sektöründe çalışan çocuk sayılarında azalma görülmüştür.
Çocukların erken yaşta çalışma yaşamına atılmasının nedenleri üzerinde durulduğunda, nedenlerin
- Hane halkı gelirine katkıda bulunmak ve
- Hane halkının ekonomik faaliyetine katkıda bulunmak seçeneklerinde toplandığı görülmektedir (% 70).
Okula devam etse de, çalışmasını sürdürenlerin oranı % 57’dir. Okulu bırakmak zorunda kalanların öne sürdükleri iki temel neden,
- Okula ilgi duymama ya da başarısızlık
- Okul harcamalarını karşılayamamadır (% 52)
İstatistikler kız ve erkek farkını da açıkça ortaya koymaktadır:
- Okula ilgi duymayan-başarısız olan E (%41) K(%24)
- Okumasına izin verilmeyen E (%2) K(%16)
Çoklukla, erkekler çalışma yaşamına meslek öğrenmek için kızlar ise, gelir elde etmek için atılmaktadır.
Çalışma koşulları :
- Fiili çalışma süresi haftada 40 saatin üzerinde olanlar oranı %46,7 (Bu oran kentlerde %62,5’a yükselmekte)
- Aşırı yorgunluk %34 (Bu oran kentlerde %40).
İstatistiklere yansımayan ama ülkemizdeki en büyük yaralardan biri de, mevsimlik gezici tarım işçiliğindeki çocukların durumudur.
III
Ama çocuk emeği hala sürmektedir. Çünkü onun varlık nedenini oluşturan ekonomik ve sosyal temel sürmektedir. Ekonomik ve sosyal politikalar ile çocuk emeğinin ekonomik ve sosyal temeli yok edilmeden de bu insanlık suçunun önüne geçemeyiz. Başta nitelikli ve 12 yıllık kesintisiz örgün eğitimin yurt düzeyinde yükseltilmesi olmak üzere, etkin bir sosyal politika uygulanması zorunludur.
Bu bilinçle, kısa erimde, çalışan çocukların yaşamını kolaylaştırmalı ve onların yanında durmalıyız.
- “Çocuk Emeğinin Kabul Edilemez Biçimlerinde” çalışmalarına kesinlikle izin vermemeliyiz.
- Tehlikeli işlerde çalışan çocukların, bu tehlikelerden korunmaları, sağlıklarının yakından izlenmesi için, sürekli örgütlenmeler oluşturmalıyız.
- Çırakların eğitildiği “Mesleki Eğitim Merkezleri”nde hem eğitimin kalitesini çok arttırmalıyız; hem de okulda daha çok zaman geçirmelerini sağlamalıyız. Bu ek sürelerde, “benlik gelişimlerini tamamlamaları, kentli kimliğini geliştirmeleri” için yoğun sosyal ve kültürel programlar uygulamalıyız.