Türkiye’de İş Kazası İstatistikleri : Sosyal Güvenlik Reformunun Maskesini Düşürüyor

Son bir ay içinde İstanbul tersanelerinde, özel sektöre ait kömür ocaklarında, taşeron olarak çalışan firmalarda bir çok iş kazası meydana geldi. Son olarak da İstanbul / Davutpaşa’da beş katlı bir iş merkezinde meydana gelen patlama 23 canı aramızdan aldı götürdü.

Önce bomba patladı sanıldı. Çünkü her taraf savaş alanına dönmüştü; iki bina çökmüştü. Ama çok geçmeden, komşu dairede çıkan küçük bir yangının, havai fişek atelyesine sıçradığı ve patlayıcıları aktif hale getirdiği anlaşıldı. Ateş ile barut nasıl bir araya getirilebilmişti ?

Bu son olay bir çok bakımdan ülkemizde işçi sağlığı iş güvenliğinin olmadığını ortaya koyuyordu; yine bu olay, işçi sağlığı iş güvenliğinin bir çok farklı olgunun üst üste bindiği bir konu olduğunu gösteriyordu.

Sözgelimi, patlamanın meydana geldi havai fişek atelyesi kayıt dışıydı. Çalışanlar da öyle. Kayıt-dışı demek, aynı zamanda dokunulmaz demektir. Çünkü aslında kimse öyle bir işyeri olduğunu görmek istememektedir. Ama işçiler çalışmakta, ama havai fişekler üretilmekte, insanların eğlenip bayramları kutlaması için eğlencelikler hazırlanmaktadır. Ama böyle bir işyeri olduğundan, ne Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı ne de Belediye haberdar değildir.

Bu patlayıcı maddeleri barındıran bir işyerinin, bir iş hanı içerisinde kendisine yer bulamaması gerekirdi. Yasalarımız, çevre halkı için böyle zararlı işyerlerinin, kentin dışına çıkarılmasını ve çevresinde boş bir koruma halkası oluşturulmasını öngörüyor.

Ama işyerine Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın iş müfettişleri uğrayamazdı. Çünkü Bakanlık arşivinde bu işyerinin adına rastlanmıyordu. Çalışanlarını da SSK tanıyamazdı, çünkü sigortaları yoktu.

Çalışanlar, başka iş bulamadıkları için bu olumsuz koşullara ve sigortasız çalıştırılmaya razı olmuşlardı. Bu bize, işsizlik olgusunun yüksek olduğu ülkelerde, işçi sağlığı iş güvenliğini sağlamanın ne kadar güç olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü ne kadar olumsuz çalışma koşulları olursa olsun, buna razı olarak çalışacak bir çok kişi bulunabiliyor. Bu da bilinçsiz işverenleri, önlem almaktan para harcamaktan caydırıyor.

Çalışanlar kayıt dışı olduğuna göre, yıl sonunda yayınlanacak SSK İstatistik Yıllığı’nda onlar bir rakam bile olamayacaklardı. Yoksa, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2005 – 2008 eylem planında, iş kazalarının %20 azaltılacağı öngörülmüştü. Eğer bu kaza istatistiklere girseydi, bu hedefin tutturulmasına da olanak kalmayacaktı.

Kaldı ki, yine de Bakanlık, kendisi için belirlediği gibi iş kazalarını düşürmek bir yana, 2005 yılındaki düzeyini de koruyamadı.

SSK istatistikleri yetersiz. Ama onlara bile baktığımızda bile, bir takım çarpıklıkları yakalama olanağımız olmaktadır . Bu çarpıklıklar ve zihnimizde uyandırdıkları sorular ya da çelişkilerdir ki, bizim eylem stratejimize yol gösterecek ve “önlenebilir” bir olgu olan iş kazalarının daha çok insanı üzmemeesini sağlayacağız.

Bu çarpıklıklardan ilki, iş kazalarının azaltılacağı yerde, 2005 yılına oranla daha da yükselmiş olmasıdır.

Çalışan çocuklarda ve 18 yaşından küçük gençlerde iş kazalarının daha çok görülmeye başlanması da bir başka çelişkidir. Çünkü imzaladığımız Uluslar arası sözleşmeler, 18 yaşından küçüklerin ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmamasını öngörmektir.

iş kazalarının üçte ikisinin küçük işyerlerinde meydana geldiğini görüyoruz. Küçük işyerleri, önlemlerin en az alındığı, olanakların en kısıtlı olduğu ve kayıt dışının da en yaygın olduğu işyerleri. Buralara Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı denetçileri hemen hemen hiç uğramıyorlar. Yasa gereği işyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi, işyeri hemşiresi çalıştırma yükümlülükleri de yok. Demek ki, işyeri küçük ölçekli ise, işverene de işçiye de yardım edecek kimse yok. Onu eğitecek yol gösterecek, hataya düşmesini önleyecek kimse yok. Onlar unutulmuş.

Türkiye’deki işyeri ortak sağlık-güvenlik birimleri bir an önce zorunlu kılınmalı. Böylece küçük işyerlerinin imece yöntemi ile doktor, mühendis, hemşire gibi elemanların hizmetlerinden yararlanması sağlanmalıdır.

Görüldüğü gibi, Davutpaşa’da 23 işçinin ölümü ile sonuçlanan olay bir “kaza” değildi. Kazalar beklenmeyen olaylardır. Burada “kaza” olmaması bir mucize olacaktı. Ama ne yazık ki bu mucize de gerçekleşmedi.

Konuşmamı bitirmeden bir noktaya daha dokunmak istiyorum: Kazada yaşamını kaybeden kişilerden üçü de seyirciler. İnsanımızın kendi canını hiçe sayarcasına merakını tatmin etmeye çalışmasına anlamaya olanak yok. Bunun tek bir açıklaması var : Akıllarına danışmadan iş yapıyorlar. Bu tekrarlandıkça, yani insanlar beyinlerini kullanmadıkça, işçi sağlığı iş güvenliğini konuşmamızın bile bir değeri kalmıyor.

Buna iş güvenliği kültürü diyorlar. Yani herkes adımını atarken, bunun ne sonuçlar getireceğini ölçecek biçecek. Bir tehlike varsa bunu öngörecek, önlemini alacak. Hayatta kalmaya çalışacak, sağlığını korumaya uğraşacak, arkadaşının güvenliğinde sorumlu olduğunu unutmayacak.