Nusret H. Fişek

Prof.Dr.Nusret H. Fişek, yaşasaydı, bu yıl 100 yaşında olacaktı. Ama anısı, ilkeleri, yaptıkları bize kılavuzluk etmeye devam ediyor. Halkın sağlık sorunları derinleştikçe onu ve yaptıklarını daha çok anımsıyoruz.

Tıpkı Cumhuriyet’in ayak izlerinin silinmesi gibi, onun sağlık alanında kazandırdıkları da birer birer yok ediyorlar. Ülkenin dört bir yanına yayılmış, sağlık hizmetini halkın ayağına kadar götüren sağlık ocakları kapatıldı. Koruyucu hekimlik, ekip çalışması, toplum kalkınması boyutu ortadan kaldırıldı.

Güncelliği nedeniyle, Prof.Dr.Nusret H. Fişek’in yok edilmeye çalışılan bir başka adımından söz etmek istiyorum.

1987 yılında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı döneminde, örnek bir uygulamaya imza atıldı. 1930’dan beri yasalarımızda varolan ama görmezden gelinen “işyeri hekimliği” bir düzene sokuldu. Şöyle ki :

  • İşyeri hekimliği yapacakların, meslek hastalıklarından iş hukukuna kadar bilgi ve belge sahibi olmaları öngörüldü.
  • İşyeri hekimliklerinin, doktorlar arasında dengeli dağılmasına ve işyerlerinde “yönetmeliğin öngördüğü süre” kadar kalınmasına özen gösterildi.
  • İşyerlerinde kalınması gereken sürenin bir fonksiyonu olarak “en az ücret” sınırı getirildi.
  • İşyeri hekimlerinin, görevlerini yaparken işverenin hışmına uğramaması için güvenceleri arttırıldı.
  • İşyeri hekimlerinin görevlerini daha etkin yerine getirebilmeleri için, yönetiminde söz ve karar sahibi oldukları destek hizmetleri (gezici röntgen vb) için girişimler başlatıldı.

Türk Tabipleri Birliği’nin bu kararları, bir hayal olarak kalmadı ve uygulamaya geçti. Ama, ancak 16 yıl dayanabildi. 2003’te AKP iktidarının, sözde “iş sağlığı güvenliği”ne sahip çıkan yaklaşımı, önce iş sağlığı hemşirelerini defterden sildi. Ondan sonra da uzun hukuk mücadelelerine karşın, Türk Tabipleri Birliği’nin bu alandaki baskın rolünü yok etti.

Daha mı iyi oldu? Hayır. Yukarıda saydığımız kazanımların tümü artık yok. İşyeri hekimlerinin görevleri git gide azaltılıyor. Çünkü iş sağlığı güvenliği “insansızlaştırılıyor”. Risk analizleri, acil eylem planları, patlamadan koruma dokümanları, eğitim belgeleri, çalışma planları, yıllık değerlendirmeler gibi kağıtlara indirgeniyor. İşyeri hekimlerinin defterden silinmesine, 10 ve daha az işçi çalıştırılan işyerlerinden başlandı ve ilerleyecek.

AKP döneminde, bu sayede, hızla artan iş kazası sonucu toplu ölümler, artan sakatlar ordusu ve hasır altı edilen dosyalar, birer “cinayet”e, birer “insanlık suçu”na dönüştü.

Zorlu yaşam koşulları insanların önündeki seçenekleri azalttı; onları belirli işleri ve kötü koşulları kabul etmek zorunda bıraktı. Buna “zorla çalıştırma” demezler mi? Bir “prangaları” eksik.

Toplu ölümlerin görüldüğü madenlere, inşaatlara, tersanelerde işçilerin yeniden iş başı yapmaları bir çaresizliği ve seçeneksizliği göstermiyor mu? Bu onların kusuru değil, “sosyal” olamayan hükümetin kusuru.

Biz bu zincirleri kırmak için mücadele etmezsek koşullar daha da kötüleşecek. Zincirler daha da kalınlaşacak.

Yanımda bu zincirleri kırmak insanları özgürleştirmek için yıllardır yılmadan mücadele eden iki konuşmacı var.

3 Kasım 2014