2008’e Girerken İş Sağlığı Güvenliği’ne Bakış
Özgün Millioğlu’nun DİSK/Genel-İş Emek Dergisi Ekim-Aralık 2007 Sayı:101 için yaptığı Röportajdan geliştirilmiştir.
SORU 1.İşyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri yeterince alınıyor mu? Bu konu da mevcut mevzuat yeterli midir? Neler yapılmalıdır?
YANIT 1. İşyerinde sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınması için her şeyden önce bir duyarlılık oluşmuş olması gerekir. Çünkü hiçbir önlem, kendiliğinden oluvermez. Öneminin anlaşılmış ve istenmiş olması gerekir. Ne yazık ki, ülkemizde, ne işçiler ne de işverenler, kendi açılarından bunun önemini yeterince kavramış durumda değiller.
Türkiye’nin ekonomik gelişmişlik düzeyine baktığımız zaman bu akıl almaz gibi görünüyor. Gerçekten, ekonomik göstergeler bakımından, dünya ülkeleri arasında orta-üst dilimde yer alan ve gelişmesiyle konumunu yukarı çekmeye çalışan bir ülkeyiz. Ama sosyal gelişmişlik düzeyi, insana verilen değer vb göstergeler için bunu söylemeye olanak yok.
İşin acı tarafı şu. Avrupa Birliği, işçi sağlığı iş güvenliğini, sosyal içerikli konular arasında değil, ekonomik içerikli konular arasında sayıyor. Ama bir çok işveren, hala “işçi”, “sağlık” gibi sözcüklerden ötürü, karşıtlık kompleksinden kurtulabilmiş değiliz.
Türkiye’de işçi sağlığı iş güvenliği önlemleri yeterince alınmıyor yargımızı destekleyici bir çok kanıt gösterilebilir. Bunlardan birincisi ölümlü iş kazalarının varlığı, ikincisi meslek hastalıklarının varlığıdır. Her ikisi de, alınacak önlemlerle kesinkes önlenebilecek olgulardır; yani kader değildir. Bunların rakkamları üzerinde durmuyorum. Çünkü kayıt dışı sektörün genişliği, gözden kaçan veya kaçırılan olguların yaygınlığı, istatistikleri yanıltıcı bir hale getiriyor. Ama varlıkları bile insanlığa karşı bir suç niteliğinde. Kaldı ki, bir çok karşılaştırmalı yayın, kaydedilen olguların bile başka ülkelere oranla çok yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Bunun yanında işyerlerinde sağlık güvenlik koşulları üzerine yapılan araştırmalar, risk analizleri ve sınırlı ölçümler (biyolojik, çevresel) bir çok tehlikenin varlığını ortaya koymuştur.
Bu konuda mevzuat üzerine tartışmanın yersiz olduğunu düşünüyorum. 4857 sayılı İş Yasası öncesinde de böyle düşünüyordum; şimdi de. Çünkü henüz 1930 yılında çıkarılan Genel Sağlığı Koruma Yasası ve 1940 yılında çıkarılan işçi sağlığı iş güvenliği tüzüklerinin öngördüklerini bile yaygın olarak yaşama geçirebilmiş değiliz. Küçük ve orta ölçekli işyerlerinde neredeyse, tüm iş kazalarının %73’ü meydana geliyor. Meslek hastalıkları (sözgelimi gürültünün yol açtığı işitme kayıpları) bilinmiyor bile.
Demek ki öncelikle mevzuatı yaşama geçirecek hizmet kanallarının oluşturulması gerekir. İşyeri hekimliği, iş güvenliği uzmanlığı gibi hizmet örgütlenmelerinin tüm işyerlerini kapsayacak hale getirilmesi gerekir. Bunun için mevzuat değil, kararlı yönetimler ve işçilerden kaynaklanan kuvvetli istemler (baskı) gerekir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yıllardır iş teftişi çalışmalarını yürütmekte. Oldukça deneyimli ama olanakları kısıtlı bir örgüt. Hiç kuşkusuz bu örgütün gücünün ve kapsama alanının da genişletilmesi gerekir. Ama öncelikle, onların işyerlerinde eleştirdikleri ve eksik gördükleri olguların giderilmesi gerek. Bu da bir hizmet konusu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, kendi çatısı altında kurduğu Ulusal İş Sağlığı Güvenliği Konseyi ile bu alanda sosyal diyalogu gerçekleştirmeye çalışıyor. Konsey’de şu anda kilitlenmiş konumda bir tartışma var : Bakanlık, mevzuatı geliştirmek amacıyla bir iş sağlığı güvenliği yasası çıkarmak istiyor. Konsey’in hükumet dışı kuruluşlardan oluşan diğer yarısı ise, varolan mevzuatı uygulayacak “idari ve mali yönden özerk” bir iş sağlığı güvenliği kurumu oluşturulması gerektiğini öne sürüyor.
Demek ki sorunuzun yanıtı ile ilgili olarak hükumet dışı kuruluşlarda da bir görüş birliği oluşmuş durumda. Bu aynı zamanda, konunun çevre boyutunu, tarım kesiminde çalışanların ve esnaf-sanatkarların karşı karşıya kaldığı sağlık-güvenlik tehlikelerini de ele alabilecek. Ülkemizde, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin yaşama geçirilmesi için, devletin kontrolü dışındaki bir kurum tarafından geliştirilecek hizmet kanallarına, bir geçiş ve uygulama sürecine gereksinme var.
SORU 2. Sizce işçi sağlığı ve iş güvenliği çalışmalarının organizasyonları nasıl olmalıdır? Neler yapılmalıdır?
YANIT 2. Bu sorunuz bana bir yanlışı düşündürdü. Önce onu paylaşmak istiyorum. Ülkemizde, bir çok insan kendini “bilmiş” sayar ve söze “bana göre” diye başlar. Herkes “bana göre” deyip, bilgiye ve deneyime sırtını dönerse, “sıfırdan başlamaya” kalkarsa, bir adım ileri gidemeyiz. Onun için ben öyle yapmayacağım. Bu konuda hem Dünya’da ve hem de Türkiye’de sayısız deneyim ve bilgi birikimi var.
Her şeyden önce, işçi sağlığı iş güvenliğinin çok bilimli bir alan olduğunda uzlaşı var. Tıp, mühendislik, sosyal bilimler eşit oranlarda konunun içinde… Yalnızca insanı korumak yetmiyor; çevresini de olumlu hale getirmek gerekiyor; hak ve sorumluluklarının düzenlenmesi, izlenmesi ve eğitime ağırlık verilmesi gerekiyor.
Koruyucu uygulamaların işyeri hekimleri, işyeri hemşirelerince ve iş güvenliği uzmanlarınca yürütülmesi gerekmektedir. Bu konuda ayrıntılı yönetmelikler ve kılavuzlar bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin kabul ettiği 155 ve 161 No.lu Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleri de, işyeri sağlık merkezlerinin nasıl çalışması gerektiğini çok güzel tanımlamıştır.
Ülke deneyimleri, işyeri düzeyinde, tıpkı bizim mevzuatımızda da olduğu gibi, işyeri iş sağlığı güvenliği kurullarını öne çıkarıyor. Bu kurullarda, o işyerinde işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili olan tüm taraflar yer alıyor: işveren temsilcisi, işçi ve sendika temsilcisi, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, sosyal işler görevlisi. Bu görevlilerin, kafa kafaya verdikleri, tek başlarına yapamadıkları işleri birlikte yapmanın yollarını aradıkları bir platform bu kurul… Üstelik 4857 sayılı İş Yasası, bu kurulun aldığı kararları, işverenin uygulamasını da zorunlu kıldı.
Ülkemizde 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerleri için bu kurul ve saydığımız görevliler zorunlu. Bunu mutlaka uygulamaya geçirmeliyiz. Bu ölçeğin altındaki işyerlerinde de, işyerleri ortaklaşa bu mekanizmaları kurabilirler. Ülkemizde bu konuda çok başarılı gönüllü örnekler var. Mücadelemiz, bunları yaygınlaştırma sonra da zorunlu kılınmasını sağlama yönünde.
İşyerleri düzeyindeki bu örgütsel yapının, ülke düzeyine de yansıtılması gerekir. Aynı bileşimi ve aynı özerkliği, ulusal kurullar düzeyine çıkarmak gerekir. İşte yukarıda sözünü ettiğimiz “idari ve mali yönden özerk” ulusal iş sağlığı güvenliği kurumu düşüncesi bu maddi temelde yükseliyor. İstiyoruz ki, işyeri düzeyindeki hizmet kanallarıyla, ülke çapında bağ kurulsun ve tüm kurgu bunların gereksinmelerini karşılayarak, mevzuatın uygulanması sağlansın.
SORU 3. Sağlıklı ve güvenli bir iş ortamı için işçiler, sendikalar ve işverenler konuya nasıl yaklaşmalı ve neler yapmalıdır?
Önce işçiler … Sağlık onun sağlığı. Tehlikeler (ya da ben onlara işyerindeki kötülükler diyorum) tüm oklarını işçilere yöneltmiş. Onun için yapacak çok işi var. Aşması gereken çok engeller var. Her şeyden önce, muhafazakar (tutucu) kültürünü aşması gerekir.
- Eşlerinin bir meslek sahibi olup, çalışma yaşamının asli üyesi olarak yer almalarını sağlamaları gerekir. İşçi sağlığı iş güvenliğinin belki de en önemli gerekliliği bu. Eğer karı-koca çalışmaya başlarlarsa, uzayan çalışma sürelerine katlanmalarına hem olanak yok, hem de gerek yok. Aynı biçimde ikisinin de, salt para kazanabilmek ya da işinden atılmamak için, en kötü koşullarda çalıştırılmaya ve yaşamını tehlikeye atmasına gerek yok. Hem daha az sayıda çocukları olacağı için, hem de çocuklarına ayırabilecekleri kaynaklar artacağı için, ekonomik baskıların yol açtığı hırpalanmalardan kurtulacaklar. Daha çok dinlenebilecekler, yaşamı daha çok sevecekler. Sağlıklarının ve geleceklerinin değerini bilecekler. İş kazası, meslek hastalığı ya da bulaşıcı hastalıklar dolayısıyla bu düzeninin bozulmasına tahammül gösteremeyecekler.
- Çocuğunu çalıştırmak, sosyal yardımlara bel bağlamak, hemşehrilerinin kendisi için ne düşündüklerine çok önem vermek onların kendileri olmalarına olanak vermiyor. İstedikleri gibi bir yaşam sürmek yerine, kendisinden önce o yollardan geçenleri kopyalıyorlar. İşyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemleriyle ilgili işçilerle konuştuğumuz zaman, şöyle sözlerle sık karşılaşırız: “Hep böyle çalıştım, şimdiye kadar bir şey olmadı” ya da “Ustam da böyle yapardı, ona bir şey olmadı”… İşte bunlar kopya yaşamlar. Şimdi teknoloji, çalışma temposu, işyeri ölçekleri ve işçi üzerindeki stres etmenleri çok değişti. Sağlığı bozucu kaynaklar (ve insanlar) çoğaldı. Eski tutucu yaklaşımları bırakmak gerek.
- “Ben iyi niyetle çalışırsam, işveren hakkımı verir.” ya da “O neden benim sağlığımın bozulmasını istesin, gereken her önlemi alır.” gibi düşüncelerin de artık geçerliliği kalmadı. Çünkü küreselleşme çağında, rekabet o kadar keskinleşti ki, işverenler ayakta kalabilmek için, üç kuruşun hesabını yapmaya başladılar. Nereden kısıntı yapalım da, rakip firmanın bir adım önüne geçelim vs. Eskiden kamunun işveren olduğu işletmelerde şimdi taşeronlar cirit atıyor; ya da her an bir kamu işçisinin yaptığı işin taşerona devredilme riski var. Onun için, elini kolunu bağlamak yerine, sağlığın korunmasını işverene hatırlatmak gerek.
Sonra sendikalar … Sendikalar, üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak üzerine kurulmuş örgütler. Demek ki, bilinç düzeyi olarak üyelerinin bir adım önünde ve bilgi kaynağına onlardan daha yakın. Sağlık güvenlik konusunda da, işçilerin daima bir adım önünde olmalı ve onun bilmediklerini onlara bildirmekle yükümlü olmalı. İşyerlerinde risk analizlerini yalnızca işverenler değil, sendikalar da yaptırmalı. Böylece eylem stratejilerini, işçilerle birlikte oluşturabilirler. Aynı zamanda risklerin düzeyini bilmek, tek tek yetkili olunan işyerlerinde, toplu iş sözleşmelerinde de yol gösterici olabilir. Kaldı ki, 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, işyeri iş sağlığı güvenliği kurullarına işçi temsilcilerinin katılmasının zorunlu olduğunu hatırlayalım. Sendikalar bu temsilcilerini, özel olarak yetiştirerek, hem işyerlerinde ve hem de üye işçileri üzerinde etkili olabilirler. Örgütsüz olunan işyerlerindeki risklerin düzeyini bilmek, sosyal politikalara yön vermek, çevreyi bilinçlendirmek bakımından da önemli. Bilinçli sendika temsilcileri ve bilinçli üyeler, yalnızca işyerlerinde değil, mahallelerinde de iş sağlığı güvenliğinin önemini çevrelerine anlatarak, bu alandaki duyarlılığı yükseltebilirler.
En son işverenler … İşçinin sağlığından güvenliğinden asıl sorumlu olanlar sona kaldı. Hem yasalarımız ve hem de mantığımız onların biz uyarmadan her türlü sağlık güvenlik önlemini almasını, bizi eğitmesini ve kaza-hastalıkları önceden haber almak için örgütlenme kurmasını öngörüyor. Onlara bu görev ve yükümlülüklerini yerine getirmeleri için, yol göstersin diye bir sürü tüzükler, yönetmelikler çıkarılıyor. Eksiklerini saptayıp, nasıl yapacaklarını anlatsın diye devletin iş müfettişleri ayaklarına kadar gidiyor. İşverenlerin, artık direnmeyi bırakıp, “bilimsel ve teknik gelişmenin gerektirdiği her türlü önlemi alma”ları gerekir. Bu onların istedikleri üretimi yapmalarını, gönül verdikleri işyerlerini sürdürmelerini sağlayan ve vazgeçemedikleri işçilerine olan vefa borçları.
Ya devlet … Eğer tüm konuştuklarımızın uygulanmasında bir eksiklik varsa; yasaları, tüzükleri, yönetmelikleri çıkarmış olmasına karşın çalışma yaşamına sözünü geçiremiyorsa, bu onun ayıbı. Onu sadece ayıplamakla kalmayalım, halkına karşı görevlerini yerine getirmesini sağlayalım.
Çalışma Ortamı Mart-Nisan 2008 Sayı : 96