2000’e 5 Kala Çalışan Çocuklar

Dünyada çalışan çocuklar sorunu, ilk kez, Büyük Sanayi Devrimi ile gözler önüne serildi. Diğer bir deyimle, artık göz yumulamaz hale geldi. Hekimlerin yaptıkları ve topluma sundukları araştırmalar, çok etkili oldu. 1776 yılında İsviçre’de, 1802 yılında İngiltere’de, çalışan çocuklara yönelik ilk yasal düzenlemeler gerçekleştirildi.

“2000’e 5 kala” bu çabaların üzerindene 200 yıl geçmiş olduğunu görüyoruz. Uzun uzun ulusal tarih irdelemelerine, Dünyadaki ilk çocuk bayramını kabul etmiş olmamızı öne sürmeye kalkışmayacağım. Ülkemizde, hala çocukların çalıştırılması olgusu vardır. Çocukları erken yaşta çalışma yaşamına itilmekten alıkoyacak, toplumsal ve ekonomik koşulları yakalayamadığımız için bu olgu sürmektedir; daha bir sürede devam edecektir.

I
Çocukların
çalışma yaşamına erken yaşta katılmaları
insan haklarına aykırıdır.

    1. Çocukluklarını yaşamalıdırlar.Her insanı onsekiz yaşına kadar çocuk sayan BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve niceleri, her ülkedeki, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocukların yaşama koşullarının iyileştirilmesi için uluslararası işbirliğinin taşıdığı önemin bilinciyle ortaya konulmuştur. Çocuk kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için, mutluluk, sevgi ve anlayış havası içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul etmişlerdir. Onların gözünde çocuk, yaşam kaygılarına düşmeyen, eğitim ve sağlık olanakları olan ve sömürüden uzak kalan bir insandır.
    2. Eğitim hakkı, bir çok uluslararası belgeyle güven altına alınmıştır. Başta BM Çocuk Hakları Bildirgesi ile Avrupa Sosyal Şartı olmak üzere bir çok uluslararası insan hakları belgeleri çocukların eğitim hakkını büyük bir açıklıkla dile getirmektedir.
      Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan değerlendirmelerde, okullulaşma oranları, ilkokul için 1990’da %96,6 olarak gösterilmiştir. İlk sekiz yıllık öğrenim sonunda, okullulaşma oranı % 58,7’ye kadar inmektedir. Bunu % 37,3 ile lise ve dengi okullarda okuyanlar ile % 15,35 ile yüksek öğrenim kurumlarında okuyanlar izlemektedir1. O halde ülkemizde, zorunlu sayılan 5 yıllık ilköğrenimin ardından eğitim hakkını kullanma olanağının yarı yarıya azaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

      Çalışmak zorunda kalan çocuklar, çocukluklarını yaşayamadıkları gibi, okuma seçeneğinden de vazgeçmek zorunda kalmaktadırlar. Araştırmalarımız çocukların büyük bir çoğunlukla kendi gönülleriyle işe başladıklarını ortaya koymaktadır. Zorla çalışma yaşamına sokulan çocuk Ankara’da % 20,2 ve İstanbul’da % 6,8’dir. Yine araştırmalarımız, bu çocukların yarısından çoğunun (Ankara’da % 58,7 ve İstanbul’da % 52,2) okula dönmek istediğini ama buna olanak bulamadığını ortaya koymaktadır.2 Bir başka araştırmada, okulu bıraktıklarına pişman olup olmadıkları sorulan çalışan çocukların % 61,5’u pişman olduklarını söylemişlerdir.3 Her iki araştırmada da 15-17 yaşlarındaki çocuklarda pişmanlık, küçük yaştakilerden daha yüksektir. Bu pişmanlığın altında yatan en önemli üç neden, çalışma yaşamında aradığını bulamama, sosyal yaşantısından hoşnutsuz olma ve çalışma koşullarının ağırlığı ve zorluğudur.

    3. Çalışma yaşamında, yetişkinliklerle birlikte çalışmaya başlamaları, onların, küçük yaşta yetişkin rolünü üstlenmeye başlamalarına yol açmaktadır. Küçük yaramazlıklara, sorumsuzluklara, şımarmaya, oyun oynamaya ve okuyan yaşıtlarıyla arkadaşlıklar kurmalarına olanak tanınmamaktadır.

Yaptığımız bir araştırmada çalışan çocuklara işyerindeki büyüklerin “nasıl davranan çalışan çocukları sevdikleri ” sorulmuştur. Alınan yanıtlar Tablo 1 ‘de gösterilmiştir.

Tablo 1
İşyerindeki Büyüklerin Sevecekleri
Çocuklardan Davranış Beklentileri

BÜYÜKLERİN BEKLENTİSİ SAYI YÜZDE
İşini düzenli ve titiz yapması 164 47,7
Her dediğinin yapılması 51 14,8
Hem her dediğinin yapılması, hem de işin düzenli ve titiz yapılması 79 23,0
Çocuğun iyi huylu olması 32 32,0
Daha önceden tanıdığı çocukları kayırır 14 4,1
Söylemeden işe koşması 2 0,6
Büyükler herkesi bir tutarlar 2 0,6
TOPLAM 344 100,0

Görüldüğü gibi, çalışma yaşamında çocuklar arasında ayırım vardır. Ancak çocukların binde 6’sı herhangi bir ayırımcı girişimde bulunulmadığını söyleyebilmiştir. İşyerindeki büyükler açısından ne denli haklı olarak algılansa da, çocukların, aralarındaki farklılıkların, sorunların vs ikinci plana itildiği ve yalnızca “işin” ve “dediklerinin” yapılmasını öne çıkaran (%85,0) bir dünyayla karşı karşıyayız.

Yukarıdaki verileri de elde ettiğimiz “Çocukların Mediko Sosyal Sorunları”4 adlı çalışmamızda, çocukların arkadaşlık ilişkileri de incelenmiştir. Gerek çalışan çocuklar ve gerekse araştırmadaki kontrol grubunu oluşturan öğrenciler, kendileri ile aynı gruptaki çocuklarla arkadaşlık etmeyi yeğlemektedirler. Dolayısıyla arada hem çevre ve hem de etkileşim olanakları bakımından bir kopuş meydana gelmektedir. Ancak, aynı konumdaki çocuklarla arkadaşlık etme eğilimi, öğrencilerde daha yüksektir. Araştırmaya katılan çalışan çocukların 110’u (% 33,4) tüm arkadaşlarını öğrenciler arasından seçmişlerdir. Aradaki fark istatistiksel yönden önemlidir.

Benzeri eğilime, en yakın arkadaşın seçiminde de rastlanmaktadır. Veriler incelendiğinde, bir kutuplaşma göze çarpmaktadır. Öğrencilerin bu konudaki eğilimi, çok daha belirgindir. Ancak % 6,2’sinin en yakın arkadaşı çalışan bir çocuktur. Buna karşın, çalışan çocukların % 26,3’ü kendilerine en yakın arkadaş olarak halen okumakta olan bir çocuğu göstermektedir. Farklar istatistiksel yönden çok anlamlıdır.5

Çalışan çocukların, yetişkinlerin egemen olduğu bir ortamda, ayakta durabilmek için yetişkin role bürünmesiyle ortaya çıkan yansımalardan biri de sigara içme alışkanlığının giderek yükselmesidir. Yapılan araştırmada6, sigaraya başlama yaşı ile içilen miktar arasında ilişki de değerlendirilmeye çalışılmıştır(Tablo 2)

Tablo 2
Yaş – Sigara İçme Sıklığı Arasındaki İlişki

YAŞ Günde 4 tane veya daha az Günde 5-9 arası Günde 10-19 arası Günde 20 tane veya daha fazla
13 8(%80) 2(%20) 10(%100)
14 12(%60) 4(%20) 1(%5) 3(%15) 20(%100)
15 13(%48,4) 5 (%17.8) 7(%25) 3(%10,8) 28(%100)
Toplam 33 11 8 6 56

Tablo 2’den de anlaşıldığına göre, araştırmaya katılanların, günde 10 ve daha fazla sigara içenler 14 yaşta, araştırmaya katılan çalışan çocukların % 20’si, 15 yaşta ise % 35,8 ‘ini oluşturmaktadır. Bu olgu, çocuğun kimlik sorunun ilk belirtilerindendir. Bu tanının ışığında, çalışan çocuğa kimliğini yeniden kazandırmak için çalışmalar başlatılmalıdır.7

    1. Uzayan çalışma süreleri, onları yormakta ve düşünmelerine, kendilerini geliştirecek çeşitli etkinliklere katılmalarına olanak vermemektedir.

Yaptığımız araştırmada, yetişkinler için konulmuş olan yasal günlük çalışma süresini aşarak çalıştırılan çocuk oranı Ankara’da % 97, İstanbul’da %100 bulunmuştur.

Aynı araştırmada, çalışan çocukların yaşları küçüldükçe çalışma sürelerinin uzadığı ortaya çıkarılmıştır (Grafik 2)

  1. Çocukların erken yaşta çalışma yaşamına atılmaları, örgün öğrenimlerini de erken yaşta kesmelerine ve dolayısıyla da bir “meslek eğitimi” değil, “beceri” eğitimi almalarına neden olmaktadır.Bu, ülkenin geleceği, ekonominin şekillenmesi açısından kaygı vericidir. Çocukların çalıştırılması, ülkedeki işyerlerinin küçük ölçekli olduğunun, teknolojik yönden zayıf bulunduğunun ve gelecekte de süreceğinin itirafıdır. Çocuk işçilik ya da çıraklık olgusu, sürdüğü sürece, varolan yapı da beslenmektedir. Çünkü, yetişen yeni ustaların, yetenekleri ve iş bilgileri sınırlı, endüstri ilişkileri, işletmecilik vb alanlara olan uzaklıkları da çok fazladır. Bu durumda, oluşturdukları sosyal ve siyasal ilişkilerle, çağdaş gelişmelere direnmeye ve kendi kurdukları düzenin varlığını sürdürmeye çalışmalarından doğal bir şey yoktur. Bu anlamda, çalışan çocuk ülkenin geleceğini de ipotek altına almaktadır.8
  2. Çocuklar çalışma yaşamında ağır ve tehlikeli işlerin yanında, kendilerinden büyüklerce kötü davranışlara ve tacize de uğrayabilmektedirler. 100 çalışan kız çocuk üzerinde yapılan araştırmada, 12’si cinsel tacize uğradıklarını söylemiştir. Kızların, iş değiştirme nedenleri arasında ise cinsel taciz % 6,8’ lik pay almaktadır.9 Bu olgu, kızların kadın çalışması konusundaki tavırlarını derinden etkilemektedir. Çalıştığı işyerinde ustasından veya yetişkin işçilerden dayak yediğini söyleyen çalışan çocuk az değildi.
  3. Çocuk çalıştıran işyerleri genellikle, çalışma koşulları bakımından göreceli olarak çocuk çalıştırmayanlardan daha kötü koşullarda olan işyerleridir. Bu da iş kazası ve meslek hastalıklarına uğrama riskini arttırmaktadır. Ülkemizde, çocukların çalıştırıldıkları işyeri koşullarının değerlendirilmesine dayanan iki alan araştırması vardır:

    Bunlardan ilkinde 7, geliştirilen inceleme kılavuzu, yardımıyla (1) Genel sağlık önlemleri ve (2) İşe özel sağlık önlemleri (işçi sağlığı iş güvenliği) konularında, işyerlerinin durumu değerlendirilmiş ve “uç” noktalarda toplananların oranı ortaya konulmaya çalışılmıştır. İşyerlerinin ancak % 10 kadarında, genel sağlık önlemlerinin % 61,1‘ i ve işe özel sağlık önlemlerinin % 51‘ i alınmıştır. Buna karşın, işyerlerinin % 90’ında alınan önlemler sırasıyla % 2,2 ve % 11,8’dir. Bu veriler, düşük düzeyde bir çalışma ortamına varlığının kanıtlarıdır.

    % 40’ı çocuk çalıştıran 126 küçük işyerinde, işçi sağlığı iş güvenliği düzeyini ortaya çıkarmaya yönelik araştırmada10, Avrupa Konseyi İşçi Sağlığı İş Güvenliği Komisyonu tarafından geliştirilmiş olan listeden yararlanılarakbölümlü bir ölçüt geliştirilmiştir. Bu ölçütün (işyeri işçi sağlığı iş güvenliği göstergesi), en yüksek notu 5’tir. Küçük işyerlerinin bu değerlendirmede düşük not almışlardır (ortalama not: 2,51). İşyerleri çocuk çalıştırmaya yöneldikçe, işçi sayıları azaldıkça ortalama değer de düşmektedir. İşçi sağlığı iş güvenliği alt göstergeleri sıralandıkça, “yangın riski ile ilgili önlemler”, “çalışma ortam koşulları” ve “havalandırma” göreceli olumluluk gösterirken; “Kişisel koruyucular”, “ilk yardım ve ilk yardımcı”, “uyarıcı işaret tabelalar” sıralamada en altlara düşmektedirler.

  4. Toplumumuz, çocukların kendi haklarını koruyacak ve haksızlıklara direnecek yaşa gelene değin, ailelerince korunacaklarını varsaymıştır. Ama çalışma yaşamına atılındığında, aileler ya kayıtsız kalmakta, ya da bu denetimi sağlayacak olanaklarla donanmamış olmaktadırlar. Sözgelimi, işyerindeki hangi kimyasal maddelerin çocukları için tehlikeli ve zararlı olduğunu; bunlara karşı alınması gerekli önlemlerden hangilerinin alınmamış olduğunu bilmemektedirler. Bunun için uluslararası belgelerde önerilen yol ise, çocukların kendi haklarına sahip çıkmalarıdır.“Çocuk düşüncesini özgürce açıklamak hakkına sahiptir. Bu hak, … yazılı, sözlü basılı, sanatsal biçimide veya çocuğun seçeceği başka bir araçla her türlü haber ve düşüncelerin araştırılması, elde edilmesi ve verilmesi özgürlüğünü içerir” (Çocuk Hakları Sözleşmesi Madde 13)

    “Taraf devletler, çocuğun dernek kurma ve barış içinde toplanma özgürlüklerine ilişkin haklarını kabul ederler.” (Çocuk Hakları Sözleşmesi Madde 15)

II
Çocuklar, çalışsın çalışmasın,
risk altındadır.

Çocuk doğmakla riske girmektedir. Çalışsa bir türlü, çalışmasa başka türlü …

Çocuklar, trafik kazaları, deprem, terör, sel vb risklerle karşı karşıyadırlar. Bu risklere karşı önlemlerin önceden alınmaması, felaket karşısında ilk ve acil yardımın hızla ve etkinlikle yapılamaması, yaraların hızla sarılamaması, nasıl az gelişmişliğin ifadesi ise, çocuk işçilerin korumasızca çalıştırılması da öyledir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi okullulaşma oranının düşük olduğu ülkemizde, toplum, okulların yaşam mücadelesinde yararlılığı konusunda kuşkuludur. Araştırmalarda, çocukların okulu bırakma nedenleri olarak saptanan “okuyamama”, “okuldan hoşlanmama” ve “başarısız olma” önemli bir yer tutmaktadır. Bazı ailelerde, çocuğu daha fazla eğitme isteği olmasına karşın, eğitim sistemimizin “çocukları” eğitimden uzaklaştırdığı ortaya çıkmakta; bu da çocuğun geleceğini belirlemektedir.

Okulu bırakma ya da okuldan kopma, çocukların okul dışında daha uzun zaman geçirmelerine, diğer bir deyimle boşta kalmalarına neden olmaktadır. Ailelerin en çok korktuğu risklerden biri budur. Çünkü, çalışan ve çocuğu gün boyu izleme olanağı olmayan aileler, onun kimlerle arkadaşlık ettiğini de bilememektedirler. Burada, sokak çeteleri ve sokak hareketleri de haklı kaygı kaynaklarından biridir.

Okulu bırakanlarla ilgili bir başka önemli risk, gelecek ile ilgili olandır. Gelecek kaygıları arasında meslek edinme önde gelen bir yer tutmaktadır. . Erken yaşta edinilen mesleğin, kurulan insan ilişkilerinin, öncelikli bir seçim olduğu unutulmamalıdır. Toplumsal güvence sisteminin çok zayıf olduğu ülkemizde bu önemlidir. Bireysel birikim yapma, toplumsal güvencenin karşılaması gereken risklere karşı çare olarak geliştirilmeye çalışılmaktadır; bunun için de, her yaşta çalışmaktan başka çare yoktur.

III
Çocukların erken yaşta çalışmaya başlamaları,
toplumsal gereksinmeleri karşılamaya yöneliktir.

  1. Ülkemizde iş bulma garantili meslek eğitimi olanakları örgün eğitim kurumlarında değil, çıraklık vb iş başı eğitimlerinin alınabildiği işyerlerinde verilmektedir. Çocukların çalışma yaşamına atılmasında, meslek öğrenme kaygısı % 35,7’lerdedir.11
  2. Çocukların okulu çeşitli nedenlerle bırakmaları durumunda (okumaktan hoşlanmama, ailesinin okul giderlerini karşılayamaması, okulda başarısızlık vb) çocuklar başıboş kalmaktadır. Başıboş kalan çocuklar, aileleri için bir kaygı kaynağıdır.
  3. Aileler çocukların ekonomik katkısına gereksinme duymaktadır. Bu gereksinme, belli bir yaşam düzeyini tutturabilmek ya da sürdürebilmek için gereklidir. O yaşam çocuğun da yaşamıdır.
  4. Çalışmak ve ailesine gelirinin büyük bölümünü verse de, çocuğun kendi istekleri doğrultusunda para harcayabilmesine olanak vermektedir.
  5. Evinde yeterli ve dengeli beslenme olanağı bulamayan çocuk, işyerinin toplu beslenme olanaklarından ya da .aldığı parayı kullanarak beslenme olanağını bulmaktadır.
    Gözlemleriyle, sezgileriyle ve kurduğu ilişkilerle (erken yaşta da olsa) geleceğini kurmaya başlamaktadır.

IV
Çocuk emeğini sona erdirebilmek için,
uzun ve kısa erimli önlemlerin alınması
gereklidir.

  1. Uzun erimli önlemler:Çocukları çalıştırmak insan haklarına aykırıdır. Ama asıl aykırı olan onları yoksulluk sınırına iten koşulların varlığıdır. O zaman, uzun erimde (vadede) ekonomik politikalarla beslenecek bir Yoksullukla Savaş (YOS) Programı yürürlüğe koymak gerekmektedir. Bu program, mesleksel-teknik eğitimi, çalışılacak bir işi, insanca gelir düzeyini, doyurucu toplumsal güvence mekanizmalarını ve haklarını savunacak bilgi ve örgütlenmeleri içermelidir.Böylece çocukları çalışma yaşamına girmeye zorlayan gereksinmeler de ortadan kaldırılmış olur.
  2. Kısa erimli önlemler:Yoksullukla Savaş Programı’nın başarılabilmesi için geçen sürede ne olacaktır? Çalışan çocuklara yönelik çalışmalarda ivedilik çok önemlidir. Çünkü çocuk hızla büyükmekte ve yetişkin çağa erişmektedir. İşte çocuğun ve ailesinin gereksinmeleri giderilene değin, sosyal önlemlerin önde olduğu kısa erimli (vadeli) programlar yürürlüğe konulmalıdır.

Bu programları yürürlüğe koymak, toplum için bir vefa borcudur. Çünkü çalışma yaşamına, -okulu bırakarak- erken yaşta atılan çalışan çocuklar, yaşıtları, kamu kaynaklarını kullanarak okurken, çocukluklarını yaşarken; üretime katılmakta; ulusal gelire ve vergi gelirlerine katılmaktadırlar.

Toplum, çalışan çocuklarına karşı olan bu vefa borcunu nasıl ödeyecektir. Burada seçim yaparken unutulmaması gereken ilke, ivediliktir. Çünkü, sözkonusu çocuğun yetişkin olabilmesi için, önünde en çok 4-5 yıl vardır. Ne yapılacaksa ivedilikle yapılmalıdır (İleriki yıllarda da aynı sorunla karşılaşılmaması için alınacak önlemler “uzun erimli önlemler” olarak değerlendirilmiştir).

Toplumun, çalışan çocuğa karşı vefa borcunu ödemesinin yolu nedir? Bunun için çocuğun yaşamındaki sorunların hafifletilmesi ve yakın korumanın geliştirilmesi gerekmektedir. Bu etkinliklerin tümünü de “sağlık ve sosyal hizmet sunumu” başlığı altında toplayabiliriz. Bizim önerimiz, 1982 yılından beri denediğimiz ve 1992 yılından sonra da Uluslararası Çalışma Örgütü’nün katkısıyla geliştirdiğimiz “Fişek Modeli”nin yaygınlaştırılmasıdır.

Fişek Enstitüsü, hazırlık dönemi de gözönüne alınırsa, 14 yıllık deneyimiyle, bu konuda, toplum hekimliği ilkeleriyle uyumlu bir model sunmaktadır.

Fişek Modeli’nin özelliği, hareket noktası olarak “küçük işyerleri arası ortak sağlık birimi”ni harekete noktası olarak almasıdır. 50 ve daha çok işçi çalıştıran işyerlerinde işyeri hekimi, işyeri hemşiresi bulundurulması bir zorunluluk iken, daha küçük ölçekli işyerlerinde böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. Halbuki, çoğunlukla çocuk çalıştıran da bu küçük işyerleridir. Biz, işçilerin periyodik sağlık kontrolları gibi işverene düşen bir yasal yükümlülüğü de karşılama işlevini motive edici öge olarak kullanarak, küçük işyerleri ortak sağlık birimlerini yaşama geçirdik. Bu birimlere işyerlerinin katılımı bir zorunluluk sonucu değil, gönüllülük ilkesi ile gerçekleşmektedir.

Küçük işyerlerinin, büyük sanayi siteleri içinde dağılmış olması ve ulaşım güçlükleri (iş kayıplarına yol açmakta) dolayısıyla, ikili bir çalışmaya başvurulmuştur. Bir yandan Sanayide Sağlık Merkezi dediğimiz, ilk acil yardım – gerektiğinde tıbbi muayeneler ve iletişim vb etkinliklerin yürüdüğü bir merkez; öte yandan işyerlerini gezen Yürüyen Klinik (mobil ünit)… Çalışan çocuklara ulaşabildiğimiz bu iki odak dışında, bir de sanayi sitesindeki Çıraklık Eğitim Merkezi’nde bir merkez kurulmuştur; burada da okul sağlığı çalışmaları geliştirilmeye başlanmıştır. Çıraklık Eğitim Merkezleri’nde uygulamaya koyduğumuz Çalışan Çocuğa Kimliğini Yeniden Kazandırma Projesi çerçevesinde spor eğitimi-hekimliği etkinlikleri de başlatılmıştır.

Alan çalışmalarımız, bize, okul sağlığı alanındaki çalışmalarda, Çıraklık Eğitim Merkezleri’nin özgün bir yeri olduğunu göstermiştir. Çocukların, işyerlerinde çalışmasından ötürü, bu merkezlerdeki okul sağlığı birimlerinin, üç hekimlik branşının ilgi alanına girmektedir: Okul hekimliği, iş hekimliği, spor eğitimi-hekimliği.

Fişek Modeli, Türkiye için “ilk”leri getirdiği gibi, dünya için de “ilk”ler ve “özgün”lükler taşımaktadır. Ülkemizde çalışan çocuklar üzerine ilk kapsamlı araştırma tarafımızdan yapılmıştır (1985)12. Öte yandan küçük işyerlerini sağlık hizmeti sunumu amacıyla, tek bir odak çevresinde toparlama çabasını gösteren ilk girişim de Fişek Enstitüsü’nden gelmiştir (1982). Bugün Ankara-Ostim’de 200, Ankara-Sincan’da 20, İstanbul’da 60, Denizli’de 23, İzmir’de 5 küçük ölçekli işyerine yönelik çalışmalar, bu bölgelerdeki uygulama merkezlerimiz ve düzenli ulaşan hizmet zinciriyle, aksatılmaksızın ve geliştirilerek sürdürülmektedir. Bu merkezlerin hepsi farklı renkler içermektedir: Ankara-Ostim ilk uygulama merkezi olup, yoğun işyerleri ilişkileri ile hizmet yürütmektedir. İstanbul-Yenibosna’da SSK hizmetinin üstlenilmiş ve sanayide sağlık biriminin etkinlikleri ağırlık kazanmıştır. Denizli’de çalışan kızlara vurgu verilmektedir. İzmir’de ise, hizmet Yürüyen Diş Kliniği ile başlatılmış ve ülkemizde henüz yeterince önem verilmeyen koruyucu diş hekimliği hizmetleri öne çıkarılmaktadır.Tüm bu hizmetler, işyerleri ile tek tek ilişki kurularak ve tek tek işyerleri gezilerek gerçekleştirilmektedir.

Fişek Enstitüsü, devletten bağımsız ve toplumsal ülküsü olan bir kuruluştur (NGO, toplum örgütü). Eylemlerine gönüllü katılımın yüksekliği, hizmetlerinden yararlananları sahiplenmesi ve dirençle savunması da bu özelliğini pekiştirmektedir.

Fişek Modeli, toplum örgütleri deneyimine de katkılar getirmekte ve yol açmaktadır.13Somut uygulamalarla, insan hakları bilincinin yaygınlaştırılması ve kazanımların çalışanlarca doğallıkla sahiplenmesi yeni bir açılımdır. Toplum örgütleri, yalnızca önerici ya da eleştirel olmanın ötesinde, geliştirdiği uygulamalarla da toplumla bütünleşmektedir. Bu anlamda, üretici ve uygulamaya müdahaleci bir tavır içine girilmiş olmaktadır.

Fişek Enstitüsü’nün ILO/IPEC katkılarıyla geliştirdiği ve dört ilde oluşturduğu uygulama odakları, her şeyden önce, bir “düş”ün gerçekleşebilir olduğunu göstermiştir. Birbirinden çok farklı koşullardaki illerde elde edilen bu sonuç, toplumun “yararlı ve iyi uygulamalara” özlemini de ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmeyi paylaşanlar, yalnızca hizmetten yararlananlar değildir. Uygulama çalışmalarımız, TC Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı HABİTAT II Koordinasyon Birimi’nce, Birleşmiş Milletler’e “En İyi Uygulama-Best Practice” adayı olarak önerilmiştir.

Bu model çalışmasını dünyadaki örneklerinden ayıran karakteristikler şunlardır:

    1. Çocuk ve genç vurgusu: Bugüne değin, işyerlerine yönelik yürütülen işçi sağlığı iş güvenliği hizmetlerinde, işyeri hekimliği çalışmalarında, çocuk ve gençlere özel vurgu verilmemiştir. Buna karşın çocuk ve gençler, gerek yarın kazanacakları önemli roller ve gerekse bugün duyarlı grup olmaları dolayısıyla, üzerinde titizlikle çalışılması gereken bir toplumsal risk grubudur. Çocuk ve gençlere özel vurgunun, en somut biçimi de Çıraklık Eğitimi Merkezlerinde (ÇEM) yürütülen etkinliklerdir.
    2. Kadın kimliği vurgusu: Çalışan kız çocuklarının en önemli sorunu, evlenince işgücünden çekilmeye koşullanmış olmalarıdır. Bu onların meslek eğitimi almaları, mesleksel kariyer yapmalarını engellemektedir. Evlenip bir çok çocuk yaptıktan sonra yeniden çalışma yaşamına dönmek zorunda kalmakta; o zamanda niteliksiz ve ucuz bir emek ögesi olarak olumsuz koşullarda çalışmak zorunda kalmaktadır. Denizli uygulama merkezimizde, çalışan kızlara yönelik olarak, erkekten bağımsız bir kişilik olarak kendi kimliklerini yakalamaları ve çalışma yaşamından çekilmemeleri üzerinde çalışılmaktadır.
    3. İşçi sağlığı iş güvenliği vurgusu: İşyerlerinde sağlık, üretimin ayrılmaz bir parçasıdır. Modelimizin belkemiğini oluşturan işçi sağlığı iş güvenliği etkinliklerinin, çok-bilimli eksende ele alınması gerekmektedir. Çünkü konunun tıp boyutuyla, mühendislik boyutunu ve sosyal boyutunu birbirinden ayırmaya olanak yoktur. Bu yönde yapılan çalışmalar, bize işyerindeki olası tehlikelerin saptanması ve bunlara sunuk (maruz) kalan çalışanların erken tanısının konulması için olanak verir. Ancak bu daha işin başıdır. Bundan sonra yapılması gereken, bu tehlikelere karşı, işyeri ve işçi düzeyinde alınacak önlemlerin belirlenmesi ve ısrarla izlenmesidir. Fişek Modeli’nde bu evreye yardımcı olan en önemli öge, Sergievi uygulamasıdır. İşçi sağlığı iş güvenliği önlemleri (yangına karşı önlemler, makine koruyucuları, oynak çalışma düzlemleri, ilk yardım çalışmaları vs) ile kişisel korunma malzemelerinin sergilendiği ortam, aynı zamanda işçilerle işverenlerin bu konuda eğitildikleri ortamlardır.
    4. Toplumsal boyut vurgusu: Çalışmalarımızda sağlık yalnızca beden ve ruhça sağlamlık; çalışma ortamları da yalnızca fiziksel yönden sağlıklı ortamlar olarak irdelenmemektedir. Çalışma sürelerinden yıllık ücretli izinlere; barınma koşullarından boş zaman değerlendirilmesine; kız çocuklarının sosyal sorunlarının incelenmesinden, toplumsal konumlarının ve kimlik biçimlenmelerinin değerlendirilmesine değin bir çok konu vurgulanmaktadır. Yalnızca iş ortami ile yetinilmemekte, yaşam koşulları ile birlikte çalışanlar değerlendirilmeye ve geliştirilmeye çalışılmaktadır.
    5. Sürekli devinim ve toplum katılımı : Modelin en önemli özelliklerinden biri sürekli bir devinim (dinamizm) içerisinde bulunmasıdır. Toplumsal gereksinmelerin yönlendirdiği bu devinim, modelin kendisini yenilemesine (dikey gelişme) olanak vermektedir. Toplumun gereksinmelerini yakından izleyebilmek ve kendini uyumlandırabilmek üç araçtan güç alınmaktadır:
      • İşveren, işçi -çalışan çocuklar da içinde- gibi hizmetten yararlananların katılımı (toplum katılımı)
      • Enstitü çalışanlarına tanınan inisiyatif.
      • Gönüllü ve uzman katılımının örgütlenmesi.
    6. Kaynak sorununun aşılmasında geri-besleme yöntemi: Bir model çalışmasının önündeki en önemli engel, bir saman alevi gibi parlayıp, hızla sönmesidir. Bu, parasal destekle yürütülen çalışmaların çoğunun başına gelmektedir. Böylesi bir yitip gitme, hizmetten yararlananlar için büyük bir haksızlık ve umutsuzluk kaynağıdır. Böylece, ülkemizde güzel uygulamaların kalıcı olamayacağı, başladığımız işi sürdüremeyeceğimiz yolundaki izlenim beslenmiş olmaktadır. Aynı haksızlık, büyük bir coşkuyla çalışmalara katılan uygulayacılar için de sözkonusudur. Gelip geçici uygulamalar da, genellikle, kendisine kalıcı bir konum kazandıramamış elemanlarla yetinmek zorunda kalmaktadır. Fişek Modeli’nde sunulan ve işverenlerin yükümlülüğü olan işçi sağlığı iş güvenliği hizmetlerinin, işveren tarafından ödenmesinden yola çıkılarak kaynak yaratılmaktadır. Bugün, bu gelirler dışında, hiç bir parasal yardım alınmadan ayakta durulabilecek bir konuma gelinmiştir.
    7. Modelin yaygınlaştırılması ve ülke düzeyinde bir odak çevresinde örgütlenme: Ülke yüzeyine yayılım (yatay gelişme) uygulama merkezlerinin çoğaltılmasını, tek bir odak çevresinde örgütlenmesini ve dayanışma içine girmesini getirmektedir. Bu odakta elde edilen bilgi ve deneyimlerin paylaşılması, belgelenmesi, yeni bilgilerin kazanılması, proje üretimi ve Enstitü çalışanlarının sürekli eğitimi sağlanmalıdır. Bu yapı, giderek bir bilim (ve eylem) merkezi kimliği kazanmaktadır. Böylesi bir yayılım, araçların (sağlık araç, gereçleri vb) ve risklerin paylaşılmasını da getirmesi açısından yararlıdır. Bu açıdan da merkez odağı, bir destek hizmet birimi işlevi görmektedir.

V
Sonsöz

Çalışmalarımızla çok-yönlü, çok-bilimli ve çok-odaklı bir toplum hekimliği eyleminin içindeyiz. Bu yaptıklarımızla, bir çok kişinin “düş”lerini paylaştığımızı biliyoruz. Onun için de sorumluluğumuz çoktur. Herşeyden önce bunun için geliştirerek sürdürmek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Kamuoyundan da modelimizin diğer sanayi sitelerine de yaygınlaştırılması için destek bekliyoruz.

2000’e 5 kala, daha fazla yitirecek zamanımız ve yıpratacağımız çocuklarımız yoktur.

Türk Pediatri Kurumu’nun Düzenlediği Ulusal Pediatri Kongresi’ndeki Konuşma (1995)

 


     

      i:Fişek A.Gürhan: “2000’e beş kala Türkiye ve Dünya Çocuklarının Durumu” Oturumu, Türkiye Pediatri Kurumu XXXI.Türk Pediatri Kongresi (23-27 Ekim 1995, İstanbul) yapılan konuşma temel alınarak hazırlanmıştır.

      1:Bulutay Tuncer: Türkiye’de Çalışan Çocuklar – Devlet İstatistik Enstitüsü, Uluslararası Çalışma Örgütü YayınNo.1840 Eylül 1995 Ankara.

      2:Fişek A.Gürhan: Sanayide Çalışan Çocuklar – Türkiye’de Çalışan Çocuklar Sorunu ve Çözüm Yolları (Avanos 17-19 Kasım 1995), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu ve Friedrich-Naumann-Vakfı tarafından düzenlenmiştir.

      3:Erder-Köksal Sema, Lordoğlu Kuvvet: Geleneksel Çıraklıktan Çocuk Emeğine: Bir Alan Araştırması, Friedrich Ebert Vakfı Yayını (Araştırma Sonuçları) 1993.

      4:Fişek A.Gürhan: Çocuk İşçilerin Mediko Sosyal Sorunları Araştırması – Çalışma Ortamı Dergisi, Mayıs-Haziran 1993 Sayı:8 s.30

      5:Fişek A.Gürhan: Çalışma Yaşamı ve Çocuk – 2.Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi (4-7 Nisan 1988, Ankara) Türk Tabipleri Birliği Yayını Ankara 1991 s.258

      6:Fişek A.Gürhan: Çalışma Yaşamı ve Çocuk – 2.Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi (4-7 Nisan 1988, Ankara) Türk Tabipleri Birliği Yayını Ankara 1991 s.258

      7:Gökler Bahar: Çalışan Çocuklarda Çocuk Kimliğini Yeniden Oluşturmak,Çalışma Ortamı Dergisi, Eylül Ekim 1995 Sayı 22

      8:Fişek A.Gürhan: Ülkenin Geleceğine İpotek: Çocuk Emeği, Petrol İş ‘92 Yıllığı s.494

      9:Yeni Nazmiye: Konfeksiyon Atölyelerinde Çalışan Kız Çocuklara İlişkin Bir Araştırma, Çalışma Ortamı Dergisi, Mayıs-Haziran 1993 Sayı:8 s.36

      10:Taşyürek Mustafa, Fişek A.Gürhan: Çocuk Çalıştıran Küçük işyerlerinde Çalışma Koşulları Üzerine Bir Araştırma, Çalışma Ortamı Dergisi, Eylül-Ekim 1995 Sayı:22

      11:Fişek A.Gürhan : Çocuk Çalıştıran Küçük İşyerlerine Yönelik Sağlık ve Sosyal Hizmet Sunumu Araştırması (Yayınlanmamış Veriler) 1994-96.

      12:Fişek A.Gürhan: Special Risk Factors on Children at Work (Mimeograph) (Aynı adlı Dünya Sağlık Örgütü Yayını içinde) (Çalışma Ortamı Dergisi, Mayıs 1993 Sayı:8 s.33-35)

      13:Kılıç Bülent: Fişek Enstitüsü’nün Toplumsal Konumu – Çalışma Ortamı Dergisi, Eylül-Ekim 1995 Sayı:22